Türk ve Müslüman olmayan herkesi yok etmek ya da asimile etmek üzerine kurulan soykırımcı T.C. Devleti, Anadolu ve Bakurê Kürdistan’ı Türkleştirmek için bu toprakların kadim halklarını yok etmeye yönelirken onların içerisinde yaşadığı mekanı/doğayı da soykırım politikalarının bir parçası olarak yok etmeyi/tahrip etmeyi esas almıştır. Bundan ötürü de Soykırımcı T.C. Devleti, kuruluşundan günümüze kadar mekân/coğrafya ile kurduğu ilişkiyi, öteki ve etnik/dinsel farklılıkla kurulan ilişkiyle birlikte yürütmüştür. Soykırım uyguladığı halkların, içerisinde yaşadığı coğrafya da dışsallık ve ötekilik üzerinden yaklaşarak yok edilmesi gereken bir etken olarak görmüştür. Bunu, Cumhuriyet’in ilk yıllarında Anadolu ve Bakurê Kürdistan’da Hıristiyan halkları (Ermeni, Rum, Süryani) tasfiye etmek için başlattığı soykırım saldırılarında rahatlıkla görmek mümkündür. Bu halklara dönük soykırım uygularken onların yaşadığı coğrafi bölgelere ve yaşam alanlarına da soykırım çerçevesinde yaklaşmıştır. Hıristiyan halkların yaşadığı evler, dini ve tarihi mekanlar, ormanlık vb. yerleri yakıp yıkarak ortadan kaldırmayı esas almıştır.
Türk ve Müslüman olmayan herkese ve herşeye düşmanlık üzerinden yaklaşan faşist rejimin bununla amaçladığı; Türk ve Müslüman olmayan bütün etnik ve dini yapılara ait değerleri, onların etnik-dinsel kimliklerini hatırlatan, çağrıştıran tarihi, coğrafi bütün izleri de yok ederek bu topraklardaki toplumsal hafızayı silip Türklük üzerine kurulu yeni bir hafıza inşa etmektir.
Soykırımcı T.C. Devleti uyguladığı soykırımlarla Hıristiyan halkları yok etmenin eşiğine getirdikten sonra Türklüğe dayalı homojen ulus devlet önünde tek engel olarak Kürtleri görmeye başlamıştır. Daha kalabalık bir nüfusa sahip ve dağlık bir coğrafyada yaşayan Kürtleri tasfiye etmek için daha kapsamlı, ince detaylara kadar hesaplanmış soykırım planları hazırlamıştır. Bu kapsamda da günümüze kadar sömürgeci sistemin Kürtlere karşı yürütülecek soykırım politikalarının temel planı olan “Şark Islahat Planı” hazırlanarak 8 Eylül 1925’te Bakanlar Kurulu’nca kabul edilir. 1925 yılı ile birlikte Kürtlere karşı soykırım saldırıları başlatan faşist T.C. Devleti’ne karşı Kürtler 1938 yılına kadar direniş hareketleri geliştirirler. Bu yıllar boyunca sömürgeci sistem soykırım saldırıları ile Kürdistan’ı yeniden işgal ederek zapt-ı rapt altına almaya çalışmıştır. Kürt-Kürdistani bütün değerler hedef alınmıştır. Kürtler fiziki soykırımdan geçirilirken, Kürdistan coğrafyası/doğasına karşı da savaş açılarak soykırım saldırılarının bir parçası olarak hedef haline getirilmiştir. Her soykırım saldırısında Kürt köyleri, mezraları, tarlalar, ormanlık alanlar, mağaralar, dağlar, vadiler yakılıp yıkılarak tarumar edilmiştir.
Soykırımcı T.C. Devleti’nin Bakuré Kürdistan’ı “ebedi Türk yurdu” haline getirmek için Kürtler ve Kürdistan coğrafyası üzerinde gerçekleştirdiği soykırım saldırıları 1930’lu yıllar boyunca sürmüş ve 1938 yılında Dersim Tertelesi ile zirveye çıkarılmıştır. Dérsim’de on binlerce insan katledilirken Dérsim doğası, coğrafyası da katliamlardan geçirilir. Dersim Tertelesi’nde kitle imha silahı olarak da bilinen zehirli/kimyasal gaz kullanılmış, bu gazın insanlarla birlikte bir bütünen doğayı da yok ettiği bilinen bir gerçektir.
