17 Kasım 2009 Salı Saat 16:04
Türkiye’ye demokratik siyasette yer almak için geldiklerini
belirterek, “Yıllarca acı çekmiş, yıllarca bastırılmış ve baskı altında
yaşamış korkuyla hep bir yaşam sürdürtülmüş, böylesi bir ortamdan çıkıp
dillerinde özgürlük isteyen, artık korku, savaş içinde yaşamak
istemeyen, bir toplumun haykırışını şov diye nitelendirmek bir
gaflettir” dedi. Barışın sadece kendilerinin özlemi olmadığını dile
getiren Gençdal, “Barış tek taraflı gelişmez. Türk, Kürt aydınları ve
sanatçıları, tüm halkları kapsayan aydınlar ve sanatçıların bunun için
de yer alması gerektiğini düşünüyoruz” diye konuştu.
PKK Lideri
Abdullah Öcalan’ın çağrısı üzerine Kandil’den gelen barış grubunun
sözcüsü olan Mehmet Şerif Gençdal, Kandil’den çıkıp Diyarbakır’a kadar
süren yolculuklarını ajansımıza anlattı.
*Kürt açılımı
konusunda tıkanan bir süreç vardı. Bu sürecin aşılması için Abdullah
Öcalan’ın çağrısı üzerine geldiniz. Nasıl bir misyonla geldiniz.
9
Ekim günü Kürt Halk Önderi Sayın Abdullah Öcalan avukatları ile yaptığı
görüşmede Türkiye’de demokratik siyasetin tıkandığını dolayısıyla bu
sürecin önünün açılması gerektiği konusunda belirlemeler yapmıştı.
Ardından bu tıkanıklığı aşabilmek için Kandil, Maxmur ve Avrupa’dan 3
barış grubunun Türkiye’ye gelerek bir süreç başlatmasını istedi. Bu
görüş PKK tarafından benimsendi. Sayın Öcalan’ın önerisi orada da kabul
gördü ve bunun uygulamaya dönüştürülmesi konusunda da bir karara
ulaşıldı. Karara ulaşıldıktan sonra tüm güçlerimize çağrılar,
bilgilendirmeler, yapıldı. Böylesi bir sürecin yeniden başlatılması
açısından, demokratik siyasetin önünü açabilmek için, yapılan çağrıya
arkadaşlardan da başvurular yapılmıştı. Biz de bu başvurular içerisinde
yerimizi aldık. Bu başvurularımızı PKK değerlendirdi. 8 kişilik grup
içerisinde bizler de yer aldık. Kandil’den gelen grup bu şekilde
netleşmiş oldu. Özellikle gidişimize yönelik ne tür taleplerimizin
olduğu, taleplerimizi de belirleyen çeşitli yazılar da hazırladık.
Geliş sürecimiz böyle başladı.
*Bu sürecin gelişmesine ilişkin tartışmalar yaşandı. Bu sürecin mimarı kimdi?
29
Mart seçimlerinden sonra Türkiye siyasetinde yeni adımlar, yeni
tartışmalar diyebileceğimiz bir süreç başladı. 13 Nisan’da PKK’nin
geliştirmiş olduğu eylemsizlik kararı ile yeni bir sürecin
başlangıcının adımları atıldı. Eylemsizlik süreci aslında diyaloga
çağrı, müzakerenin başlatılması için bir zeminin yaratılması bunun
mesajıydı. Orada yapılmak istenen esas çalışma bu yönlüydü. Kürt ve
Türk toplumu içerisinde bir güven ortamının yaratılması. Ve bu güven
ortamının yaratılmasında PKK’nin başlatmış olduğu bir süreç olduğu
tartışma götürmez. Operasyonların durmadığı bir yerde eylemlerin
durdurulması bu sürecin kimin tarafından başlatıldığı çok açık bir
şekilde gösterdiği kanısındayım. Türkiye cephesinde de bir tartışma
süreci başladı. Oraya geçmeden şunu vurgulamak da yarar var.
Eylemsizlik kararına gidişte de Sayın Abdullah Öcalan’ın rolünün büyük
olduğunu görmek gerekir. Bu çağrılar görülmeden yapılacak
değerlendirmelerde yanlışlıklar çıkar. Dolayısıyla sürecin mimarının
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan olduğunu rahatlıkla belirtebilirim.
