18 Haziran 2010 Cuma Saat 13:25
0
21
TR
:” ”
:””
” “,” ”
” ”
Başbakan Erdoğan’ın grup konuşmasıyla kendisini tehdit
ettiğini belirten Öcalan, “Direneceğim, kimliğimden, onurumdan taviz
vermeyeceğim, son nefesime kadar onurumla direneceğim. Bütün halkımız bunu
böyle bilsin. Gördüğüm kadarıyla devlet barış yapmaktan, PKK de devrim
yapmaktan korkuyor dedi.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, avukatlarıyla görüştü.
Edinilen bilgilere göre AKP hükümetinin Kürt sorunu karşısındaki tutumuna
değinen Öcalan, “Buradaki pozisyonumun barış ve demokratik çözüm olduğunu, bu
konuda ciddi adımlar atılması halinde bu rolümü oynayacağımı ama Hükümetin
böyle bir yaklaşımı olmadığını söyleyebilirim dedi. Öcalan, “Kamu Güvenliği
Müsteşarlığı kuruldu. Muammer Güler bu hafta bu konuyla ilgili olarak İçişleri
Bakanıyla birlikte İngiltere’ye gitmiş. Bunlar yine icazet almaya gitmişler.
Yeni konsept uygulamaya konacak. Aynen ‘90’lı yıllarda Doğan Güreş’in
İngiltere’ye gidip “yeşil ışık alması gibi. Ne yazık ki yüz yıldır
Kürdistan’ın kaderini İngilizler belirliyor. Sadece İngiltere demek de doğru
değil, Anglo-Sakson siyasetidir bu. Buradan Müsteşara bir uyarım olacak. Eski
politikalarında, imha temelindeki politikalarda ısrar ederlerse, geçmişte
yaşandı, görüldü, bu çok kötü sonuçlara yol açacaktır. diye konuştu. Öcalan,
şöyle devam etti:
İRAN’LA DİYALOG GELİŞEBİLİR
“İran’ın kabul etmesi halinde bir diyalog süreci
başlayabilir. İran diyaloga gelmezse çok zorlanır, üzerinde büyük bir
uluslararası baskı ve kuşatma var, bunun altından kalkamaz. Bu kuşatmayı
Kürtlerle diyalog ve içeride demokratikleşme adımlarıyla, demokratik birliği
sağlayarak ancak aşabilir. Bu arada Suriye’de bazı gelişmeler olmuş, işte 11
PKK’li öldürdükleri yönünde haberler basına yansımış. Sanmıyorum, Suriye böyle
bir şey yapmaz. Suriye devleti, Kürtleri imha konseptinde tam olarak yer almaz,
öyle düşünüyorum. Oradaki Kürtler de demokratik mücadelelerini, demokratik
örgütlenmelerini geliştirmeliler. Mesut Barzani Türkiye’den sonra Almanya ve
Fransa’yı ziyaret etmiş. Gidip herhalde Almanya İngiltere ile yeni konsept
üzerine konuşacak. Bu konuda onları daha önce uyarmıştım. Tüm Kürtlere yönelik
katliam tehlikesi var, tehlikenin farkında olmalıdırlar. Öyle dış güçlere fazla
güvenmesinler. Dış güçler menfaatleri gerektirdiğinde Kürtleri gözünü kırpmadan
satarlar, Güney’deki devleti de çok kolay bir şekilde satarlar.