1940’lara gelindiğinde Kürdistan’daki bütün direniş dinamiklerini bastıran işgalci T.C. Devleti, Kürt halkına karşı kültürel soykırım politikalarına hız verirken Kürdistan ekolojisini tahrip ve yok etme politikalarını aralıksız bir şekilde sürdürmüştür. İktidar partisi CHP’nin 1944 yılında hazırlamış olduğu azınlık raporunda geçen ve Kürdistan’da yürütülecek iskan politikasının “Temsil (asimile) edilmesi istenilen milletin coğrafyasının parçalanması ve bu suretle topluluğunun bozulması ilkesiyle yapılmalıdır” şeklinde dillendirmesi bu yıllarda Kürdistan coğrafyası üzerinde yapılan saldırıların planlı bir tarzda sürdürüldüğüne ışık tutmaktadır.
Sömürgeci sistem, PKK’yi gerekçe göstererek 1980’lerin sonlarına doğru Kürdistan coğrafyasına dönük gerçekleştirdiği saldırılarını daha planlı, sistematik hale getirir. Bu kapsamda; 10 Temmuz 1987 tarihinde “Şark Islahat Planı’nın güncellenmiş hali ve aynı zamanda sömürge valiliği olan Olağanüstü Hal Bölge Valiliği kurularak Bakuré Kürdistan’ın önemli bir kısmı olağanüstü hal kapsamına alınır. 1990 yılında olağanüstü Hal’in kapsamı genişletilir. Aynı yıl yapılan yasal değişiklikle “güvenlik yönünden gerekli düzenlemeleri yapabilmek için geçici veya sürekli olarak görev alanı içinde bulunan köy, mezra, kom ve benzeri yerleşim birimlerini boşalttırabilir, yerlerini değiştirebilir, birleştirebilir ve bu maksatla gereken kamulaştırma ve diğer işlemleri re’sen ve ivedilikle yapabilir” denilerek OHAL valiliğin yetkileri genişletilir. Bu yasa ile birlikte hem köy boşaltmalarının hem de “diğer işlemleri re’sen ve ivedilikle yapabilir” denilerek anti-demokratik, insanlık dışı uygulamalarının “yasal” alt yapısı oluşturulur. Yine, aynı minvalde 1993 yılının Şubat’ında, TC’nin dönemin Cumhurbaşkanı olan Turgut Özal’ın Başbakan Süleyman Demirel’e gönderdiği bir raporda mevcut durumda sürdürülen köy boşaltmalarına devam edilmesi, daha da üst düzeye çıkarılması istenir. Aynı raporda “çözüm için öneriler” kısmında şunlar belirtilmektedir. “En kritik yerlerden başlayarak Güneydoğu’daki dağlık bölgelerden köy ve mezraların tedricen boşaltılması ve plan dahilinde, ülkenin batı kesimlerine serpiştirilerek yerleştirilmesi düşünülmelidir. Bölgede cazibe merkezleri olarak belirlenecek bazı illere yatırım ve yerleşme için özel bir teşvik sistemi uygulanarak, yatırım ve yerleşme için çekici hale getirilmeli, böylece kırsal kesimin boşaltılması teşvik edilmeli ve kolaylaştırılmalıdır.”
Soykırımcı T.C. Devleti yasal düzenlemeler adı altında yaptığı bu soykırım planları ile 1990’lı yıllarda Kürt halkına ve Kürdistan coğrafyasına dönük topyekun imha saldırıları gerçekleştirir. Bu yıllarda Kürdistan’da binlerce köy, mezra yakılıp yıkılarak milyonlarca Kürt Türkiye metropolerine sürülür. Gerillanın barınak alanı olduğu gerekçesiyle ormanlık alanlar yakılır, dağlar, vadiler, mağaralar bombalanır, kimyasal silah kullanır.
Soykırımcı TC’nin Kürdistan ekolojisi üzerinde gerçekleştirdiği katliamlar kuruluşundan bu yana hiçbir dönem kesintiye uğramamış, her zaman bir devlet politikası olarak sürdürülmüştür. Fakat bu saldırılar AKP’nin 2002 yılında iktidara getirilmesi birlikte daha kapsamlı, sistematik ve planlı hale getirilmiştir. AKP iktidara yerleştikten sonra Kürt ve Kürdistan’a dönük imha ve işgal saldırılarına hız vermiş, yoğun bir şekilde özel savaş uygulamalarını devreye sokmuştur. Kürt-Kürdistani olan herşeye düşmanlık temelinde oluşturulan politikalarla yaşamın her alanı soykırım cenderesi altına alınmak istenmiştir.
Faşist AKP, Kürt soykırımını sonuca götürmek için Kürtlere karşı topyekûn imha saldırıları gerçekleştirirken, soykırım politikalarının bir parçası olarak TC’nin Kürdistan’da yürüttüğü ekolojik yıkım ve tahribatı da had safhaya çıkarmış ve aynı zamanda bu politikayı bütün Kürdistan’a yaymayı kendisine temel politika olarak belirlemiştir. Bu bağlamda da faşist AKP iktidarı ile beraber ekolojik yıkım saldırıları Kürdistan’ın Başur ve Rojava parçalarına da taşırılmıştır.
