2022 yılının son günlerine girmiş bulunuyoruz. Geride bırakmaya hazırlanılan 2022 yılında olduğu gibi, içerisine girilmeye hazırlanılan 2023 yılında da Kürdistan, Türkiye, Ortadoğu ve Dünya’da yaşananların odağında; Önder APO ve onun mimarı olduğu Ekolojik, Demokratik, Kadın Özgürlükçü Paradigma yer alamaya devam edecektir. 2023 yılına girmeye sayılı günlerin kaldığı şu günlerde Önder APO’nun güvenliği ve sağlığı gibi en can alıcı ve hayati bir sorunun gündeme taşırılarak, tartışma konusu haline getirilmiş olması da buna işaret etmektedir.
Mevcut durumda Kürdistan Özgürlük ve Demokrasi Mücadelesi ile Kürdistan Halkının en öncelikli ve ivedi gündemi; Önder APO üzerinde uygulanan mutlak tecrit, sağlığı ve güvenliği üzerinde oluşturulan tehditlerdir. Buna yola açan ise; bir süre önce, CPT heyetinin, İmralı’ya gidip görüşme yaptığını belirtmesinin ardından yapılan spekülasyonlardır. CPT heyetinin önceden yapılan bir planlama sonucunda değil, aniden gerçekleştirdiği İmralı “ziyareti”ne ilişkin belirttikleri ile bu ziyarete dair sonradan gündeme giren söylentilerin birbirine tezatlık göstermiş olması ise, burada en temel etken olmaktadır.
CPT heyeti, İmralı dönüşünün ardından yaptıkları açıklamada Önder APO ile ‘görüşme yaptıkları, ancak yaptıkları görüşmeye dair herhangi bir açıklama yapamayacakları’nı belirtmişti. Daha sonra kendileriyle görüşmeye giden heyetlere de aynı açıklamaları tekrar ettiiler. Tabi yapılan bu açıklama ne ikna edici ne de doyurucudur. Hatta daha sonra ortaya atılan kimi ‘bilgiler’, CPT heyetinin Önder APO ile görüşme yapıp yapmadığını tartışma konusu haline getirerek, farklı bir boyut kazandırmaktadır. Çünkü konu Önder APO olunca herkesin bir şeyler söylemesi, söylenenlerin, sanki böyle bir şey söylenilmemiş gibi yaklaşılmasını engelleyememektedir.
Önder APO’ya yaklaşım Kürt ve Kürdistan’a yaklaşımdır. Bu nedenledir ki, yaşanacak olanlar için de yön tayin edicidir. Tabii hiçbir kimsenin de ‘neden böyle oluyor’ deme olasılığı bile söz konusu olamaz. Çünkü Önder Apo ile ilgili her hangi bir şey duyulduğunda ne durulur ne susulur ne de tutumsuz/tavırsız kalınır. Şu anda tam da bu nokta da odaklanılmıştır. Engellenemez tutum ve davranışların belirlenmesinde temel teşkil eden de budur. Önder Apo’nun sağlığı ve güvenliği eksenli tartışmalar, uluslararası komplonun vardığı noktayı ifade ettiğinden farklı bir tutum ve davranış içinde olunmasını da hiçbir kimse beklememelidir. Hatta bekleme yerine, oda Önder APO’ya karşı yapılan saldırı karşısında bir tutum sahibi olarak, elinden ne geliyorsa onu yapmayı ardına koymamalıdır.