TECAVÜZ OLGUSUNA DAR YAKLAŞILIYOR
“Kadınların düzeyi iyi görünüyor ama daha çok yol almaları
gerekiyor ancak çok değerli kadınlarımız var. Bu tecavüz kültürünü aşalım
meselesini iyi yakalamışlar ama galiba biraz somut ve dar yaklaşılıyor. Bu
basına yansıyan Siirtteki gibi somut tecavüz olaylarını protesto ediyorlar gibi
bir hava oluşuyor. Halbuki bu tecavüz kültürü binlerce yıldan beri
ataerkilliğin kadını esir almasından itibaren başlamış ve günümüze kadar
gelmiştir. Kadınlarımızın bu zihniyetle mücadele etmesi gerekir. Feministlerin
de böyle dar ve yüzeysel yaklaşım sorunu var. Sıradan evlerde meydana gelen
tecavüzlerden söz ediyorum. Sanılmasın ki bu evlerde her şey kadının özgür
iradesiyle, seçimiyle oluyor. Kadının hiç bir konuda karar verme hakkı yok. Her
şeyi erkek belirliyor, her şey onun canının istediği şekilde oluyor. Yanlış
anlaşılmasın, ben aile kurumuna karşı değilim. Çok ilkeli bir şekilde olursa ve
taraflar kendilerine gerçekten güvenirlerse belki olabilir. Bazen burada düşünüyorum,
dışarıda olsam ben böyle bir ilişkiyi yürütebilir miyim diye. Bana göre
kadın-erkek ilişkisi, birlikteliği, adeta bir sanat gibi olmalıdır. Böyle
olursa anlamlı olabilir. Ama bugünkü koşullarda en kendine güvenen kadın, hangi
erkekle olursa olsun, isterseniz en ideal erkek olsun, birlikte olmaya
başladıktan sonra 24 saat içinde erkeğin boyunduruğu altına girmeye başlar.
Çünkü sistem böyle kurulmuş. Bu sözü daha önceleri de söylemiştim. Ben bu
yaşıma kadar bu tür ilişkilerden hep kaçtım, halen de kaçıyorum. Bu konuyla
ilgili yazılan başka kitaplar, düşünceler de var, okudum. Fatmagül Berktay’ın
bu konuyla ilgili bazı kitapları var, onlardan da yararlanılabilir.
HAYATI KADIN VAR EDİYOR
“Sistem kadını tamamen esir haline getirmiştir. Kadın hiç
bir yerde gerçek anlamda yoktur. İş hayatında yoktur, yönetimde yoktur vesaire.
Ama aslında kadın doğal olarak bu yeteneklere sahiptir. Neolitik dönemde
doğuran, besleyen kadındı, yemek kültürü onların eseridir. Hayatı onlar var
ediyorlardı bugün de bu yeteneklere doğal olarak sahiptirler. Savunmalarımda
hep neolitik dönemin tanrıça kültüründen bahsediyorum ama bunun da yanlış
anlaşılmaması gerekiyor. Tanrıça derken dini anlamda bir kutsallıktan
bahsetmiyorum. Kadın tabi ki kutsaldır ama ben bu tanrıça kültüründen bahsederken
kadının o çağlardaki sosyal konumundan bahsediyorum, kendini nasıl koruduğundan
bahsediyor, onu kastediyorum. Tanrıçalıktan, bugünkü duruma nasıl
düşürüldüğünün anlaşılması açısından tarihe gidip tanrıça kültüründen
bahsediyorum.
NAZIM KADINA DUYGUSAL YAKLAŞTI
“Kadın meselesine üç farklı bakış var 1-Duygusal yaklaşım,
2-İmgesel yaklaşım, 3-Düşünsel ve Felsefik yaklaşım. İşte Nazım Hikmet onlar ve
başka bazı yazarlar, şairler, edebiyatçılar kadın meselesine duygusal ve
imgesel yaklaşıyorlar. Hatta bizden de özellikle cezaevindeki bazı arkadaşlar
imgesel, hayali yaklaşıyorlar. Ama bizim yaklaşımımız imgesel-hayali değil,
gerçekçi, düşünsel ve felsefik yaklaşımdır. Bu beşbin yıllık erkek egemen
tecavüz kültürü ancak böyle düşünsel ve felsefik yaklaşımla aşılabilir.
Duygusal ve imgesel yaklaşımlar kurtarmaz. Kapitalist modernite kadını bir seks
objesi haline getirmiştir, işte moda adı altında bu süslemeler, püslemeler,
“yakışıyor adı altında aslında kadını pazarlıyorlar. Kadına adeta bir seks makinesi
olarak bakılıyor. Erkekler kadına sadece seks gözüyle bakar hale getirilmiştir.
