05 Şubat 2010 Cuma Saat 13:03
12.00
0
21
TR
:” ”
:””
” “,” ”
” ”
Türkiye cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün “Kürt sorununda iyi
şeyler olacak sözü ardından herkesi iyimser bir hava sardı. Bu söz Kürt halkı
kadar Türkiye kamuoyu ve farklı birçok çevrede umut yarattı. Umut yaratması
doğaldı, zira Türkiye’nin son 30 yılını saran, esir alan acılı süreç toplumsal
tüm dokularda büyük tahribatlar yaratmıştı. Türk devleti ve Kürt halkının
örgütlü gücü PKK arasında süren bu savaşta zarar görmeyen yok gibiydi ve ilgili
herkes bir an önce Kürt sorununun barışçıl-demokratik yollardan çözülmesini
sabırsızlıkla bekliyordu.
Toplumsal Travmanın Sorumlusu Türk Devleti ve Onun
Asimilasyoncu Sistemidir
Hiç kuşkusuz ki yaşanan tahribatların, çekilen acıların ve
akan kanın sorumlusu Türk devleti ve onun inkarcı-imhacı zihniyetinin
kurumlaşmış ifadesi olan asimilasyoncu sistemiydi. Mevcut sistem içerisinde
siyasal yollarda varlığı kabul edilmeyen Kürt halkı haklı ve doğal olarak
kendini savunmak için silahlı direnişe başvurdu. Bu yönteme başvurması bir
tercih değildi, -çünkü tercihler daha farklı seçenekler içerisinden beğeni
ölçüsüne göre yapılır- zorunluluktandı. Yani kendi insani doğal haklarına
kavuşmak için silahlı direnişe geçmesi dışında önünde bir yol yoktu.
Bu gerçeklik anlaşıldıkça Kürt sorununa demokratik çözüm
sesleri yükselmeye başladı. İlgili her çevre Kürtlere haksızlık yapıldığını, en
insani hak olarak anadilini bile konuşma yasağına maruz kaldığını, Kürt halkı
üzerinde sürdürülen devlet terörünün son bulması gerektiğini ve bu temelde
artık Kürt sorununun barışçıl-demokratik yollardan çözülmesi gerektiğini
dillendirmeye başlaması umutları daha fazla artırdı.
Yerel Seçimler İrade Beyanına Dönüştü
Bu beklenti ve umutların yeşerdiği bir zamanda 29 Mart 2009
tarihinde yerel seçimlere gidildi. Yerel seçimlerde ortaya çıkan sonuç başta
Türk devleti ve AKP olmak üzere birçok çevreye adeta şok etkisi yaptı. Çünkü
Kürtler DTP ile büyük bir zafere imza atarak seçimleri irade beyanına
dönüştürdü. Tabi bu durum Türk devleti ve sahaya sürdüğü piyonu AKP’nin gerçek
niyetini netleştirdi. Artık sorunu sağa-sola çekiştirip, “Kürt sorununu çözmek
istiyorum, ama ordu engel türünden safsatalarla boğma şansını kaybetmişti.
Tutumunu netleştirmesi gerekiyordu, nitekim kısa bir süre sonra netleştirdi.
AKP, 12 Eylül Cuntasının Siyasi Devamıdır
Ne yazık ki Abdullah Gül başta olmak üzere Türk devleti ve
AKP’nin sorunu çözme konusunda samimi olmadığı 14 Nisan 2009’da “KCK
operasyonu adı altında DTP’ye yönelik kapsamlı operasyonlarla gösterdi. Bu
durum tüm beklentileri boşa çıkararak, olgunlaşan barış ortamını bir anda
bozdu. Daha sonra adına “Kürt açılımı dediği oyalama politikasını da uzun
süreye yayma yeteneğini gösteremedi ve oynamak istediği oyun kısa sürede
anlaşıldı. Bu operasyonlar dalgalar halinde hala sürüyor.
İşin can alıcı noktası “KCK operasyonu adı altında DTP’ye
yönelik yaptığı ve DTP’nin kapatılması ardından BDP’ye karşı devam eden
operasyonlarla ne amaçlandığıdır.
Kürt legal siyasi kurumlarına yapılan operasyonların yanında
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a karşı geliştirilen uygulamalar, halka karşı
polis terörü ve askeri operasyonlara ağırlık verilmesi gelinen aşamada
çözümsüzlüğü daha fazla derinleştirmiştir.
Bu konuda en önemli ve sürekli tartışmalara mevzu olan husus
Kürt legal-demokratik kurumlarına yönelik gerçekleşen operasyonların ne kadar
siyasi, ne kadar hukuki olduğudur. İçinde seçilmiş belediye başkanlarının da
olduğu tutuklamaların hukuki olmadığı bizzat başbakan Tayyip Erdoğan ve sözde
“Kürt açılımı koordinatörü olan iç işleri bakanı Beşir Atalay’ın çeşitli
zamanlarda yaptıkları konuşmalardan anlamak mümkündür. Çünkü niyetlerinin Kürt
sorununu muhataplarıyla çözmek olmadığını her fırsatta dile getirmişlerdir.
PKK’nin tasfiye edilmesi için her yolu deneyeceklerini, bunun için her fırsatı
değerlendireceklerini sürekli ifade etmişlerdir.
Tabi Türk devleti ve uygulayıcısı AKP’nin sorun tahlili bu
eksende olunca doğal olarak bunun gereklerini yerine getirmek için girişimlerde
bulunulacaktı.
O açıdan dalgalar halinde binlere varan tutuklamaların
hukuki hiçbir değeri yoktur. Yargı, oluşturulan tasfiye konsepti ekseninde
kendisine verilen görevi yerine getirmiştir.
Kimileri DTP ve BDP üzerinde geliştirilen tutuklama
furyasını AKP darbesi, kimisi AKP’yi aşan derin devlet müdahalesi, kimisi de
Ergenekon operasyonuna karşı denge kurma girişimi olarak değerlendirmiştir.
Kuşkusuz ki hepsinde haklılık payı var ama temel amaç hepsini aşan ya da tüm bu
görüşleri üst bir potada toplayan tasfiye konseptine işlerlik kazandırmadır.
Şahan Dicle
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.org – www.lekolin.net – www.lekolin.info
Şahan Dicle