Daha önce de yapılan değerlendirmelerde Önder APO’nun düşüncelerinin İmralı dışına taşırılmasının önüne geçilmeye, böylece Kürdistan Özgürlük ve Demokrasi Hareketinin, Kürdistan Halkının, devrimci, sosyalist ve demokratik güçlerinin önünün karartılmaya çalışıldığı defalarca belirtilmişti. Bu dile getirilenler öylesine söylenmemişti, doğrudan bir hakikati anlatmıştı. Önder APO üzerinde ağırlaştırılan “Mutlak Tecrit” ile Kürdistan’da, Türkiye’de devreye konulan politikalar, bölgesel ve uluslararası alanda yaşananlar arasında doğrudan olan bağ ve ilişkiler de bunu defalarca doğrulamıştı. Ortadoğu’da ‘Arap Bahar’ yaşandığında böyle olmuştu. O süreçte Ortadoğu’ya birçok koldan yapılan müdahalelerle, Önder APO üzerindeki “Mutlak Tecrit”in ağırlaştırılması birbirine paralel bir gelişim seyri izlemişti. Önder APO, o zaman bunu öngörerek “bu son görüşmemiz olabilir” demişti. 2015 sonrası süreçte de benzer bir politika devreye kondu ve bu da Önder APO tarafından öngörülerek değerlendirilmiş ve olası yaşanacaklar karşısında tavrını net olarak ortaya koymuştu.
Önder APO tarafından çok net bir şekilde tutum belirlendikten kıs bir süre sonra, üzerinde uygulanan “Mutlak Tecrit” daha da ağırlaştırıldı. Bunun hemen ardından Kürdistan’da özel-kirli savaş topyekun bir hale getirilerek boyutlandırıldı. Böylece soykırımcı özel savaş saldırıları karşısında Önder APO’nun herkesi etkileyecek doğru tutum ve davranışların gelişmesini sağlayacak olan ideolojik hamlelerini yapmasının, politik bir duruş belirlemesinin önüne geçilmeye çalışıldı.
Soykırımcı TC. Devleti bu temel yaklaşımı esas alarak yürümeye devam ediyor. ‘2023 vizyonunu bunun üzerine kurmuş bulunmaktadır. Umutlarını bağladığı 2021 yılında bu hedefe ulaşamayarak başarısız kalmış, çöküş aşamasına gelmişti. Adeta nefesi kesilmiş, suni teneffüse bağlı olarak hayat belirtileri gösterir bir hal almıştı. İçerisine girdiği 2022 yılında da bu suni teneffüs borusunun ne zaman çekileceği beklentisi onun yegâne korkusu haline gelmişti. Tam böyle bir korku içerisinde günlerini dahi sayamaz hale geldiği bir süreçte Ukrayna savaşı onun için yeni bir hava borusu açtı. O da bunu bir fırsata dönüştürdü. Hem ABD’ye istediklerini yaptırma hem de Rusya’dan alabileceğinin en fazlasını alma gibi bir imkan sundu ve gecikmeden tek düşman olarak gördüğü Kürdistan halkına ve Özgürlük Devrimine karşı bu aldıklarını kullanmaktan geri kalmadı. En basitmiş gibi görünen Finlandiya ve İsveç’in NATO üyelik talebini, NATO üyelik haklarından olan “veto hakkını” şantaj konusu yaptı ve bu “ hakkı” kullanmamayı şartlara bağladı. Diğer yandan da Rusya’dan mali olarak büyük kazanımlar elde etti. NATO, ABD, Avrupa Birliği ülkelerinin Rusya’ya uygulama kararı aldığı ambargo kararını deldi ve Türkiye’ye ciddi bir sermaye akışı sağladı. Tek kutuplu olan Kapitalist Modernite güçlerinin görüş ayrılıkları üzerinde kendisine açılan alanı en küçük noktasına varıncaya kadar kullanmaktan geri kalmadı. 2021 yılının 24 Nisan’ında başlattığı fakat darbelenerek geri çekilmek zorunda kaldığı Zap-Avaşin ve Metina’da işgal saldırısına geri çekildiği alanlardan yeniden harekete geçerek amacına ulaşmak istedi. Kendince en uygun anı yakalamıştı ve bu fırsat kaçırmak istemedi. Amacı Efrîn’den Xakurkê’ye kadarki hat boyunca oluşturmayı hedeflediği işgal bölgesini gerçekleştirmekti.
