2023 yılında da Ortadoğu’daki gelişmeler insanlık tarihini etkilemeye devam edecektir. Kuşkusuz ki Ortadoğu’daki gelişmelerin kaderi de Kürdistan’da ve gerilla tarafından belirlenmektedir. 2023’te yaşanacak siyasi, askeri ve toplumsal mücadeleleri anlamak ve sonuçları hakkında öngörüde bulunmak için birincisi, değişim ve dönüşümü yaratan güçleri tanımak; ikincisi de değişim ve dönüşümü engelleyen statükocu güçleri ele almak gerekecektir.
Bölgemizi değiştiren ve dönüştüren başlıca güç, Kürt halkının ve kadınlarının mücadelesidir. Yani Kürdistan özgürlük mücadelesidir. Ortadoğu’nun değişim ve dönüşümünü engelleyen başlıca statükocu yapı ise sömürgeci soykırımcı TC devletidir.
Kürdistan özgürlük hareketinin durumu, yaptıkları ve yapacakları ortadadır. Zap-Metina-Avaşin gerillası 2022’de Kürdistan özgürlük hareketinin ne yapacağını göstermiştir. Göstermeye de devam edecektir. Ayrıca Kürdistan özgürlük hareketi yöneticileri de hemen her gün açıklamalarda bulunuyorlar. Bu nedenle biz sürekli yalan konuştuğu için TC gerçekliğine bakmak istiyoruz.
TC’nin bugün içinde bulunduğu durumu daha iyi anlatmak için, kuruluşuna kadar gitmek işimizi kolaylaştıracaktır. Çünkü bu devlet bildiğimiz anlamda kurulan ulus devletlere benzer bir süreç ile kurulmamıştır. Örneğin emperyalistlerin bir projesi olarak kuruluşuna destek, resmiyetine de onay verilmiştir. Dolayısıyla 2023 bu devletin aynı zamanda 100.yılı da olacağı için, kurulduğu dönemdeki siyasi gelişmeleri, o günün güç dengelerini bugün ile mukayese ederek, 2023’teki resmini çok daha net ortaya çıkarabiliriz.
Sömürgeci soykırımcı Türk devleti, I. Dünya paylaşım savaşında yenilen tarafta yer aldığı için, tarihe karışan Osmanlı devletinin mirası mı denilir, artıklarını kullanarak mı denilir, üzerinde kurduruldu. Daha da ilginç olanıysa, Osmanlının asker ve sivil memurları olarak savaşa girip yenildikleri halde kendilerini yenenlerin desteğini alan bürokratların bu devletin kuruluşuna öncülük ediyor gibi görünmesidir. Örneğin Osmanlı ile malum savaşta müttefik olan Almanya, galip devletlerle her konuda anlaşamadığı için 2. Dünya savaşına yol açtı. Fakat Türkler böyle bir muameleye maruz kalmadı. Üstelik İngiliz ve Fransız devletleriyle çelişkileri olmasına rağmen.
İşte tüm bu tuhaflıkların yaşanmasına neden olan gelişme daha savaş devam ederken Rusya’da gerçekleşen 1917 Ekim devrimidir. Bu hususta ne demek istediğimizin eksiksiz anlaşılması için şu tarihi bilgileri de hatırlatmam gerekiyor; daha Ekim devrimi gerçekleşmemişken Rusların da onayı ile İngiliz ve Fransızlar arasında diplomatlar Sykes ve Picot’un imzaladığı için Sykes-Picot adıyla bilinen bir anlaşma yapılmıştır. Bu anlaşmanın maddeleri içinde, Osmanlı topraklarının galipler arasında bölüştürülmesi vardır. Bu anlaşmada Türkiye Cumhuriyeti diye bir devlete yer verilmemiştir. İkinci tarihi bilgi de Ekim devrimin ilk yıllarında yine galip devletlerin isteği doğrultusunda imzalanmış olan Sevr anlaşmasıdır. Bu anlaşmada da Osmanlı devleti ve halk olarak Türkler hakkında ne öngörüldüğü biliniyor. Ki Türk egemenleri üzerinden yüz yıl geçmiş olmasına rağmen her sıkıştığında “bize Sevr’i dayatıyorlar” diyerek korkusunu anlatıyor. Peki ne oldu da bu anlaşmalardan vazgeçildi, yenik taraf olduğu halde ve henüz ortada yokken TC adıyla bir devlet ortaya çıkıyor ya da çıkarılıyor? Türk egemenlerinin iddia ettiği gibi yedi düvele karşı cenk eden ataları büyük bir mücadele verdikleri için mi anlaşmaların uygulanmasından vazgeçiliyor?