Gelişimize yönelik de yapılan çağrıyı Abdullah Öcalan yaptı. Bu öneriyi
PKK kendi içinde tartıştı ve onayladı. PKK kadroları da bu çağrıya
cevap verdi. Zaten bizim gelişimizdeki temel neden de Sayın Abdullah
Öcalan’ın yaptığı çağrının bir parçası olmak istedik. Yoksa devlet
yetkililerinin yaptığı çağrı üzerine böylesi bir girişimde bulunmadık.
Aksine öyle bir çağrı yapılsa da böyle bir geliş olmayacağı bizim
açımızdan oldukça nettir. Bu geliş sadece Öcalan’a olan bağlılığımızın
bir ifadesi bu bağlılığı aynı zamanda PKK’de göstermiştir. Yine sayın
Öcalan’a bağlı tüm Kürt toplumumun göstermiş olduğu yaklaşım ve Kürt
toplumuna bağlılığımızın bir ifadesi olarak geldik. Yoksa devlet
yetkililerinin yapmış olduğu çağrıdan kaynaklı bir geliş durumu söz
konusu değil. Bizim gelişimiz onların çağrısı üzerine olmayacağı çok
net.
*İlk kitlesel karşılaşma Federal Kürdistan
Bölgesi’nde oldu. Orada belki de ilk defa böyle kitle toplandı. Kısa
bir süre önce seçimler vardı orada ancak hiçbir parti böyle bir kitleyi
bir araya getirememişti. Ama sizin gelişinizi kitle büyük bir coşku ile
karşıladı. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Doğru
sizin de belirttiğiniz gibi Güney Kürdistan’da ilk defa böyle bir
eylemsellik gelişiyor. Bu hareketlilik de aslında Sayın Öcalan’a olan
bağlılığın bir ifadesi olarak açığa çıktı. Kendi bağrından çıkan
kadroları sahiplenmenin yanı sıra bu çağrıya sahip çıkmak isteyen bu
çağrının bir parçası olmak isteyen, kadrolarını da uğurlayan bir
pozisyondaydı. Güney kitlesi için de önemli bir bağlılık mesajı vardı.
Bunun iyi anlaşılması gerekiyor. Bu sürecin yeniden ele alınıp
değerlendirileceğinin bir heyecanı bir coşkusu vardı. Bu grubun barışa
bir vesile olabileceğinin umudunu taşıyordu. Bu sevinçle bu coşkuyla
bizi karşıladılar ve sınır kapısına kadar getirdiler. Çok görkemli bir
karşılama ve uğurlamaydı. Bu açıdan oradan da Kürt halkının verdiği
mesaj önemliydi. Bizler açısından da bu mesajlar alındı. Bu mesajların
doğru değerlendirilmesi için ilgili yerlere ulaştırabilmek, bu
mesajların doğru değerlendirilmesi için gerekli girişimlerde
bulunmaktı. Amaç buydu. Oradaki kitle bizler açsından görmek onları
olmak da büyük bir şans
*Türk yetkililer ile ilk temas Habur Sınır kapısında başladı. Mektupları verdiğiniz ilk anı biraz anlatabilir misiniz?
Bizler
de nasıl karşılanacağımızı bilmiyorduk. Hem Kandil, hem Maxmur grubumuz
orada birleştikten sonra 3-4 kişilik bir heyet olarak sınır kapısına
doğru gittik oradaki yetkililer ile tartışıp geliş amacımız anlattık.
Onurlu bir barış, demokratik siyasetin geliştirilmesi, Türk ve Kürt
toplumu arasında toplumsal bir uzlaşının gelişmesi için barış grupları
olarak geliyoruz ve geçmek istiyoruz dedik. Türk yetkililerinin bize
karşı yaklaşımları oldukça olumluydu. Herhangi bir sıkıntı
çıkarmadılar. Her vatandaş gibi bizim de öncelikle kimlik
bilgilerimizin alınması gerektiğini, ardından gümrük işlemlerimizin
yapılarak savcılığa gönderme durumu olduğunu bunun ötesinde farklı bir
şeyi yapamayacaklarını, kararın savcılığın vereceğini söylediler.