Bu yönüyle 14 Nisan’da Zap-Awaşin ve Metina üzerinden başlattığı işgal ve imha saldırısını iki ayak üzerine kurmuştu. O nedenle de belirlediği süre içerisinde Zap-Awaşin ve Metina’yı işgal ve Özgürlük Gerillasını imha ederek; planının ikinci ayağına ulaşmak için Rojava’ya yönelecekti. Ama bunu başaramadı. En fazla 2-3 ay belki de bundan da daha kısa bir sürede umduğuna ulaşmak bir yana ağır darbeler ve ciddi kayıplar yemekten kendini kurtaramadı. Gerilla karşısında bir yenilgi yaşadı. Böyle olunca Rojava işgal saldırısını planladığı gibi uygulayamadı. Aksine Zap-Awaşini-Metina’yı ‘işgal ederim’, Özgürlük Gerillası ‘imha ederim’, bunun verdiği havayla Rojava ‘yürür orayı da işgal ederim’ hayalleri suya düştü; havası söndü. Boşalan bu hava yerinin ise korku aldı. DAİŞ nasıl Kobané’de yenilmiş, ardı sıra çöküş yaşamışsa, Soykırımcı TC. Devleti’ de DAİŞ’in yaşadığı bu korkuya kapıldı. Bir nevi 2008 yılında Zap’ta İlker Başbuğ- Yaşar Büyükanıt ekibin başına gelenlerin, kendi başlarına geleceği korkusu R.T. Erdoğan ve Devlet Bahçeli şürekâsını panik halinde hareket etmekle karşı karşıya getirdi. Onun içindir ki, Rojava’ya yönelik saldırıları, planlamasını yaptığı ve ön gördüğü temelde başlatamadı.
Aslında soykırımcı TC. Devleti Zap-Awaşin ve Metina’da amacına ulaşsaydı, Rojava işgal saldırısını eş zamanlı hava ve kara harekatıyla başlatacaktı. Zap-Awaşin ve Metina’da yaşadığı yenilgi cesaretini kırdı. Fakat en azından ‘zevahiri kurtarmak için’ bir şeyler de yapması gerekiyordu. O kadar propaganda yapmış kendine göre Türkiye’de bir beklenti oluşturmuştu. Bunun “heyecanını” yaşayanlar, Efrin işgalinde oldu gibi; Kürdün malını, mülkünü, kadının, kızını, çocuğunu, toprağını neyi varsa onu gasp etmek için avuçlarını ovalayarak hazırlıklar içerisine girenler bile olmuştu. Bunlara ulaşamayacaklardı. Bu R.T. Erdoğan, Devlet Bahçeli şürekâsı için bir felaket demekti. O nedenle sahte bir zafere ihtiyaç duydular. Bunu sağlamak için de yoğun bir psikolojik savaş eşliğinde harekete geçtiler; hava ve karadan savaş araçlarını kullanarak Rojava Kürdistan’ın ağırlıklı olarak alt yapısını uzaktan hedefleyen bombardımanlarda bulundular. Bununla hem Türkiye’de yarattıkları dinci, faşist, işgalci, sömürgeci histeriyi kontrol altında düşürmek hem de Rojava halkı üzerinde korku atmosferi yaratarak; göç ettirme ve alanı boşaltmak istediler. En azından ağır psikolojik savaş eşliğinde havadan ve karadan yaptığı bombardımanların etkisi altında böyle bir sonuç alacaklarını umdular. Ama hedeflerine ulaşamadılar. Bu yönüyle de soykırımcı işgalci TC. Devleti nasıl 2022 yılına bir en kaz halinde girmişse, 2022 yılını da aynı şekilde noktalamaktan kendini kurtaramadı. Hatta 2021 yılındakinden çok daha zor bir duruma düştü.