Ekim devrimi toplumsal ve siyasal inşaya girişip her bakımdan ilerleme sağlayacağını göstermeye başladığında, İngiliz ve Fransız sermayesi sosyalizmden duyduğu korkuyla, alelacele Anadolu’da bir devlet kurup sosyalist devrimi kuşatma stratejisini devreye soktu. İşte TC, bu stratejinin ürünüdür. Çünkü Ortadoğu’da petrol yatakları keşfedilmiş, işlenmesi için uygun siyasi haritalar üzerinde çalışılıyordu. Devrimin Ortadoğu’yu etkisi altına almasını engelleme gibi stratejik bir görevi yerine getirebilecek tecrübeye de Osmanlı artığı asker ve sivil bürokratlar sahip olduğu için bu güruha TC’yi kurdurdular. Demek ki TC, beklenmedik Ekim devriminin yol açtığı iki kutuplu dünyada, devrimci gelişmelerin yaşandığı bir dönemde kapitalist modernite birazda mecbur kaldığı için kurulmasına destek olmuş, izin vermiştir. TC’nin kuruluşuna ortam hazırlayan dış koşullar ana hatlarıyla böyledir.
TC iki kutuplu dünyada, en stratejik bir yerde, kapitalistler için sosyalizmin önünü alsın diye kuruldu. SSCB liderliği ise zayıf ve kendisine de muhtaç bir devlete komşu olmak istediği için TC’nin kuruluşuna destek vermiştir. 1919-1924 döneminde bizzat Lenin’in siyasi, ekonomik ve askeri desteğini almıştır. Bu desteğin ne kadar hayati olduğunun sembolik ifadesi ise Taksim Cumhuriyet anıtında Sovyet generalleri Kliment Yefremoviç Voroşilov ile Mihail Vasilyeviç Frunze’nin heykellerinin yer almasıdır. Bu nedenlerle TC’nin kuruluşuna neden olan temel sebep Ekim devrimidir, diyoruz. Ekim devrimi gerçekleşmemiş olsaydı, ya da birkaç yıl gecikmeli olsaydı, değil TC’nin kurulması, Anadolu Türklüğü bile belirsiz bir duruma düşecekti.
TC liderliği, başını İngiltere ve Fransa’nın çektiği devletlerin Kürt inkar ve imhasına onay vermesi ve soykırım saldırılarında kendilerini desteklemesi karşılığında anti sosyalist görevi üzerine aldı. Ya da almaya mecbur edildi. 1924 Anayasası gibi metinler, İzmir İktisat Kongresi gibi önemli çalışmalar, Musul vilayetinin yani bugün ki Başur Kürdistanın Bakur Kürdistan’dan kopartılması gibi diplomatik adımlar bunun kanıtlarından bir kaçıdır. 1925 Kürt soykırımı bu gelişmelerden sonra gelmiştir.
Sovyet devriminin yol açtığı ortam TC’nin kurulmasında en önemli faktördür. Bu dış faktör aynı zamanda stratejisini de belirledi. Bu devlet kapitalist batı için sosyalizmin Ortadoğu’da gelişmesini engelleyecekti. Peki güncel ve pratik olarak bölgesel görevleri nasıl belirlenmiştir? Bölgede kime nasıl dayandırılacaktır; bu konuda bir süre belirsizlik olsa da İran Şahı, Irak krallığı ve Pakistan bölgede ortaklık kurduğu devletler olmuştur. Pek güven vermeyen, belirsizlik içindeki bu devletlerle inişli çıkışlı bölgesel ilişki İsrail devletinin kuruluşu ile niteliksel bir değişime uğradı.
1947’de İsrail kuruldu. İsrail kapitalist sistemin Ortadoğu’daki stratejik gücü olarak inşa edildi. Bu devleti Arap dinciliğine ve milliyetçiliğine karşı korumak ve desteklemek çok önemli bir diplomatik, siyasi ve askeri iş olarak ortaya çıktı. İşte bu önemli işlere de TC koşturuldu. Yani İsrail’in kuruluşuyla birlikte TC’ye yeni görevler verildi. Böylece anti sosyalist, anti demokratik bu devlete, Araplara karşı güç alacak ve güç verecek bir yeni müttefik de bulunmuş oldu. SSCB karşıtlığı için verilen desteğe bir de İsrail’e arka çıkmak için verilen destek eklendi. Bu gelişme nedeniyle de ekonomik olarak küresel sermaye, siyasi ve askeri olarak da 1952’den itibaren NATO tarafından çok daha fazla beslendi, desteklendi ve korundu.