Savcılıkta nasıl bir yaklaşım gelişeceğini bilmiyorduk. Geri dönüp
gruptaki bütün arkadaşlarla tartışarak, sonucunun ne olacağını
bilmememize rağmen, amaçlarımız uğruna, bedeli ne olursa olsun gitme
kararı aldık. Giderken PKK’den PKK yöneticilerinin bize verdiği 4
mektubu da yetkili mercilere teslim ettik. Daha sonra kimlik bilgileri
yapıldıktan sonra savcılığa gittik
*Savcılık aşaması da çok tartışıldı. 221. maddeden yararlanıldı gibi tartışmalar yapıldı. Sorgulama süreci nasıl sürdü?
Savcılık
bize, niye geldiniz? Geliş amacınız nedir? Ne yapmak istiyorsunuz?
şeklinde sorular sordu. Hemen hemen tüm arkadaşlara bu yönlü sorular
gelişti. Biz nasıl geliş amacımızı ifade ettiysek özellikle savcıların
amacı tüm sorgulama sürecinde arkadaşlarımıza dolaylı ya da direk
olarak 221’i bize uygulatıp öyle bırakmaktı. Fakat bütün arkadaşlarımız
kesin olarak 221’den yararlanmak için gelmediklerini, teslim olmak için
gelmediklerini söylediler. Güney Kürdistan’dan yola koyulduğumuz zaman
da yürüyüşün hedefi vardı. Sınırda durmak gibi bir hedefimiz yoktu.
Sınırda teslim olmak gibi bir durum da yoktu. Sınırdan geçmek
istiyorduk. Biz sınırdan geçmek isterken onlar bunu bir teslim olarak
verse de aslında yakalandık. Biz orayı geçmek istiyorduk fakat
geldiğimiz gibi geçemedik. Bu doğallığında yakalanma durumu oluyor.
Bizim ne 221’den yararlanmak ne de eve dönmek gibi bir niyetimiz vardı.
Bizim buraya gelişimizin temel amacı, Türkiye’de demokratik siyaseti
geliştirmek için bir ön ayak olmak, bir tartışma zemini başlatmak
istedik. Barış çalışmalarını başlatmak istedik. Artık savaşın bir çözüm
olmadığını, diyalog yöntemiyle daha uygar yöntemlerle tartışmalarla
sürecin geliştirebileceğini, bununla da müzakerelerin önünün
açılabileceği konusunda değerlendirmelerde bulunduk.
*Öcalan’ın çağrısından sonra Habur Sınır Kapısından Silopi’ye ilk giriş yaptığınız da neler hissettiniz?
Muhteşem
bir duyguydu. Kelimelerle belki tarif edilemeyecek bir duyguydu. Bu hem
bizim açımızdan hem de Silopi’deki kitlenin gözlerinden de bu
okunuyordu. Kendi bağrından çıkmış dağlarda uzun süre yaşamış kişilerin
yeniden kendi içine dönmüş olması kitleyi de fazlasıyla
duygulandırmıştı. Büyük bir heyecan, gözlerinde ise mutluluk vardı.
Sevinç gözyaşları vardı. Aynı duygular bizde de yaşanıyordu. Uğruna
mücadele etmek istediğin bir toplumla karşı karşıyasın. Onların barış
özlem ve talepleri var. Sen de bunun için gelmişsin ve onlarla
buluşuyorsun. Hepsinin buluştuğu nokta ise Sayın Öcalan’ın çağrısı
oldu. Burada tüm yürekler bir olup, tüm gözler bir yere baktı, tüm
düşünceler bir yeri okudu. Yani duygusu tarif edilemez.
*
Yol boyunca karşılamalar sürdü. Habur sınır kapısında 24 saatten fazla
bir süre beklediniz. Bu gösteri ve karşılamalar ‘şov’ şeklinde
nitelendirildi. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bir
toplumun özlemini şov olarak nitelendirmek doğru bir yaklaşım değildir.