Bu açıdan baktığımızda 2022 yılının son günlerine gelindiğinde, Önder APO’nun sağlık ve güvenliğinin neden gündeme getirildiğini daha iyi anlaşılmış olmaktadır. Önder APO’nun Suriye’de bulunduğu süreçte de TC. Devleti birçok oyun ve manevralarla Önder APO’yu Suriye’den çıkarmak istemişti. 6 Mayıs1 996’da Önder APO’ya karşı bombalı bir saldırıda bulunuldu. Aynı yıl Türkiye’de kurulan Refah-Yol Hükümeti döneminde Önder APO’yu Suriye’den çıkarma planlarına hız kazandırılmaya çalışıldı. 1997’de yılında bu doğrultuda atılan adımlar daha da sıklaştırdı. 1988 yılında doğrudan Suriye Rejimini zamanın Kara Kuvvetler Komutanı Atilla Ateş, Hatay- Suriye sınırına gidererek ‘savaş’ tehdidinde bulundu. Devreye konulan Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek, Suriye’ye giderek Hafız Esat’la görüşmesi sağlandı. 17 Eylül 1998’de YNK ile birlikte ‘Washington Anlaşması’nı imzalayan KDP’yi daha faal devreye koydular. Önder APO, o süreçte yaşananları takip ederek, tedbirlerini aldı ve bu 9 Ekim 1998’e -uluslararası komploya- kadar sürdü.
Öylesi bir süreçte Önder APO, komplo süreci içerisine alınmış olsa da gerillayı büyütmeyi, Avrupa’ya ulaşmış olmasını mücadelenin lehine çevirmeyi arayışından vazgeçmedi. 15 Şubat 1999 günü “Mutlak Rehine” olarak alındığında da bu doğrultuda atmış olduğu adımdan bir adım dahi gerilemeden yoluna devam etti. “Mutlak Rehine”lik ortamını “Üçüncü Doğuş” haline getirdi. Ekolojik, Demokratik, Kadın Özgürlükçü Paradigma böylesi bir süreçte formüle edildi. Önder Apo attığı bu adımla, soykırımcı TC. Devleti’nin imha ve tasfiye saldırılarını boşa çıkarmasını bildiği gibi; tasfiyeci, ihanetçi provokasyonun amacına ulaşmasını engelleyerek; Kürdistan Özgürlük ve Demokrasi Hareketi’nin, gerillanın kendini başlayan/içerisine girilen yeni döneme hazırlamasının koşullarını yarattı. Böylece dünyanın birçok ülkesinde gerilla mücadelelerinin içerisine çekildiği; gerileme, çözülme, dağılmakla karşı karşıya gelinmesinin önünü aldı. Kürdistan’da gerilla mücadelesini ve toplumsal hareketlerin büyümesini sağladı. Rojava Kürdistan’ı, devrim sahası haline getirdi.
Bu nedenledir ki; Önder APO’nun, bu Önderlik duruşu uluslararası komplocu güçleri; komplo içerisinde zindan bekçiliği rolünü üstlenen soykırımcı TC. Devleti’ni, işbirlikçi ve hainleri korkuttu. Ve onlarda, yaşadıkları bu korku nedeniyle; uluslararası komployu derinleştirme, Önder Apo’nun içerisinde tutulduğu “Mutlak Tecrit” koşularını daha da ağırlaştırmayı kendi çıkarlarına gördüler. Daha doğrusu bundan medet umar hala geldiler. Bunun bir sonucu olarak da Önder APO’nun kendi dışında olan her şeyle, herkesle bağını koparma kararını alarak uygulamaya koydular.