Yirmidört saat bunu düşünüyorlar ve kadına da bu gözle bakıyorlar. Kadına
verilmiş en önemli bir görev bu, erkeğin sınırsız seks güdüsünü karşılamak.
Halbuki hayvanlarda bile böyle değil, hayvanlarda bunun bir düzeyi, düzeni var.
Erkek ve dişi sadece belli dönemlerde karşılıklı ihtiyaç temelinde çiftleşir.
ÇOK ÇOCUK KADINI YIPRATIR
“Kapitalist modernite kadının gerçeğini örtbas etmek için
onun sürekli fiziksel yonünü, cinsellik yönünü ön plana çıkararak, moda adı
altında pazarlayarak kadının gözünü boyuyor ama özünde aslında kadını
köleleştiriyor. Ne giyeceğine, saçını nasıl keseceğine, nasıl kokacağına,
kilosuna, her şeyine sistem ve erkekler karar veriyor. Aşk ve sevgi kavramlarını
da çarpıtıyor. Oysa aşk ve sevgi veya birliktelik karşılıklı bir irade
kabulüne, kadının iradesine saygıya ve kadının doğasına, özüne uygun temelde
olursa anlamlı olur, aksi takdirde egemen tecavüz kültürü anlayışıyla yaşanan
“aşk-sevgi kadını bitiriyor. İşte Erdoğan’ın kadına bakışı ortadadır, fazişan,
ırkçı-ulusalcı bir yaklaşımdır. Bunların İslamiyet anlayışı da kadını tepeden
tırnağa tamamen kendisi dizayn etmek istiyor. Ne giyeceğine, kılık kıyafetine
kadar her şeyini onlar belirliyor. Çok sınırlı bir rol veriyor. Kadını erkeğe
göre şekillendiriyor. Erdoğan, kadının iradesini hiçe sayarak, “en az üç çocuk
diyor. Buna sen karar veremezsin, bu ancak kadının kendisinin karar vereceği
bir meseledir, çünkü bundan en çok etkilenecek olan kadının kendisidir, kadının
doğasına saygı, bu konudaki kararı kadına bırakmayı gerektirir. Hele bir de çok
çocuk yaparsa kadın, tamamen sosyal, ekonomik, siyasal her alanda yaşamdan
kopuyor, hiçleşmiş oluyor. Ben aileye ve çocuğa karşı değilim. Ama bir çocuk doğurmak,
kadını hem fiziksel hem psikolojik olarak çok yıpratır. Bir çocuğun bakımı bile
kadını yıpratıyor, eve kapatıyor, bitiriyor. Kadının bunun bilinciyle kendini
bu duruma düşürmemesi, kendini koruması ve özgürlüğü için örgütlenmesi,
mücadele yürütmesi gerekiyor.
KILIÇDAROĞLU ÇÖZÜM İÇİN GETİRİLMEDİ
“Alevilik ve Kılıçdaroğlu meselesiyle ilgili bir şeyler
söylemek istiyorum. Kılıçdaroğlu meselesini anlamak için özel savaş
kesimlerinin Baykal’ı neden düşürdüğünü anlamak lazım. Şimdi Baykal çözümün
önünde engel olarak görüldüğü için mi tasfiye edildi yoksa özel savaş lobisi
tarafından onların istediği pozisyona yeterince gelmediği için, yetersiz
görüldüğü için mi tasfiye edildi? Bu soruyu tersten de sorabiliriz
Kılıçdaroğlu bir çözümün önünü açmak için mi getirildi yoksa Deniz Baykal’ın
ulusalcı politikaları yetersiz görüldüğü için mi onun yerine getirildi? Bu
soruların cevabını zaman gösterecek. Bu nedenle Kılıçdaroğlu hakkında net bir
düşünce ifade etmek istemiyorum. Bunu BDP’nin tavrı ve politikaları deşifre
edebilir, netleştirebilir. Birinci olasılık yani Kılıçdaroğlu çözüm için
getirilmiş ise, daha önce ifade ettiğim gibi demokratik kemalizm çözümü olarak
getirilmiş olabilir. Böyle olursa çözüm için olumlu olacaktır ama galiba çözüm
için getirilmemiş gibi görünüyor.