Bir de ’empati yapılsın’ deniliyor. O zaman Türk yetkililerinin de
biraz empati yapması gerekiyor. Ya da bu şov yapıyor diyenlerin empati
yapması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü yıllarca acı çekmiş, yıllarca
bastırılmış ve baskı altında yaşamış korkuyla hep bir yaşam
sürdürtülmüş, böylesi bir ortamdan çıkıp dillerinde özgürlük isteyen,
artık korku, savaş içinde yaşamak istemeyen bir toplumun haykırışını
şov diye nitelendirmek bence bir gaflettir. İnsanların yüreğinden gelen
doğal duygulardır. Onlar da kendi evladını karşılıyor. Oradaki
insanların hepsi kendi evladını karşıladı. Her birimizin şahsında kendi
evladını gördü. Her biri sloganlarıyla, gözleriyle, buluşma
istemleriyle ayrı mesajlar verdi. Bu bir şov değildi. İnsanların
doğasında olan, uzun yıllara yayılmış bir ayrılığın yeniden
buluşmasının mutluluğu olarak değerlendirilmesi gerekir. Bu bir
realitedir. Yine bu süreçte bir barış şehidi verdik. İdil’de Resul
İlçin katledildi. Asıl provokasyonlar bunu yapanlar ve göz yumanlardır.
Biz Maxmur ve Kandil’den gelen barış grubu olarak Resul İlçin’in anısı
önünde saygıyla eğiliyoruz. Onun özlemini duyduğu barışı yaratmak için
onun anısına bağlılığımız adına halkların özlemi barışı bu topraklarda
yaşam bulmasını sağlamak için her zamankinden daha fazla çaba
göstereceğiz.
* Karşılamaların finali Diyarbakır’da yapıldı. Diyarbakır’daki karşılamayı nasıl buldunuz?
Doğru
belki final Diyarbakır’da oldu ama yol boyu duyguları anı anına
yaşadık. Cizre’de bizi karşılayan yüz binler, sabaha kadar bizi
bekleyen Nusaybin’deki karşılama kelimelerle tarif edilemez.
Kızıltepe’de buluşan on binlerin buluştuğu ortak nokta Amed oldu. Yol
boyunca karşılamanın dışında Türkiye’nin tamamında karşılama oldu.
Yanımızda olmasalar da, biz oralara gidemesek te bir karşılama vardı.
Hepsinin verdiği mesajlar ve umutları aynıydı. Bu özlemler Amed’de bir
görkeme dönüştü.
* Türkiye’ye giriş yaptıktan sonra
Diyarbakır’da halkın karşısına ilk kez sivil elbiselerle çıktınız. Bu
şekilde bir mesaj mı vermek istediniz?
Doğru.
Diyarbakır’a ulaştığımız zaman artık sivil giysilerimizle kitlenin
karşısına çıktık. Orada da vermek istediğimiz mesajlar vardı. Bu bir
yürüyüştü. Amed’e kadar geldi. Fakat burada da sonlanmayacak bir
yürüyüş. Yürüyüş devam edecek. Uzun soluklu bir yürüyüştür. Fakat
Amed’de şöyle bir mesaj da vermek istedik. Bundan sonra biz demokratik
siyasete katılmak istiyoruz. Türkiye’de demokratik siyaset ortamının
oluşturulmasını istiyoruz. Dolayısıyla demokratik siyaset sivil
elbiselerle yapılır. Elbette diğer elbiselerle de siyaset yapılabilir.
Fakat koşullar itibariyle böyle çıkılmasının daha uygun olacağını
düşündük. Geliş amacımız ile de bağlantılı. Çünkü bundan sonra burada
kalacağız. Barış için yürüteceğimiz çalışmaların askeri elbiselerle
devam etmek doğru olmazdı. Demokratik siyasete katılmak istediğimizin
mesajını verdik.
* Bundan sonraki süreci planladınız mı? Barış Meclisi çatısı altında mı çalışacaksınız?
Barış
Meclisi içinde yer alacağız. Fakat şimdi bir bütünen bu meclisin
çalışma tarzını da öğrenmeye çalışıyoruz. Ama bu çalışmaları
alabildiğince geliştirmek istiyoruz. Çünkü Türk ve Kürt halkının
özlemi, umudu barıştır. Bundan sonra sürecin demokratik, barışçıl
yöntemlerle devam ettirilmesi gerekir. Bu umudu taşıyoruz. Elbette bu
süreç basit gelişmeyeceği de görülüyor. Gelişimizden sonra yapılan bir
değerlendirme ve açıklama var. Bunun da kolay olmayacağı kesindir.
