Öncelikle bizim için düşman nedir? Düşman derken neyi anlıyoruz? Dost-düşman kimdir? Düşman gerçekliğini somut bir tanıma kavuşturmak için bu kavramların içini doldurmak tartışma götürmez bir gerekliliktir. Genel bir çerçevede ele alındığında; birbiriyle savaşan taraflar düşman olarak ele alınmaktadır. Bu tanımdan hareket edildiğinde Kürtlerin yaklaşımında cephede ona karşı savaşan devlet ve onun askerlerini düşman olarak yani elde silahıyla terimi, belirli bir kurumu tehdit olarak atamanın toplumsal işlevine hizmet eder, böylece o kuruma yoğun bir duygusal tepki verir. Peki düşmanla savaşma denildiği zaman ne anlıyoruz? Elimize silahı alıp cephede ona karşı savaşmak mı? Kürt toplumumuzdaki düşman tanımı, oldukça kaba ve yüzeyseldir bu yüzden düşman saldırılarına bir bütünüyle açık bir vaziyettedir. Halbuki salt düşman kavramının ötesinde ele aldığımızda bize o tetiği çektiren nedenler nelerdir, sorusuna yoğunlaşmak gerekir. Bilinç, insanı harekete geçiren temel etkendir. Özcesi tetiği çektiren aslında seni oraya getiren seni oraya taşıyan bilinçtir. Bilakis düşman gerçekliğine ilişkin sende bir bilinç oluşmamışsa, hem hareket tarzını hem ret-kabul ölçülerini hem de düşünce tarzını belirleyemezsin.
Kürt toplumunda düşmanın saldırılarını kapsamlı olarak algılama, anlama, analiz etme ve ona karşı da bütünlüklü bir yaklaşım sergilemekte zorluk yaşamaktadır. Bu da kaynağını kafalardaki yanlış düşman tanımından almaktadır. Eğer kafamızda düşman kavramını doğru bir çerçeveye oturtursak o zaman biz de komple bir kişilik olarak düşman karşısında kapsamlı bir duruş sergileyebiliriz. Maalesef ki komple bir duruş sergilemediğimiz ve bazı yönlerimizi açıkta bıraktığımız için düşman zayıf alanlarımızdan bize saldırıyor. Bazen bir birey olarak bazen düşünsel olarak bazen politika olarak saldırılarını gerçekleştiriyor.
En nihayetinde düşman dediğimiz kavram da tarafların birbirine sızarak kaleleri zapt etmesidir. Bu kale bazen mekan, bazen de beyin oluyor. Ancak daha gerçekçi yaklaşacak olursak en nihayetinde savaşı yürüten insanın kendisidir. O zaman öncelikle sizi kaleler, silahlar korumaz. Önder Abdullah Öcalan’ın da belirttiği gibi savaş, uzun kollar ve uzun bacaklarla verilmez; savaş beyin işidir. Bundan da anlaşılacağı üzere savaş beyinde başlar, beyinde biter. Bu noktada halk olarak kendimizi bütünlüklü bir tanıma ulaştıramıyoruz. O zaman “kendimizi nasıl bir tanıma ulaştırmalıyız?” sorusu hayati bir önem arz etmektedir. Bir ideolojik olarak sana karşı olan, iki ulusal olarak sana karşı olan, üç sınıfsal olarak sana karşı olan, dört doğal olarak yaşadığın mekanda ekolojik olarak sana karşı olan, hatta beşinci olarak kadın boyutuyla cins olarak sana karşı olan biçiminde ele alınabilir. Bu beş alanda düşman tanımımız net olacak! Bütün bu alanlardan gelen her türlü saldırıya karşı savunmamızı geliştirmek zorundayız.
Mesela biz demokratik modernite güçleriyiz, peki, kaçımız kapitalizmi düşman olarak tanımlıyor? Kürt toplumuna saldıran Tayyip Erdoğan’ı sadece bir şahsın düşmanlığı olarak ele alabilir miyiz? şahıs mıdır? Değildir. Kürt toplumuna saldıran sadece Türkler midir? Salt iki ulusun kavgası mıdır? Böyle ele alırsak sömürgecilikten, sömürgeciliğin dayandığı kapitalizmden soyutlamış oluruz. O zaman Türkler ve Kürtler savaşıyor deriz. Bu da kendimizi milliyetçi olarak ele almamıza neden olur. Oysa bizim mücadele gerekçemiz buna dayanmıyor. Yani sapmaya açık bir alandır.
Kürt toplumunda güçlü bir çıkış sağlanamamasının temel nedenlerinden biri düşman gerçekliğindeki bilinç muğlaklığıdır. Son süreçlerde düşmanın yoğun özel ve psikolojik savaş bombardımanı altında bırakılan halkımızın en temel sorunlarından biri budur. Bu yüzden düşmanı tanımlarken ideolojik tanımdan başlamak en doğrusu olacaktır. Önderlik, “Kürdistan Sömürgedir” tespitini yaparken ideolojik bir tanıma başvurdu. Milliyetçi bir tanım yapmadı. Sömürgeciliğin sınıfsal tanımını ortaya koydu. Peki halkımızı kim sömürüyor? Türk egemenleri sömürüyor. Önderlik, “Türk sömürgecileri, Türk oligarkları, Türk burjuvazisi Kürdistanı kendi sömürge alanları haline getiriyor” şeklinde bir tanımlamaya gitti. Dolayısıyla düşman kavramını tanımlarken ideolojik tanımın dışında kalan günlük ve politik tanımlamalar; doğru bir duruşu ve komple bir tutumu ortaya çıkarmamızı engeller. Düşman gerçekliğinin ideolojik ve sınıfsal konumunu belirledikten sonra yöntemlerine inmek lazım. Bunun için de düşmanın tarihsel gerçekliğini iyi bilmek gereklidir. Düşmana dönük tarih bilincin yoksa düşmandan merhamet bekleyen bir yaklaşım içerisinde olursun.