Aynı zihniyete sahip MHP ile 2015 yılında kurduğu ortaklıkla birlikte Kürdistan’da yürüttüğü kirli-özel savaşı had safhaya çıkaran AKP, Bakur’da yürüttüğü soykırım saldırılarını, kirli-özel savaş yöntemlerini Başur ve Rojava’ya da taşırarak bütün Kürt kazanımlarını ortadan kaldırmayı kendi önüne temel hedef olarak koymuştur. Bu kapsamda da Başur ve Rojava’da uluslararası hegemonik güçlerin ve yerel işbirlikçi konumunda olan KDP’nin desteği ile sürekli işgal saldırıları düzenlemektedir. Bu saldırılarda Kürt coğrafyası da özel olarak hedeflenmektedir.
Faşist AKP-MHP özel savaş kliği Bakur, Başur ve Rojava’da sürdürdüğü soykırım saldırılarında Kürt-Kürdistan’a ait bütün herşeyi yok etmeyi, ortadan kaldırmayı temel strateji olarak izlemektedir. Kürt coğrafyasına yönelimi de bu kapsamdadır. AKP-MHP faşist iktidarı Kürt-Kürdistan coğrafyasına/doğasına neden bu kadar saldırmaktadır? Öncelikle bunu irdelemek gerekir. Bir halk, bir toplum için doğa; geçmiş, şimdi ve geleceğin şekillendiği bir bütünselliktir. Bu bütünsellik; bir toplum için geçmişten günümüze etrafında veya içerisinde gerçekleşmiş her şeyi içermektedir. Özcesi doğa, toplumun tarihselliği ve bu tarihsellik bağlamında geleceğidir. Bu çerçevede de Kürdistan’ın herhangi bir bölgesinde gerçekleştirilen ekoloji katliamı ya da tahribatı aynı zamanda geçmişten geleceğe o bölgenin içerisinde gerçekleşmiş olan her şeyi yani tarihselliğinin ortadan kaldırılmasıdır. Çünkü bir halkın tarihi onu çevreleyen maddi ortamın içerisinde muhafaza edilmektedir. Toplumun maddi ortamını oluşturan ekoloji/doğa yok edildiğinde o toplumun tarihi de yok edilmektedir. Sömürgeci T.C. Devleti’nin Cumhuriyet tarihi boyunca ve bugün de faşist AKP-MHP özel savaş kliği eliyle daha yoğunluklu olarak Kürdistan’da sürdürdüğü doğa katiamların asıl nedeni de budur. Soykırımcı T.C. Devleti Kürdistan ekolojisini, coğrafyasını katlederken aynı zamanda Kürtlerin kendi coğrafyaları içerisinde muhafaza ettikleri geçmişlerini dolayısıyla geleceklerini de yok etmektedir.
Günümüzde AKP-MHP faşist iktidarı tarafından Kürdistan’da sistematik bir şekilde sürdürülen doğa katliamları kapsamında yapılan/yapılmakta olan yüze yakın Baraj ve hes, Rojava’nın işgal edilen yerlerinde tarihi yerlerin yok edilmesi, Efrin’de asırlık zeytin ağaçlarının kesilmesi, Rojava coğrafyasının sürekli bombalanması, yine Zap, Avaşin ve Metina başta olmak üzere Kürdistan dağlarının, ormanlarının bombalanması, buralarda kimyasal silahların kullanılması, Besta, Cudi, Bagok ve Dérsim gibi birçok alanda yapılan orman katliamlarının hepsi Kürtlere karşı yapılan soykırım politikalarının bir parçası olarak yürütülmektedir.
Sonuç bağlamında tüm bunlardan hareketle şunları belirtmek mümkündür: Sömürgeci-soykırımcı T.C. Devleti cumhuriyet tarihi boyunca Kürdistan’da yürüttüğü doğa katliamlarına gerekçe olarak güvenlik, çatışma vb. nedenleri öne sürmüş ve sürmektedir. Oysa bunlar, soykırımcı zihniyetin asıl amacını gizlemeye dönük çabalardır. Soykırımcı sistemin Kürdistan’da yürüttüğü doğa/ekoloji katliamları taktiksel ya da dönemsel olarak başvurduğu uygulamalar olmayıp TC’nin Kürtlere dönük soykırım politikalarının bir parçası olarak hayata geçirmeye çalıştığı stratejik planlamalarından biridir. Soykırımcı TC’nin Kürdistan’da yürüttüğü doğa katliamlarına bu çerçevede yaklaşmak ve bu yaklaşıma denk bir tutum göstermek, direnişe geçmek her Kürdün, kendisine ekolojist, çevreci, yurtsever, demokrat diyen herkesin temel görevi olmaktadır.
Firaz GARZAN