ABD, İNGİLTERE ÇÖZÜMÜ ENGELLEDİ
“Başbakan da benimle ilgili açıklamalar yapmış, beni
suçlamış, bu yüzden cevap hakkım doğuyor, ona cevap vereceğim. Benim geçen
haftalarda söylediklerim basında işleniyor, Ecevit, Erbakan, Özal meseleleri tartışılmış.
Ben tekrar uzun uzun o süreçleri anlatmayacağım. Ama 2002’de ne olduğunu
anlatayım. Buraya ilk getirildiğimde hem Ecevit adına gelip görüşenler hem
Kıvrıkoğlu adına gelip görüşenler bana şunu söylediler. “Bu Kürt meselesinde
bölücülükten ve şiddetten vazgeçilirse siyasal yöntemlerle her türlü çözümün
gündeme gelebileceğini, tartışılabileceğini söylediler. Bu benim de anlayışıma
zaten uygundu, ‘90’lı yıllardan beri bu konudaki görüşlerimi defalarca ifade
etmiştim zaten. Ben de onlara “olur dedim, hatta bunun için silahlı güçlerin
tamamını sınır dışına çektik. Bu süreç yıllarca devam etti. Ama bu süreç
değerlendirilmedi ve hiç bir adım atılmadı. Ecevit bir şeyler yapmak istedi,
işte bu Rahşan Affı falan tartışıldı. Aslında o daha geniş bir af olarak
düşünülüyordu, ama olmadı. Buna içeriden siyaseten Bahçeli engel oldu, Bahçeli
net bir şekilde demokratik çözümün önünü tıkadı. Dışarıdan da Anglo-Sakson
politikalar bu çözüme engel oldu. İngiltere ve Amerika, Anglo-Sakson siyaseti
Irak’a müdahaleyi önlerine koymuşlardı, Ecevit buna karşı çıkıyordu, Kürt
meselesinin çözümünde de atmak istediği adımlar vardı, bu nedenlerle Ecevit’i
tasfiye ettiler. Bu güçler Güney’de kendilerine bağlı bir Kürt federe devleti
karşılığında Kuzey Kürtlerinin ve PKK’nin ezilmesine, tasfiyesine onay
verdiler. Kuzey’deki Kürtler bu şekilde Anglo-Sakson’a bağlı Güney oluşumuna
feda edilmiştir.
AKP’NİN ÇÖZÜM PROJESİ YOKTUR
“AKP’nin de onlarla
kurduğu ilişkiler bu çerçevededir. AKP, Güney oluşumunu da gerçekte kendi
kimlikleriyle kabul etmiş değildir, sadece Kuzey Kürtlerinin ve PKK’nin
tasfiyesi için onları kullanma temelinde yaklaşmaktadır, bunun için onlara bazı
ekonomik imkanlar tanıyarak sahte, ikiyüzlü bir ilişki içindedir. Barzani ve
Talabani’nin bunu anlaması gerekiyor, bu konuda uyanık olmalılar. AKP bu
Anglo-Sakson politikalar için iktidara getirilmiştir, AKP’nin çözüm için hiç
bir projesi yoktur. Başbakan Erdoğan’ın dünkü konuşmalarını da dinledikten
sonra kesin olarak bu sonuca vardım. AKP tamamen Anglo-Sakson politikaları
uyguluyor, bu açılım projesi de aslında Anglo-Sakson politikasıdır, onlara
aittir. İşte Türkiye’de sözde bireysel haklarla bu işi halledecekler! Bu da
İngiltere’nin emekçilerine verdiği bireysel haklara benziyor, bu şekilde sol,
sosyalist hareketleri ve sendikaları etkisiz hale getirmişlerdi. Bireysel
haklarla işçi partisini sisteme entegre ederek, devrimci niteliğini ortadan
kaldırdılar. Kürtlere de bireysel haklar deyip PKK’yi tasfiye etme konseptidir
bu. Yaşar Kaya gibi milliyetçi isimler, Okçuoğlu, Kemal Burkay gibileri işte bu
bireysel haklar politikasıyla aldatıyorlar, onlar da bu oyuna geliyorlar. İşte
Ecevit’i gördünüz, Haberal’in hastahanesinde sözde tedavi oluyordu ama aslında
ne olduğunun farkında değildi, Haberal’in hastahanesinde bilinçli şekilde felç
edilerek, çökertildi. Öte yandan orduda da bu Kıvrıkoğlu ekibini tasfiye
ettiler. Ecevit ve Kıvrıkoğlu’na yapılan aslında bir darbedir. Hatta o dönem
Kıvrıkoğlu adına benimle görüşenler şimdi Ergenekon’dan yargılanıyorlar!