Bunun da büyük bir mücadele istediği kesindir. Ama biz de mücadeleyi
yürütecek kararlıktayız. Önemli olan barış ve toplumsal uzlaşı için
çalışabilmektir. Böylesi bir ortamı yaratabilmektir. Bu çok zor olsa
da, bunu engellemek isteyenler olsa da biz de bu engellere karşı
barışçıl, demokratik yöntemlerle biz bunu geliştireceğiz.
* Peki bundan sonraki süreç için Türk halkına ve aydınlarına bir çağrınız var mı?
Elbette
gelişimizdeki temel amaçlardan biri budur. Türkiye kamuoyunda bir
gündem yaratmak. Bu sadece bizim özlemimiz değil. Barış tek taraflı
gelişmez. Bu yüzden Türkiye kamuoyunda bir çalışma yürütmek istiyoruz.
Bundan sonraki temel hedefimiz de bu olacaktır. Türkiye kamuoyuna
seslenebilmek, diyalog ortamını geliştirebilmek için çalışmalarımız
olacak. Bunu yaparken de demokratik, barış isteyen çevrelerin bize
yardımcı olması gerekir. Barış çalışmaları tek yanlı yürümez.
Karşılıklı tarafların kendi içerisinde yürüteceği tartışmalarla
gelişir. Diyalog yöntemi dedik ve bu uygar yöntemlerle sorunlar
aşılabilir. Bu açıdan Türk, Kürt aydınları ve sanatçıları, tüm halkları
kapsayan aydınlar ve sanatçıların bunun için de yer alması gerektiğini
düşünüyoruz. Yine Türk yetkilileri, bilim insanları da yer almalıdır.
Biz de bunlarla birlikte çalışmak istiyoruz. Biz bu konuda samimiyiz ve
bu samimiyetimizi herkesle paylaşmak istiyoruz. Biz Kürt sorunun da
sorunun kaynağı değil, çözümün tarafı olmalıyız. Çözüm için
girişimlerde bulunmak, bunu da belli bir çevre içinde değil, en geniş
kitlelere en tabandan, en bürokratına ulaşmaktır amacımız. Hepsine
mesajımız, çağrımız gelin birlikte bu süreci diyalog yöntemi, savaş ve
kanın olmadığı, anaların göz yaşlarının olmadığı, daha duyarlı, her iki
tarafında acılarını anlamaya çalışarak, karşılıklı bir birini affetme
temelinde bir yaklaşım geliştirerek bu süreci başarı ile
sonuçlandıralım. Sonuçta çatışmasızlık ortamını her iki taraf için
geliştirelim. PKK’nin geliştirdiği bir çatışmasızlık ortamı var. En
azından buna operasyonların durdurulması ile karşılık verilmedir. Sayın
Abdullah Öcalan’ın da yol haritasının verilerek cevap verilmesi
gerekir. Kürtlerin siyasal, kültürel haklarının anayasal güvenceye
kavuşturulması gerekir. Çatışmasızlık süreci ve müzakerelerin yolunu
açalım diyoruz.
* Geldiğinizden bu yana sizi en çok etkileyen ne oldu?
Kandil’den
Diyarbakır’a gelene kadar bizi etkileyen çok şey oldu. Fazlasıyla
duygulandıran, sevindiren bir çok an oldu. En çarpıcı olan ise
Silopi’de çocuk yaşta bir grup otobüsün karşısına geçip bir pankart
açtı. Bu pankartta “Kürt tarafı barışa hazır. Ya siz” yazılıydı.
Pankartı açanlar bize Kürtçe “Hun geleki xeyr hatin”, “Hun ser çawe
hatin” gibi ifadelerle seslendiler. Açtığı pankartla neyi istediğini de
anlattılar. Her yaşta insanın göz yaşlarını tutamadığını, ellerine
sürekli kalbine ve başına götürerek, her biri mesaj veriyordu. Bunların
hepsi bir halkın özgürlük çığlığıydı, barış istemiydi. Dolayısıyla
bunlar bizim geliş amacımızdı.-DIHA
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.org-net-info