Tarihi silsileden ele alarak eklektik değil bütünlüklü bir şekilde Türk egemen tarihini öğrenip bilince çıkaran ve buna göre tarzını yöntemlerini ve inceliklerini bilen bir toplum kolay kolay yenilmez. Çünkü karşı tarafın röntgenini çekmiştir. Aşağı yukarı da insan bilinci bir önceki tarihin uzantısı olarak günümüze gelir. O zaman düşmanın nasıl adım atacağını, sürece göre nasıl bir politika izleyeceğini az çok tahmin edebilirsin. 70’ler den günümüze kadar devam eden jenerasyonla birlikte halen düşman bilincimiz eksik ve parçalı. Halen bu düşman demokrat olabilir, bu düşman barış yapabilir deniliyor halbuki bu bilinçteki muğlaklığın somut göstergesidir. Tarih bilinci olan bir toplum bir insan şunu söyler; o kadar çocuğumuzu süngüden geçirdiler, hayvanlarımız, tarlalarımızı yaktılar. Bunu derinlikli bir şekilde değerlendirmeye tabi tutmak gerekiyor. Niye yakıyor? 9-10 yaşındaki çocuğu kafasından nişan alarak vuruyor. Bunun nedeni nedir, bu nasıl bir kin nasıl bir öfkedir? Son celsede orta çıkan gerçeklik, devlet nezdinde artık Kürt, düşman statüsüne sahiptir. Bu kadar hunharca saldırmasının nedeni de kuşkusuz ki budur. Yani Kürtler bizim düşmanımızdır, Kürtler yok edilmeden biz Orta doğuda gelecek sahibi olamayız, şeklinde bir ufka sahipler. Türk devlet yapılanmasının şuandaki paradigması budur. Belki bunu açıktan yapmıyorlar ama tüm politikaları bu çerçevede yürütülmektedir. Kendi pozisyonundan haberi olmayan bir toplum ne adına mücadele edeceğini bilemez, benliği, aidiyet duygusu oluşmaz, savaş gerekçesi olmaz. Kapitalist sistem seni çeker bir süre sonra çok rahat bir şekilde düşman içinde yaşarsın, hiçbir şey olmamış gibi onunla beraber olursun, onun takımı kazandığında sevinirsin, uluslararası bir alanda elde ettiği zaferi kutlarsın; işte bunların hepsi düşman gerçekliğindeki muğlaklıklardır. Kürt gerçekliğinde de yoğunca bu durum vardır.
Özel Savaş Rejiminin Başvurduğu Yöntemler
Türk özel savaş rejimi günümüzde ortaya çıkıp derinleşen bir sistem değildir. Kirli ve derin bir tarihten süregelmektedir. Tarihten günümüze kadar başvurduğu yöntemler fazlasıyla mevcuttur. Bunlar; Kürtleri birbirine kırdırtma, Kürtler ve diğer toplumları karşı karşıya getirme, Kürtlerde Arap kültürünü geliştirme, Kürtlerde mezhep çatışmalarını derinleştirmedir. Çünkü düşmanın kendisi de Kürtleri parçalamadan denetimine alamayacağının farkında. Yukarda belirttiklerimiz toplumu bölüp parçalayan, karşı karşıya getiren, toplumu etkisiz hale getiren yüzlerce özel savaş uygulamaları vardır. Mesela toplum içerisindeki aşiret kavgaları ve düşmanlıklar hepsi bizzat tasarlanmış uygulamalardır. Özel savaş rejiminin gerçekliğini bilmek demek düşman gerçekliğini tanımak demektir. Türk sömürgeciliğinden bahsettiğimiz zaman aslında Özel savaş rejiminden bahsediyoruz.
Özel savaş rejimi (düşman) son dönemlerde şok doktirinleri uyguluyor. Bu şokları toplumun boşluk bıraktığı, düşman gerçekliği karşısında zayıf kaldığı bilinç alanlarından hedef alıyor. En somut örneğini Êlih’in Beşîrî ilçesinde uzman çavuş Musa Orhan tarafından tecavüze uğradığı için intihara kalkışan 18 yaşındaki İ.E’nin ölümünde görüyoruz. Diğer bir çarpıcı örneği ise Gülüstan Doku olayında görmekteyiz. Devlet (özelde AKP-MHP faşist rejimi) karakteri gereği tecavüzcü bir yapılanmadır. Ve tecavüzü meşrulaştıran, yaygınlaştıran, hizaya getirme aracı olarak kullanan yegane yapıdır. Her yönüyle Özel-Psikolojik savaş rejiminin gerekliklerine göre hareket eden ve bu yönlü her türlü soykırım saldırısını gerçekleştiren özel savaş rejiminin son tecavüzlerle ne yapmak istediğini bilince çıkarmak ve düşman gerçekliğini kavramak gerekmektedir. Özcesi Türk asker ve polisi düşmanınızdır. Türk asker ve polisinden ne arkadaş ne dost ne de sevgili olur! Genç kızlarımız başta olmak üzere tüm Kürt halkı bunu bilince çıkarıp düşman gerçekliği karşısında net bir duruş sergilemelidir.
Militan RÊHAT
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi