06 Şubat 2016 Cumartesi Saat 13:00
0
21
Suriye eski haliyle
katliamcı, tekçi, diktatör bir yönetime sahipti ve hiç kimse bu yönetimin
demokratik ve adil olduğunu söyleyemez, söyleyenlerde yalan söylerler ya da
çıkarları doğrultusunda bunun böyle olduğunu söylerler. Suriye’yi yöneten BAAS
rejimi, halkı ezip katlediyordu ve halklar arasında ayrımcılık yapıyordu.
Devletin adı Suriye Arap Cumhuriyeti yani bundan da anlaşılacağı gibi Suriye’de
sadece Araplar yaşıyormuş gibi yada sadece Arapların hakları garanti
altındaydı. Diğer etnik ve dini kesimler ise ikinci plana düşüyor hatta
vatandaş bile kabul edilmiyorlardı. Cizîrê Kantonunda yüzbinlerce Kürdün
kimliksiz bırakılması ve hatta vatandaş bile sayılmaması buna en büyük
örnektir. BAAS rejimi tekçi zihniyete sahipti, kendinden olmayanı yok
sayıyordu, görmüyordu veyahut en uç noktada da katlediyordu. Ama bu yönetim
kendince ‘demokratik ve adildi’ ve kendini böyle biliyordu. Parlamenter sistemini
ele alacak olursak-şekli-tüm yetkiler birkaç kişinin elinde toplanmıştı. Bu
düzen değişmeliydi. Değişiyor da ama nasıl bir yöne doğru değişiyor.
Suriye’nin içine düştüğü
yol veya bataklık kuşkusuz Dera-Amûdê halkının amaçlarına cevap değil, tam
tersine sorunu derinleştirdi. Başta küresel güçler ABD-Rusya ve Ortadoğu’nun
büyük güçleri İran-Türkiye-Suudi Arabistan Suriye’den kendilerince çıkar
devşirmeye çalıştılar. Hepsi kendilerince Suriye ateşine su dökecekleri yerde
benzin döktüler. Suriye kaosundan kendilerine ekonomik ve siyasi güç devşirmeye
çalıştılar. Ve Suriye halklarının amaçlarına ters bir süreç başladı. Suriye’de
BAAS rejimine muhalefet adıyla onlarca paravan çete grupları boy göstermeye
başladı. Türeyen çete grupları Suriye’de rejimle savaşıp, halkların amaçları
doğrultusunda hareket edecekleri yerde namlularını nadiren rejime çevirdiler,
çoğunlukla rejim tarafından ötekileştirilen mazlum halka silah sıktılar.
Suriye’de artık rejimden daha tehlikeli ve kan emici gruplar otorite savaşı
yürütüyorlardı. Çok geçmedi bu sözde muhalif gruplarında aslında rejimden farklı
olmadıkları, hatta daha tehlikeli oldukları Suriye halkları tarafından görüldü.
Ama gelin görün ki bu çete grupları küresel ve bölgesel güçler tarafından
desteklendi, gerçek muhalefetmiş gibi lanse edildi ve muhatap olarak görüldü.
Bu çete grupları onca katliam ve insanlık suçları işlemelerine rağmen dünya ve
bölge halkları tarafından görülmedi çünkü başta Türkiye-Katar-Suudi Arabistan
olmak üzere birçok bölge devleti yirmi dört saat bu grupları temize çıkarmaya
çalıştılar. Ama tüm küresel-bölgesel güçlerin hesaba katmadığı veya dışladığı
bir şey vardı oda Suriye halkları kimse onları dinlemedi. Suriye halklarını
olduğu gibi kabul etmedi. Ama Suriye halkları da var olduklarını Kürtler
öncülüğünde dile getirdiler ve ne tekçiliği dayatan rejim tarafını nede
katliamcı, tekçi ve dış güçlerin kontrolündeki güçlerin ekseninde hareket eden
sözde muhalefet tarafına geçmediler. Çünkü hiç biri Suriye halklarını olduğu
gibi kabul etmiyordu ve Kürtler ve Suriye halklarına hep ‘ya bizim gibi olup
yanımızda yer alırsınız ya da karşımızda durursunuz’ diyorlardı. Buda
gösteriyordu ki aslında hiç birinin diğerinden farkı yoktur. Her iki taraftanda
umudunu kesen Kürtler ve Suriye halkları üçüncü çizgi adıyla mücadelelerini
yürütmeye başladılar. Kısa bir zamanda tüm Suriye yangın yeriyken Rojava
halkları özgürce yaşıyorlardı. Esen
özgürlük rüzgârı iki tarafın ve bölgesel güçlerin öfkesine neden oldu ve
terörist gruplarını Rojava şehirlerine saldırttılar. Rojava’da katliamlar
yaptılar. Bunları yaparken de bazı Kürtler yapılanları alkışlıyorlardı. Sözde
Suriye muhalefeti içindeki bazı ruhlarını satmış Kürtler terörist grupların
Rojava’da yaptıkları insanlık suçlarına kılıf uydurmaya çalışıyorlardı. Rojava
içinden bazı kesimleri buna destek olmak için ayağa kaldırıyorlardı. Bu katliamları
yapan ve bunlara destek yürüşü yapan her kim olursa olsun ruhlarını satmış ve
insanı duygularını yitirmiş olmalıdırlar. Bunun başka izahatı olamaz.