Siyaset arenasında AKP ön plana çıkarıldı, aynı politikaları uygulamak için
orduda Özkök ve ekibi ön plana çıkarıldı, Büyükanıt ve Başbuğ’da bu çizgiyi
sürdürdüler.
MUSTAFA KEMAL KÜRTLERE OTONOMİ SÖZÜ VERDİ
“Ortadoğu’nun ve Kürdistan’ın kaderini yüz yıldır İngiltere
belirliyor. Az önce anlattığım Anglo Sakson politikaları İngilizler 1920’lerde
de uygulamışlardır. Mustafa Kemal 1916-1924 arasında sekiz yıl boyunca
politikalarını belirlerken hep Kürtlerle yaptığı ittifakla birlikte hareket
etmiştir. İngilizler için Musul-Kerkük’teki petroller çok önemliydi. Ne olursa
olsun kendi denetimlerine almak istiyorlardı fakat Musul-Kerkük çok açık bir
şekilde Misak-ı Milli sınırları içinde kalıyordu o dönem. Musul Kerkük
Kuzeydeki bölgeler gibi Kürtlerin çok yoğun yaşadığı yerlerdi, yani Misak-ı
Milli Kürtlerin yaşadığı bu yerleri de içine alıyordu. Mustafa Kemal’in
politikası Kürtlerle birlikte hareket etmeydi. İşte İzmit konuşmasında Kürtlere
muhtariyet verileceğinden bahsediyor, 1921 anayasasına işaret ediyor, bu
anayasada bu yönlü düzenlemeler var. Yine başka bir tarihteki konuşmasında
Kürtlere otonomi verileceğinden sözediyor. İngilizler ise Musul-Kerkük’ü kendi
denetimlerine almak için harekete geçtiler.
YAHUDİLER BEYAZ TÜRKÇÜLÜĞÜ GELİŞTİRDİ
“Aynen bugün nasıl kendi kontrollerinde federe oluşuma
gittiylerse o dönemde kendi kontrollerinde ve Musul-Kerkük’ü de içine alan bir
Irak devleti peşindeydiler. İngilizlerin öte yandan İngiliz yanlısı İsmet
İnönü, Fevzi Çakmak üzerinden ittihatçı kadroları da örgütleyerek Mustafa
Kemal’i kuşatarak, etkisizleştirdiler, yalnızlaştırdılar. İnönü, Çakmak,
Mustafa Kemal arasında en zayıf durumda olan Mustafa Kemal’di. Mustafa Kemal
bunların gücünü anlayınca bunlarla uzlaşmak zorunda kalmıştır ve bunun
sonucunda bilinen inkar-imha süreci geliştirilmiştir. Bu süreçte Yahudiler de
bu Anglo-Sakson politikaları içinde yer almıştır, Ortadoğu’da kendilerine ait
bir devlet istiyorlardı, bunun altyapısını hazırlamak peşindeydiler. İşte Türkiye’deki
Yahudiler, örneğin Sami Kohen’in babası, “biz Yahudiliğimizden vazgeçtik artık
bundan sonra Türküz demişlerdir. Aslında böyle de değildir, Yahudiliklerinden
vazgeçmemişlerdir. Daha sonra Cumhuriyet’in resmi ideolojisi olan beyaz
Türkçülük anlayışının öncülüğünü de bunlar yapmıştır.