1979’da İran’da İslam devrimi gerçekleşti. Aynı dönemde SSCB de Afganistan’ı işgal etti. Bu iki gelişme TC’nin NATO ve batılı güçlerden çok daha fazla destek alması ve siyasi askeri olarak da beslenmesi için yeni gerekçeler yarattı, büyük kapılar açtı. Bu aşamayla birlikte TC’nin selefi cihadist hareketleri denetleyerek İran İslam devrimini sıkıştırma, Sünni dünyaya açılmasını engelleme ve Afganistan’da da SSCB’ye karşı savaşacak güçleri eğitme, ideolojik motivasyon kazandırma ve yönlendirmede NATO içinde faal bir görev almasını beraberinde getirdi. Örneğin SSCB ile savaşan cihadistlerle ilişki içindeki Türklerden birinin de Erdoğan olduğu sonradan resimleriyle ortaya çıktı. Bu görevleri başarı ile yerine getirmesi için de 12 eylül 1980’de ABD’nin “bizim çocuklar” dediği Türk generallerine askeri darbe yaptırıldı. Bu darbe sadece ordunun iktidarı ele geçirmesi değildi, Kürt halk önderliği Abdullah Öcalan’ın 1980’lerin başında belirttiği gibi Türkiye’de faşizmin kurumsallaştırılmasıdır.
Bir politik adım kurumsallaştırılıyorsa arkasında mutlaka o adımı besleyen bir ideoloji de vardır. İşte 12 Eylül askeri darbesiyle TC, Türk İslam sentezi dediği ideolojiyi resmi devlet ideolojisi haline getirdi. Bu ideolojiye dayanarak NATO’nun en etkili ılımlı siyasi İslamcı gücü oldu. Bu gücü kullanmak amacıyla sınırsız destek aldı. 1980’den itibaren Kürtlere karşı savaşta da bu ideolojiyi temel dayanak yaptı. Yani 1980’den beri TC Kürtlere karşı Türk İslam sentezi ideolojisine dayanarak savaşıyor. Kürdistan’da örgütleyip desteklediği tarikatlar, Türk kontrgerillasını denetimindeki tarikatlar içinden örgütlemesi, bugün kendisine Hüdapar diyen Hizbikontraya içinde Kürt din alimleri de olan Kürt yurtseverlerini katlettirmesi ve daha birçok suçun dini argümanlarla işlenmesinin nedeni, TC’nin mevcut AKP-MHP iktidarı döneminde vahşet düzeyine çıkardığı saldırılarına da dayanak yaptığı Türk İslam sentezi dinciliktir.
1989’da SSCB Afganistan’dan çekildi, bir yıl sonra da SSCB dağıldı. İran İslam cumhuriyeti ise İran-Irak savaşıyla güçten düşürülünce sadece Şii Müslümanları merkez alan politikalar geliştirmek zorunda bırakıldı. Böylece TC’nin dış destek için kullandığı temel argümanlarının en güçlü ikisi ortadan kalkmış oldu. Bu gelişmeler 1990’dan itibaren TC’nin sistem içinde kısa vadeli gelişmelere dayanarak yaşaması gibi bir duruma yol açtı. Batıyla yakınlığına gerekçe edecek en önemli argüman olarak elinde sadece İsrail kartı kalmıştı. Ancak İsrail’in 1960’tan sonra doğrudan ABD desteğini alması Türk desteğini biraz daha önemsizleştirmişti.
Özetlersek;
Bir; TC, SSCB’ye engel olması için kurduruldu, bugün SSCB mirasını kullanan kapitalist Rusya’nın yanında fakat kendisini besleyenlere karşıt bir konumdadır. Acaba ABD ve AB’nin ajanı olarak mı Rusya ile ilişkidedir yoksa batının Rusya ile çelişkilerini kullanmak için mi Rusya’ya gidip gelinmektedir? Sebep ne olursa olsun kesin olan bir şey varsa o da Rusya-Batı çelişkisinin SSCB dönemindeki gibi olmadığıdır. Ne Rusya ne de batı kendi aralarındaki çelişkiden ötürü 1920’lerdeki gibi TC’ye yaklaşmayacaktır, destek vermeyecektir, güven de duymayacaktır. NATO üyesi olduğu halde NATO düşmanı ile aşık atan biri, yarın NATO için bu düşmana ne yapmaz ki!