Serêkanî’ye saldırılar olduğu zaman ENKS bileşenleri saldırganlara destek
yürüyüşleri düzenliyorlardı. Yürüyüşlerinde en çok öne çıkan ortak amaç
Serêkanî’ye saldıran Özgür Suriye Ordusu (ki bunun içinde El Nusra, Ehrar el
Şam, DAIŞ ve onlarca terörist çete grupları yer alıyordu. Bu gruplar sözde
Suriye Muhalefeti tarafından destekleniyorlardı ve propagandası yapılıyordu)
yapılan destek yürüyüşleriydi. Bu saldırılardan önce Rojava halkları sorunsuz
yaşıyorlardı ama bu grupların ellerindeki bölgelerde her gün savaş, ölüm ve
insanlık suçları yaşanıyordu. Bu çete grupları gittikleri her yere yıkım ve ölüm
götürdüler. Buna rağmen onlara destek vermek var olan huzuru bozmak anlamına
geliyordu. Bunu isteyenlerde kuşkusuz kötü amaçlı kesimlerdir. Hem Suriye
muhalefeti içindeki Kürtler ve onların sahadaki yansımaları Rojava’da var olan
huzurun bozulması için ellerinden gelen her şeyi yaptılar ve dış medyada
bunları pohpohlayarak servis ediyordu. Sanki Rojava’da dikta bir rejim varmış
ve değişim isteyen kesimlermiş gibi servis ediliyordu. Suriye bilinçli bir
şekilde bir yangın yerine çevrilmek isteniyordu.
Dışardada Suriye sorununa
çözüm ve Suriye’nin geleceğinin belirlenmesi için onlarca toplantı yapılıyordu.
Başta Türkiye-Suudi Arabistan-Katar ve İran-Rusya olmak üzere kendilerini
Suriye’nin dostlarıymış gibi gösterip sorunu derinleştiriyorlardı.
Ulusal ve bölgesel düzeyde gerçekleştirilen toplantılarda çeteler-sözde
muhalefet ve onların dıştaki destekçileri kendilerince çözüm toplantıları
düzenliyorlardı. Doha, Riyad, Amman, Ankara, İstanbul, Viyana ve Cenevre’de
defalarca toplantılar düzenlendi. Tek taraflı bazen de hükümet kanadını da
toplantılara katarak ama yine çözüm yerine çözümsüzlük derinleşiyordu. Dış
güçler üçüncü çizgi olan gerçek muhalefeti hiçbir şekilde kabul etmeyip ve o
toplantılara davet etmediler. Yani dış güçlerin amacı sorunu çözmek değil,
sorunu daha çok derinleştirmek ya da istedikleri bir çözüm geliştirmekti.
Suudi-Katar-Türkiye, ‘çözümü biz getiririz’ mesajı veriyorlardı. Suriye
devriminin başından ve öncesinden beri bu güçler Suriye sorununa dahil oldular
ve kendilerince yönlendirdiler. Şimdi geriye baktığımızda belki zorlu bir
devrim olacaktı bu devrim ama bu kadar zorlu ve kanlı olmasının nedeni sözde ‘Suriye’nin
dostlarından’ kaynaklanıyor. Suriye’yi, Türkiye-Suudi-Katar çözüme
kavuşturamaz, tersine çözümü ve birlikte yaşamı imkansız hale getiren güçlerin
ta kendileri bunlardır. Bir Afgan, Çeçen, Tunuslu, Türk, Avrupalı, Ürdünlü vb.
ırkların Suriye’de ne işi var? Bunları Suriye’ye getiren ve Suriye’yi bataklığa
sürükleyen, Suriye halklarına kurşun sıktıran Suudi-Türkiye-Katar’dır. Eskiden
Suriye’nin bir zalimi vardı, şimdi onlarca zalimi var.
Küresel-bölgesel güçler
çıkarları doğrultusunda hareket ediyorlar ama önemli olan Suriye ve dünya
halklarının gerçekleri görmesidir. Suriye’ye dahil olan küresel-bölgesel güçler
Suriye’nin hayrına değil Suriye’nin kötülüğenedir. Suriye’yi kendilerinin
istedikleri bir şekilde değiştirmek istiyorlar. Onun içinde herkes anlamalı ki
bunlar çözüm değil çözümsüzlüğü getirirler.
Gabar Roj
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.com – www.lekolin.org –
www.lekolin.net – www.lekolin.info – www.navendalekolin.com
:” ”
:””
” “,” ”
Gabar RojKürdistan Stratejik Araştırmalar Merkeziwww.lekolin.com – www.lekolin.org –
www.lekolin.net – www.lekolin.info – www.navendalekolin.com