Bir insan her şeye kadir değildir, ama yapabilecek olduğu şeylerin de bilincinde olur. Kendini inancıyla kuşatanların yaşamı da savaşı da büyük olur. Çünkü onlar en büyük savaşı “cihadı ekberi” yani nefis savaşını kazananlardır. Bu savaştan galip çıkanlar yaşamı anı anına daha anlamlı yaşayabilirler. Yapabileceklerinin sınırını da onlar belirlerler. Yenilmez denilen tuzla buz edenler de bu inançlı direnişçilerdir. Yaşam konusunda herkesin daha fazla iddialı olması gerekiyor ve bunun nedeni yaşamın ne denli anlamlı yaşanabileceğinin o insanlarda somutlaşmış olmasıdır.
Açık ki, hiç kimse, hiçbir siyasi insan kendisini tamamlayan ve yönlendiren dünyaya bakış açısını, ideolojisini, siyasi tutumunu bir kenara bırakarak, başka bir yaklaşım tarzıyla, ya da kendisine ait olmayan, başka bir söylemle olayları, olguları, yaşamı değerlendirmez. Her siyasi insan, kendisini bütünleyen ve yönlendiren siyasi kimliğiyle yaşam karşısında tutum alır. Direnişi ve süreci kendi siyasal değerlendirmeleriyle yönlendiren bu insanlar, sonucu da o değerlendirmeler ışığında almışlardır. Ne yapılması gerektiğine de bu çerçevede karar vermişlerdir.
Bugün 70. gününde devam eden açlık grevleri de inanç ve bağlılığın ne denli olduğunu bir daha sorgulamamıza gerekçe olmaktadır. Peki, tecridin bu kadar derinleştirilmesi ve yapılan eylemler ne anlam ifade etmektedir? İsa, inançları uğruna çarmıha gittiğinde düşüncesinden vazgeçmedi, Mazdek, düşünceleri uğruna katledildi. Mani yeni bir tarzın temsilcisi olarak ortaya çıktı ve ölüme tavizsiz gitti. Bruno altı yıllık esaret ve baskılar sürecinde boyun eğmedi, diri diri yanmaya düşüncelerinden gram taviz vermeden gitti. Hallac-ı Mansur, “Enel Hak” dediği için derisinin yüzülmesine razı oldu. Mazlum, Kemal, Hayri ve Dörtler işkence, soykırıma karşı aynı kavgada gönülleri ve ruhlarını bir edip bedenlerini ölüme yatırdı. Tarih gösteriyor ki büyük düşünce adamları aynı zamanda o düşüncenin en büyük eylemcileridirler. Önder APO hakikatini bu tarihsel gerçekliklerin bir sentezi olarak almak yerinde ve doğru olur. Bu tarihsel olgulara bakıldığında zulmün neden bu kadar derinleştiğini, yaşanan kahramanlıklar karşısında katliamcı, adaletsiz, işkenceci zihniyetin neden bu kadar korktuğunun daha net kavranması mümkündür. Korkmaktadır çünkü karşısındaki inanç abideleri karşısında çaresiz kalmakta tankı, topu, uçağı bu saf insan iradesi karşısında hiçbir sonuç almamaktadır. Korkmaktadır ve çıldırmaktadır çünkü karşısında gördüğü kendisinin iflası, yenilgisidir.
2019 ve 2020’de zindanların büyük bir mücadele vermesiyle tecritte bir gedik açılmıştır. Aslında direnişle tecridin bütün zeminleri dağıtılmış, yıkılmış ve meşruiyeti ortadan kaldırılmıştır. Tecrit artık savunulamaz hale gelmiştir. Bu yönüyle Önderlik hala avukatlarıyla, ailesiyle görüştürülmüyor olsa da artık tecrit 2019 öncesi tecrit değildir. Artık tecrit dağılmıştır. İmralı’nın kapıları parçalanmıştır, parmaklıkları kırılmıştır, tecrit anlamsızlaşmıştır. Bu temelde de tecridin tümden ortadan kaldırılması ve Önderliğin özgürleştirilmesi mücadelesi zemini güçlenmiştir. Dört duvar ardına sığdırılmak istenen umutlar Kemal ve Hayri’lerin ardılları olan direnişçilerle son bulmaktadır.
Eğer İmralı tecridi ve sisteminde ortak olan Avrupa Birliği ve onun İmralı’dan sorumlu kurumu CPT, İmralı’da baskı, işkence, adaletsizlik ve ağır tecrit var, diyorsa bu, İmralı tecrit sisteminin önemli düzeyde parçalandığını gösteriyor. Bir uygulamanın meşruiyeti, zemini ve dayanağı yoksa o uygulamayı, politikayı sürdürmek zor olmaktadır. CPT ağır tecrit ve işkence var, dedikten sonra artık tecrit savunulamaz hale gelmiştir, tecridi sürdürmek mümkün değildir. Bunu yaratan tabi ki mücadele olmuştur. Eğer Kürt halkı 22 yıldır Önderliğine sahiplenmeseydi, büyük mücadele içinde olmasaydı İmralı sistemini kuranlar İmralı’da tecrit ve işkence var, demezlerdi. Bu yönüyle tecridin zemininin sürdürülmesinin artık zorlaştığını ve gereksizleştiğini görmek gerekmektedir.
Önderliğini sahiplenmek ise kendine sahiplenmektir. Önderliğine sahiplenmeyen bir halk ise, kafasını soykırım kılıcının altına bırakmış ve ölümünü beklemekten başka şansı olmamaktadır. Özgürlük ve demokrasi savaşı böyle yürütülebilir ve ancak direniş başarıya ulaştırılabilir. Nasıl ki büyük mücadele CPT’ye İmralı sisteminin tecrit ve işkence olduğunu söylettiyse, mücadele Önder Apo üzerindeki tecridi de kıracak, özgürlüğünü de mutlaka sağlatacaktır. Ve bedenini açlık ve susuzlukla amaç uğruna yatıranlar ise Önder Apo’nun özgürlüğüyle mutlak sonuca varacaktır.
Hakiler partileşme; Mazlum, Kemal, Hayri ve Dörtler ülkeye dönüş ve savaş kararı; Agit ordulaşma; Zilan’lar özgür kadın hareketi, fedai ordusu ve Önderliği sahiplenmenin vasiyetidir. Bugün gelişen eylemler ise tecridin son bulması ve Önder Apo’nun fiziki özgürleşmesine vesile olacaktır. Faşizme karşı gelişen direnişin Önderliğin; “Düşman midesine kılçık gibi batmak ve ona rahat vermemek gerek” deyişinin göstergesi olmuştur. Bunun içinde, aynı kavgada direniş ve tecridin son bulmasına dek bedenini siper edenlerin çıkışlarıyla yeni ve özgür yaşamı müjdeleyenler olmuşlardır.
Asrin SİMORK
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi