Evrensel olarak sorun kavramını, olmakta veya olmamakta zorluk çekmek, acılı süreç yaşamak biçiminde tanımlamak mümkündür. Tüm varoluş süreçlerinde yaşanan bir kategoridir bu. Toplum söz konusu olduğunda, sorun geniş ve dar anlamda tanımlanabilir. Geniş anlamda toplumsal sorun, toplumsal doğanın birinci doğa-çevre karşısında içine düştüğü zorlukları ifade eder. Örneğin aşırı kuraklık, sıcaklık veya soğukluk karşısında çevrenin yaşamı biyolojik olarak sürdürmede yetmez duruma düşme ciddi toplumsal sorunlara yol açar. Yine benzer statüde yaşayan topluluklarda güçlü olanın güçsüz olan karşısında başvurduğu zorlayıcı eylemler de bu kapsamda değerlendirilebilir. Dar anlamda toplumsal sorun hiyerarşik toplumun, kent, sınıf, iktidar-devlet olgularının ortaya çıkmasıyla bağlantılı olarak yaşanan baskı ve sömürüye dayalı gelişmeler, uygulamalar biçiminde tanımlanabilir. Sosyolojik bakımdan esas toplumsal sorunlar baskı ve sömürü kaynaklı olanlardır. Diğer sorunlar farklı kapsamlarda değerlendirilebilir.
Hiyerarşiler ve devlet, başlangıçta uç veren toplumsal sorunları çözmek amacıyla oluşturulmalarına rağmen, süreç içinde en önemli toplumsal sorun kaynağı durumuna düştüler. Bir toplumda hiyerarşik ve devletsel kurumlar ne denli ağırlıktaysa, o toplumda o denli sorunların yaşandığına hükmedilebilir. İlk hiyerarşi genellikle kadın üzerinde gelişen erkek egemenliği tarzında olduğundan, ilk toplumsal soruna kadın sorunu demek mümkündür. Ardından kadın köleliğinden esinlenerek geliştirilen toplumsal sınıflar, köle sınıfının oluşumu ile birlikte cins ayrımı gözetmeyen toplumsal sorunlar aşamasına geçildi. Böylece toplumda hiyerarşi ve sınıflaşmanın iç içe geçmesiyle giderek tüm toplumsal alanlarda etkili olan sorunlu toplumlar dönemi başladı. Hemen her toplumsal alana cinsiyetçilik ve sınıfçılık damgasını vurdu. Toplumsal grupların, birimlerin içte yaşadıkları sorunlar dış topluluklara da taşırıldı.
Toplumdan topluma baskı ve sömürü olgusu gelişti. Daha somut olarak klandan klana, aşiret ve kabileden aşiret ve kabileye, kavim ve ulustan kavim ve uluslara doğru uzanan sorunlar oluştu. Kent, sınıf ve devletin gelişmesi ile birlikte oluşan uygarlıklar sorunları evrenselleştirdi ve sistemik hale getirdi. İlk ve Orta çağlardaki tüm uygarlık sistemleri esas olarak baskı ve sömürü olgusu temelinde tanımlanabilir. En son uygarlık sistemi olarak kapitalist modernite, baskı ve sömürüyü azamileştirmiştir. Genelde tüm uygarlık aşamalarında, özelde kapitalist modernite aşamasında toplumsal sorunlar trajik krizlere ve uzun süreli kaotik ortamlara yol açtı. Günümüzde, özellikle 1970’lerden itibaren kapitalist moderniteye damgasını vuran finans kapital süreci, toplumsal krizlerin en derinlikli ve sürekli yaşandığı çağ olarak değerlendirilebilir.
Kürdistan’ın merkezinde yer aldığı Ortadoğu coğrafyasındaki toplumlar 19. yüzyıldan beri kapitalist moderniteden kaynaklanan derin bir krizin içinde yaşamaktadır. Beş bin yılı aşan merkezî uygarlık sistemi içinde hegemonik konumlarını Batı Avrupa uygarlık merkezine kaptıran Ortadoğu devletleri, 20. yüzyılın başlarında sömürge toplum konumuna düşmüşlerdi. Yaşanan sadece toplumsal sorunlar olmayıp, tüm iktidarsal, ekonomik ve ideolojik alanları kapsayan bütünsel nitelikte sistem kriziydi. Günümüzde bu kriz bütün şiddetiyle devam etmektedir. Yaşanan krizin önemli bir özelliği de uzun süreli olup kaotik bir hal almasıdır. Kaotik ortam tüm coğrafyayı ve yakın komşularını etkisi altına alarak, Orta Asya’dan Kafkaslar ve Balkanlara, Himalayalardan Kuzey ve Orta Afrika’ya kadar uzanan alanlarda yaşayan tüm toplumları etkilemektedir. Toros-Zagros dağ sisteminde insanlık tarihindeki en uzun süreli inşa rolünü oynayan Kürdistan coğrafyası, ilk defa günümüze doğru kapitalist moderniteden kaynaklı bu kaotik ortamı en derinliğine yaşama paradoksuna düşmüştür. Paradoks, tarihsel büyük devrimlerin ardından insanlığın giderek gürleşen uygarlık nehrinin kapitalist modernite döneminde kurumaya yüz tutmasını ifade etmektedir. En eski otantik bir halk olarak Kürtler bu kaotik ortamın en çileli kurbanları durumuna düşmüşlerdir. Homo Sapiens devriminden neolitik, kalkolitik, tunç, kent ve demir devrimlerine kadar insanlığı bugüne taşıyan hemen hemen tüm tarihsel alt üst oluşlara beşiklik etmiş bu coğrafyanın neredeyse tarihten silinecek bir halkı durumuna gelmek şüphesiz büyük bir trajediyi ifade eder. Yaşanan basit bir toplumsal sorunlar yumağı değildir. Her insan toplumunda benzer çağdaş sorunlar yaşanmaktadır. Kürtlerin kökleri tarihin derinliklerinde de olsa, yaşadıkları sorunlar halk olarak kapitalist modernitenin en zalim ve sömürgen unsurlarının çok sayıda ve çok yönlü pençeleri ve mideleri arasında can çekişmeye terk edilmiş olmalarından kaynaklanmaktadır.
Yaşanan sorunlar, krizler ve toplumun içine düşürüldüğü kaotik ortam sadece kapitalizmin azami kâr kanunundan kaynaklanmamakta; ulus-devletin kültürel soykırımlarıyla birlikte endüstriyalizmin yol açtığı bütünsel toplum olmaktan çıkmayı, tüm alt ve üstyapı kurumlarıyla yoksullukları, yoklukları, işsizlikleri, eğitimsizlikleri, sağlıksızlıkları ve zihniyet kayıplarını da içermektedir. Yaşanan durum sorundan öteye en büyük toplumsal felaket boyutundadır.
Kendiliğinden toplum olmaktan çıkmanın ötesinde, dağıtılmış, sinir merkezlerini yitirmiş ve duyarsız kılınmış parçalara dönüştürülme söz konusudur. Kürt sorunu demek, herhangi bir tarihsel veya güncel toplumsal sorun demek değildir. Tüm çözümlemelerde açıklamaya çalıştığımız gibi, Kürt gerçekliğinin özgün konumundan kaynaklanan, uzun bir tarihsel sürece yayılmış ve tüm toplumsal alanları kapsayan kültürel soykırımlara kadar varan felaketleri peş peşe, iç içe yaşamak demektir.
“Önder Apo’nun ‘Kürt Sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü Kültürel Soykırım Kıskacında Kürtleri Savunmak’ adlı savunmasından derlenmiştir.”