İki; İran İslam devrimi Şii dünyada yayıldığı kadar yayılmıştır. Devrim demokratik değişim yaşarsa yayıldığı alanlarda daha güçlü ve kalıcı olabilir. Üç ayı aşkındır İran İslam devrimi “kararını vermek için düşünüyor.” Devrimi demokratik dönüşümle kalıcılaştıracak mı yoksa geldiği gibi gidecek mi? TC, İran İslam devriminin yayılmasına engel olmaktan çıkmıştır. Artık İran’a engel değil büyük bir tehlikedir. TC İsrail’in denetimine girmeye başlamıştır. İsrail’i Arap dinci ve milliyetçiliğine karşı destekleyen TC’den İsrail için İran’a rakip ve tehlike olmaya başlamış TC ortaya çıkmıştır. Demek ki artık batının İran İslam devrimini engellesin, sınırlandırsın diye verdiği destekleri de almıyor. Irak’taki son gelişmeler, Suriye’deki durum bunu çok net gösteriyor.
Üç; TC’ye son altmış yılda en büyük dış destek, İsrail ile ilişkileri güçlü sürsün diye verildiğini biliyoruz. Ancak İsrail artık bölgenin istikrarlı, güvenli ve güçlü devletidir. Körfez Arap ulus devletleriyle “İbrahim’i Anlaşmalar” imzaladığı için Arap sermayesi ile batı arasında da bir nevi bankadır. Artık Arap dinciliği ve milliyetçiliği İsrail için eskisi kadar tehdit değildir. İsrail 21.yy.da Arap ulus devletleri için dış destek gelecek bir merkezdir. Demek ki artık İsrail ile ilişkileri güçlü olsun, İsrail’e Araplar karşısında destek versin diye verilen desteği de alamayacaktır. Bu gelişmenin sonuçları, İsrail ile henüz tümden çözülmemiş krizdir. Küresel sermayenin AKP-MHP’ye istediği maddi desteği vermemesidir.
O zaman 2023’te neler olacak sorusunun tam zamanıdır.
Türkiye en az 150 yıldır Avrupa sermayesince besleniyor. 1925’ten beri de sistem bu devleti koruyor, kolluyor. Eskisi kadar önemli olmasa da jeostratejik konumu önemini sürdürüyor. Başta küresel Yahudi sermayesi olmak üzere birçok sermaye gurubunun milyar dolarlarca sıcak parası, yatırımı Anadolu topraklarında bulunuyor. İşte Erdoğan ve koordineliğini yaptığı, artık devlet değil çete olan guruplar sistem sahipleri ve aynı zamanda ağa babaları da olanlara şunları öneriyor, dayatıyor ve talep ediyor; ya bizi adamdan saymaya devam edin ya da biz ortalığı toz duman ederiz. Ya bizi yeniden içinize alın ya da biz her türlü pisliği yapar, çıkarlarınızı tehlikeye sokarız. Ya bizi kanunlarınızın içine alın ya da biz her türlü kanunsuzluğu yaparız. Ya Kürt soykırımına tam izin ve istediğimiz desteği verin ya da biz Paris’te Berlin’de, Londra’da… cinayet işlemeye devam ederiz. Ya bizi eskiden olduğu gibi NATO’nun şımarık çocuğu olarak kabul edin ya da biz selefi çetelerimizi alıp Rus ordusunun yanına gideriz…
İşte 2023’te Türkiye’de ve bölgede yaşanacakların ana çerçevesi bu “hasta Türk zihniyetinin” tedavisinin yapılma biçimine bağlı gelişecektir. Ancak şu da unutulmasın ki, TC’nin destek istediği, beni içinize ya da yanınıza alın dediği güçler onu bizzat bu hale sokmuştur. Çünkü bu devlet kendini çok abartmış, yaşanan değişim ve dönüşümü görmediği için ağababalarına posta koymaya çalışmıştı. Dolayısıyla o cinayet işledikçe suçlarının artığını anlamayacak kadar aklını yitirmiştir. Ne kadar derine batacağını görmeyecek kadar gözleri kör olmuştur. Bu hastalıklı durumdan ötürü de 2023’de herkes bu devletin sırtına binecek ve “Ortadoğu bataklığına” gömecek, kendileri kirlenmeden çıkmaya çalışacaktır. AKP-MHP Türkiye’si tümden yıkılacaktır. Fakat yıkım çok şiddetli olacağı için Anadolu Türklüğünün de bir kısmı “çamura” batacaktır. Kürtler destek vermez ve kurtarmaya çalışmazsa bu Türklük de geleceği belirsiz bir yola girecektir.
Mehmet GÖREN