Kürdistan’da Özgürlük Gerillasının mücadele dönemi içerisinde Dördüncü Stratejik Aşama olarak değerlendirdiği 2010 yılının 1 Haziran günü başlattığı Yeni Hamle sürecinde, Ortadoğu’da “Arap Baharı” diye adlandırılan 2010 tarihinde Tunus’ta başlayan, ardı sıra; Mısır’la devam ederek bir çok Arap ülkesini etkisi altına alan Halk Hareketinin genişlemeye başladığı ve Rojava Devriminin yaşandığı günlerde bu çok net bir şekilde kendini gösterdi. En son 2014 yılında 30 Ekim Milli Güvenlik Kurulu toplantısında karar altına alınan 2015 yılının Nisan ayında adımları atılan ve 7 Haziran seçimlerini takip eden günlerde resmen uygulamaya konulan ve halen devam etmekte olan; tarihe “İkinci şark Islahat Planı” olarak geçen “Çöktürme Planı” sürecinde Önder Apo’nun içerisinde tutulduğu ‘’Mutlak Tecrit” bunun en yoğunlaştırılmış hali olarak anlam kazandı.
Ancak “Çöktürme Planı” içerisinde daha da yoğunlaştırılmış olan “Mutlak Tecrit”in öncekilere oranla farklılıkları vardı. Çünkü “Çöktürme Planı”nın hedefi soykırımcı TC. Devleti’nin kendi çöküşünü engellemenin yolunun Kürdistan Özgürlük ve Demokrasi Mücadelesini “çöktürmekten” geçmekte olduğuna inanarak hedefini bu şekilde belirlemişti. Bu da çok açık bir şekilde kendi sonunun geldiğinin kabulü anlamına gelmekteydi. Bunu engellemenin yolunun da “Çöktürme Planı”nda aldıkları kararları uygulamak ve bundan sonuç almaktan geçtiğine kendilerini inandırdılar.
Soykırımcı TC. Devleti Sekiz yıldır “Çöktürme Planı”nda ısrarlı bir şekilde devam etmektedir. Hatta sömürgeci, soykırımcı devlet bu planı; uygulama sürecinde bir-kaç defa yenilemiş bulunmaktadır. Buna rağmen, bir sonuç alamadığı gibi; tüm imkanlarını da yürüttüğü soykırımcı topyekûn özel-kirli savaş içerisinde tüketmiştir. Dünya’da neredeyse el-avuç açmadığı bir devlet kalmadığı gibi, her türlü insanlık ve savaş suçunu işlemekten de geri kalmamıştır. Taktik nükleer, kimyasal silahlar ve yakıcı-öldürücü bombalar, gazlar kullanmış ve hala da kanıtlarıyla ispatlandığı gibi; kullanmaya devam etmektedir. Uluslararası siyasal konjonktürden, devletlerarası çelişi ve çatışmalardan sonuna kadar yararlanarak bu suçları işlemektedir. Türkiye’nin tüm zenginlik kaynaklarını bu özel-kirli savaş için satarak, tüketmiştir. Öyle bir borçlanma içerisine girmiştir ki, Türkiye toplumunu üç-dört nesil sonrasının bile ödeyemeyeceği bir borçlanma içerisine sokmuştur.
Fakat tüm bu yaptıklarından da istediği, beklediği sonucu elde edememiştir. Kürdistan Özgürlük Gerillası karşısında yenilmiştir. “2023 Vizyonuna” ulaşmak bir yana, o güne varamayacağının telaşına kapılmış ve böylesi bir telaş içerisinde “Mutlak Rehine” olarak, “Mutlak Tecrit” koşullarında tutulan Önder Apo’nun “sağlığı”, “güvenliği” üzerine yapılan tartışmaların önünü açarak, en tehlikeli olana başvurmuştur.
Soykırımcı TC. Devleti 2023 yılında hedeflediği “vizyona” ancak bu şekilde ulaşabileceğini sanmaktadır. Ama başvurduğu bu en tehlikeli olanı, onu değil 2023 “ vizyonuna” ulaştırma, onu bir daha ayağa kalkamayacak hale getirecektir. Bundan da ne kendilerinin nede başkalarının hiçbir kuşkusu olmamalıdır. Bu şekilde Önder Apo’nun güvenliği ve sağlığı; içerisine girilen 2023 yılının rotasını belirleyecektir. Tüm duyargalar ve davranışlar bunun üzerine kurulacaktır ve bundan herkes etkilenecektir.
Cemal ŞERİK