24 Nisan 2010 Cumartesi Saat 17:25
0
21
TR
:” ”
:””
” “,” ”
” ”
Haberi duyduğumdan beri düşünce ve duygu dünyam allak
bullak… İçimde büyük bir öfke var. Aslında sistemin doğurduğu toplumsal
bunalım-kaos ile kadının mevcut krizli gerçekliği karşısında bir kadın olarak
bunları yaşıyor olmam oldukça anlaşılırdır. Ancak şuan içerisinde bulunduğum
sarsıntının nedeni bu değil. Beni böyle ağır sarsan şey, egemen erkeğin
toplumun tüm hücrelerine akıttığı tecavüz kültürünün en son Siirt’te ortaya
çıkmış olan son vahşeti körpecik yedi kız çocuğunun saf, temiz, pembe
hayallerinin karşı karşıya bırakıldığı o büyük vahşet. Evet, Siirt’te yedi kız
çocuğunun 100 cani tarafından tecavüze uğradığı veya uğratıldığı vahşetten
bahsediyorum. Devletin öteki yüzünden bahsediyorum aslında. Eril sistemden,
erkek egemen toplumdan bahsediyorum. Çünkü tecavüz kültürünün kumanda merkezi
devletin kendisidir zira cinselliği ve bunun içinde tecavüzü, kendi iktidarını
gerçekleştirme alanı olarak ele alan erkeğin besin kaynağı ve meşruiyet
kalkanı, elbette ki iktidarın en yoğunlaşmış biçimi olan devlettir. Devlet
kendi iktidarını şiddet yoluyla gerçekleştirirken, iktidar ve şiddet olgularını
da toplumsal alanda yayarak, iktidarını meşrulaştırmaktadır. Devletin bu
gerçekliği erkekte de cinsel şiddet (tecavüz, taciz vs.) yoluyla iktidarını
gerçekleştirme şeklinde gelişmektedir. Dolayısıyla o vahşeti gerçekleştiren 100
cani, bunu yalnızca erkek olarak değil, devletin ve sistemin kendisi olarak
gerçekleştirmişlerdir.
Elbette ki Siirt olayı ne bir ilk nede bir sondur. Zira
yukarıda da değindiğim üzere, kadının toplumsal varlığına karşı
gerçekleştirilmiş bir kültür söz konusudur. Bir tecavüz kültürü… Bunun anlamı
ise, toplumsal ahlakın (insanlığın) ölüm koyusunda çırpınması hatta can çekişmesidir.
Çünkü toplumsal ahlakın besin kaynağı kadındır, kadın sezgiselliğidir.
Dolayısıyla tecavüz kültürü derken, bütün güzelliklerin, maneviyatın ve en yüce
toplumsal değerlerin, erkeğin o iki bacak arasına sıkıştırılmış yaşamının
lağımında, hunharca kirletilmekte olduğunu kastediyorum.
Bu durum karşısındaki öfkemi haykırmak için bilinçli olarak
en adi kelimeleri seçmeye çalıştımsa da, ne yazık ki Siirt’teki çirkinliğin
karşısında bütün o adi kelimelerin başı dik kaldı. Düşüncesinin dahi insanın
tüylerini ürperttiği bu vahşet karşısında, birde körpecik çocukların yaşadığı
travmayı, yıkımı, korkuyu ve çaresizliği düşünebiliyor musunuz? Artık bütün
soruların cevabı onlar için anlamsız olacak. Artık bir şeyleri anlama çabasını
vermeyecek, anlamanın veya anlamın heyecanını duymayacaklardır.
Böylesi bir insanlık gerçeğiyle birlikte yaşıyor olmanın,
nefes almanın verdiği bu büyük utanç, bütün benliğimi hiçleştiriyor. Yalnızca
kadınlığım değil, tüm insanlığım eziliyor bu utancın altında. Ve birilerine
baba, ağabey, amca, dayı veya erkek arkadaş-yoldaş demek, artık gün geçtikçe
daha da zorlaşıyor benim için. Ve eminim ki diğer kadınlar için de… Ve tabi o
yedi küçük kız için de!