AKP’YE TASFİYE ROLÜ VERİLDİ
“Mustafa Kemal bu noktaya çok da isteyerek gelmemiştir,
zorunlu olarak gelmiştir. İngilizler Lozan’da Musul-Kerkük gizli
görüşmelerinde, Musul-Kerkük’ü alma ve cumhuriyetin sınırları dışında tutma
karşılığında İnönü’ye “Kuzey Kürtlerine istediğinizi yapabilirsiniz deniliyor
ve Cumhuriyet bu temelde tanınıyor. Buna karşı Kürtler kıyameti koparıyor, Şeyh
Sait isyan ediyor. İngilizler bu isyanı da kullanarak Mustafa Kemal’i buradan
da sıkıştırmışlardır. Şeyh Sait idam ediliyor, daha sonra Ağrı, Dersim
isyanlarıyla devam ediyor. İmha ve asimilasyon politikaları, çözümsüzlük süreci
bugüne kadar geliyor. Bu politikalar 2002’den beridir AKP eliyle uygulanıyor.
Bugün yaşanan da aslında 1925’lerin aynısıdır. O dönem Musul-Kerkük
karşılığında bugün de Güney’deki federe devlet karşılığında AKP’ye sözde açılım
adı altında Kuzey Kürtlerini tasfiye etme rolü verilmiştir. Yahudiler-İsrail
bugün de geçmişte olduğu gibi bu Anglo-Sakson politikalara destek vermektedirler.
ANLAŞMA OLMAZSA TOPLUMLAR AYRILABİLİR
“Şimdi Erdoğan’a cevap vermek istiyorum. Erdoğan son grup
toplantısında yaptığı konuşmalarında çok sert BDP’yi, bizi suçluyor. İşte
burada tecavüz, zor kültürü var. BDP de Erdoğan’ın neden böyle bir şey yaptığını
tam olarak anlayamadı. BDP’nin Erdoğan’a vermesi gereken cevabı şöyle
olmalıydı “Evet ben küçük bir parti-grup olabilirim, senin içinde de Kürtler
var, sana destek olan Kürtler de var ama bana destek veren, kendi iradesiyle
özgür bir şekilde varolmak isteyen beş milyona yakın Kürt de var demeliydi.
Erdoğan burada belki ifade edilmesi hoş değil ama Kürtleri “karı olarak
görüyor. Bu benzetmeyi kullanmak çok uygun olur mu, ama durum budur. Erdoğan
Kürtlere bu gözle bakıyor. Binlerce yıllık ataerkil tecavüz kültürünün
şekillendirdiği bir zihniyetle Kürtlerle zorla ilişkiye girmek istiyor. Bir
evlilik ilişkisinde bile zorla ilişki olmaz. Bir evlilik ilişkisinde erkek
eşiyle zorla ilişkiye girebilir mi? Bunun için eşlerin karşılıklı rızası
olmalı, bu iş özgür iradeyle olur. BDP şunu demeliydi. Senin yanında yeralan,
seni kendi özgür iradesiyle destekleyen Kürtler de var. Onlarla istediğin
şekilde ilişki kurabilirsin, istediğini yapabilirsin, çünkü kendileri kendi
iradeleriyle seninle birlikte oluyorlar. Ama bizimle birlikte olmak istiyorsan,
bizim rızamızı alman lazım. Aksi taktirde zorla ilişkiyi dayatırsan boşanma
gündeme gelir. Toplumlarda da bu böyledir, bu iş gönüllü birliktelikle olur,
zorla olmaz. Gönüllü birliktelik ya da gönüllü ayrılma. İşte Çekoslovakya
örneği ortadadır. Bugün de işte Belçika tartışıyor bunu. Eğer anlaşma olmazsa
toplumlar birbirlerinden ayrılabiliyor. Ama bizim istediğimiz ayrılma değildir,
bunu da defalarca söyledik, biz özgür, eşit, gönüllü birlikten yanayız.
Söylediğim gibi durum budur. AKP Anglo-Sakson politikaları uygulamakta ve
açılım adı altında Kürtleri oyalamaktadır.
DİRENECEĞİM TAVİZ VERMEYECEĞİM
“Bu arada KCK açıklama yapmış, Özerk Kürdistan’dan,
Kürdistan’ı yönetmekten bahsediyor. Bu çok ciddi bir iştir, Kürdistan’ı
yönetmekten bahsediyorsunuz. Yapmayın demiyorum, kararı siz vereceksiniz, daha
önce zaten söyledim bunu. Ben savaşın ya da savaşmayın demiyorum. Benim
koşullarım ortada, kimse bana güvenerek, bana dayanarak iş yapmasın, kendi
kararlarını kendileri versinler. Ayrıca burada ne olacağım da belli değil, beni
burada yarın bile öldürebilirler. Erdoğan dünkü (Salı günü) konuşmasında beni
tehdit etti. Ama ben direneceğim, kimliğimden, onurumdan taviz vermeyeceğim,
son nefesime kadar onurumla direneceğim bütün halkımız bunu böyle bilsin.
Devlet barış istiyorsa ben buradayım. Ben burada açıkça şunu söylüyorum. Benim
gördüğüm kadarıyla devlet barış yapmaktan korkuyor, PKK de devrim yapmaktan
korkuyor. Ben yirmi yıl Ortadoğu’da çalıştım, 12 yıldır da burada bu zor koşullarda
barış için elimden geleni yaptım. 12 yıldır ben burada barış için çabalarken
arkadaşlar gerekli tüm desteği verdiler ve çağrılarıma disiplin içinde uydular,
hepsine teşekkür ediyorum. Aslında buraya ilk getirildiğimde beni karşılayan
albaylardan biri, bana “Öcalan sen yanlış yaptın, Mustafa Kemal gibi
ordularının başına geçmen, bizzat savaşın içinde olman gerekirdi demişti. Yani
neden Kandil’e gidip askeri güçlerin başına geçmedin demek istiyordu. Tabi ben
bu ihtimali de o zamanlar çok yoğun bir şekilde düşünmüştüm ama kararımı
Avrupa’ya gitme yönünde kullanmıştım. Bu kararı almamda siyasi çözüme olan
inancım rol oynadı. Hala da verdiğim bu kararın arkasındayım, işte buradayım ve
bu kararımdan pişman da değilim.
POZİSYONUM BARIŞ POZİSYONUDUR
“Söylediğim gibi benim buradaki pozisyonum barış
pozisyonudur. Ama daha önce de defalarca söylediğim gibi artık muhatap
bulamıyorum. Eğer Hükümet bir temsilcisini gönderirse, bu konuda parlamentodan
bir karar çıkartıp önümü açarlarsa ben iki günde tüm silahlı güçleri bir alanda
toplayabilirim. Buna gücüm de var iddiam da var, kendime güveniyorum. Silahlı
güçleri BM’nin ya da NATO’nun denetimi altında bir bölgeye de çekebiliriz.
Hatta Türk ordusunun görebileceği bir alan da olabilir. Bunları Türkiye kamuoyu
da bilmelidir. Cezaevlerinden gelen birkaç mektup vardı. Cezaevlerindeki tüm
arkadaşlara, tüm kadın arkadaşlara selamlarımı iletiyorum. Kars, Hınıs ve Çınar
halkına selamlarımı iletiyorum. -ANF
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.navendalekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net –
www.lekolin.info