Yalnız erkek egemen zihniyetin, erkeğin tecavüz kültürünün,
dahası devletin Siirt’te açığa çıkan bu son vahşeti, ideolojik boyutları olduğu
kadar, siyasal boyutları da olan bir durumdur. Tüm dünyada olduğu gibi
Kürdistan’da da sistemin yürüttüğü kirli savaşın en büyük mağduru Kürt
kadınlarıdır. Yaşanan savaş gerçekliği içerisinde, neredeyse her an devletin
cinsel istismarına maruz kalan Kürt kadınları, sürekli bir tecavüz durumunu
yaşamaktadır. Hatta son dönemde BDP’li kadınların uğradığı polis tacizleri ve
en son Siirt’te yaşanan vahşet, devletin Kürt kadınlarına dönük bu çirkin
yönelimini, daha da ağırlaştırdığını göstermektedir. Ancak 30 yıllık mücadele
göstermiştir ki, devletin tüm bu yönelimlerine rağmen Kürt kadınları, erkek
egemen sistemin ırkçı-faşist zihniyetine karşı verdiği mücadeleden
vazgeçmeyecek, aksine Zilanlarla, Semalarla, Beritanlarla ve Viyanlarla
taçlanmış olan direnişini daha da yükseltecektir. Dolayısıyla Siirt vahşetinin
yalnızca ideolojik olarak değil, siyasal olarak da devletle ilişkili olduğunun,
hatta bizzat devlet tarafından gerçekleştirildiğinin iyi anlaşılması ve buna
karşı çok ciddi bir toplumsal refleksin geliştirilmesi gerekir.
Ayrıca bu son Siirt vahşetiyle, devletin ‘KARDELENLER’ gibi,
Kürt kız çocuklarını, okutturma adı altında sistem gerçekliğine çekme
projelerinin de, esasının aslında ne olduğu artık çok daha iyi anlaşılmıştır.
Kürt anaları artık bu gibi projelerin, Kürt kızlarının çocuk hayallerini ve
çocuk gülüşlerini kirletmesine izin vermeyecektir ve kanmayacaktır. Zira
‘KARDELENLER’ ağlayan gülüşlere ve kirlenen hayallere dönüştü. Ama artık her Kürt
kadını kendi evini, sistemin yozlaştırıcılığına ve ahlaksızlaştırıcılığına
karşı, birer okula dönüştürecektir. Bu evlerde eril sisteme karşı
bilinçlendirilmiş ve güçlendirilmiş kızlar yetiştirilecek. Kürt kadınları için
Siirt vahşetinden çıkarılması gereken en büyük ders budur. Aksi halde devletin
vahşetine maruz kalan bu küçük kızlarınız, bu defa da bu vahşetten hiç
düşünmeden onları sorumlu tutabilecek bir başka vahşetin, yani namus
canilerinin mağduru olabilirler. Bu durumun da gelişebilme ihtimalini göz
önünde bulundurarak, anneler, kadın örgütleri ve sivil toplum kuruluşları daha
duyarlı olmalı ve aileleri devletten hesap istemeye, hatta bu duruma karşı
yeniden toplumsal ahlakın işletilmesine yani ahlaki uygulamaların gelişmesine
çabalamalıdırlar. Zira Siirt vahşeti, halk mahkemelerinin geliştirilmesi
konusunun önemini bir kez daha gözler önüne sermiştir. Nitekim bu ve benzeri
suçlar devlete değil topluma karşı işlenmektedir ve bu suçu işleyen de bizzat
devlettin kendisidir. O halde suçu işleyen devletten kendi kendisini
cezalandırmasını beklemek gülünç olur. Dolayısıyla kendisine karşı işlenen bu
ve benzeri suçları yargılaması ve buna karşı bir uygulamaya gitmesi gereken
toplumun kendisidir. Ayrıca toplumun kendisinin oluşturacağı halk mahkemelerinin,
bu gibi toplumsal suçlar açısından caydırıcılığının çok daha fazla olacağı
muhakkaktır. Zira hiçbir gücün, toplum ve toplumsal ahlak kadar caydırıcılığı
olamaz. Tarih bunun sayısız örnekleriyle doludur.
Yazımı, bu lanetli olayın, bu vahşetin kolay unutulmayacağı
ve unutturulmayacağı ve bu lanetli güne karşı kadınların, kendi
örgütlülüklerini ve mücadelelerini her zamankinden çok daha fazla
yükselteceklerine olan inançla sonuçlandırıyorum.
Ekin Gever
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.navendalekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net –
www.lekolin.info