10 Eylül 2010 Cuma Saat 13:17
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, son günlerde yaşanan gerilla kayıplarının “çok üzücü olduğunu belirterek, “Kesinlikle Kürtler her saldırıya karşı kendilerini her şekilde savunmalı, cevap verebilmelidir dedi. Öcalan, “Kürt halkının güvenliği garantiye alınmadan kimse barıştan sözetmesin, silah bırakmaktan bahsetmesin. Halkın güvenlik meselesi hallolmadan bundan sonra hiçbir şey olamaz” diye belirtti. 13-20 Eylül arasında pek çok şeyin netleşeceğini belirten Öcalan, devlet ve hükümete “son kez şu çağrıyı yaptı: “Haklı taleplerimizin kabul edilmesi gerekir. Aksi halde direnme hakkımızı da kullanmakta haklıyız.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan avukatlarıyla görüştü. Edinilen bilgilere göre görüşmede Öcalan, şunları söyledi:
BOYKOT
“Hükümet Musa Anter’in adını ağzına alıyor. Bunu yapmaya hakları yok. Onu katledenler kontrgerilla, devlettir. Şimdi bunları sorgulamadan adını kullanıyorlar. Referanduma ilişkin daha önce de belirmiştik, Hükümet, herkesi kapsayan demokratik bir anayasa konusunda somut bir adım atsaydı Kürtler “evet diyebilirdi. Aynı şekilde eğer CHP tutumunu değiştirip bu konuda olumlu ve net bir duruş gösterseydi Kürtler “hayır da diyebilirdi. Boykotun anlamı şudur: Boykot, “biz demokratik-çoğulcu, herkesin kendisine ait hissettiği bir anayasa istiyoruz demektir. Biz hem ulusalcı-milliyetçi faşizme karşıyız hem de İslamcı-milliyetçi faşizme karşıyız. Biz Türkiye Cumhuriyeti’ne, devletine ve hükümetine demokratik çözümü, demokratik anayasayı dayatmak için boykot kararının arkasındayız.
DEVLETLE GÖRÜŞMELERİM OLDU
“Devletin bazı yetkili kişileriyle görüşmelerim oldu. 13-20 Eylül tarihleri arası önemlidir, bu tarihten sonraki gelişmelere bakmak gerekiyor, o zaman belli olacak her şey. Ama kesin bir şey söylemekte mümkün değil. 2001 yılında da benzer bir süreç yaşanmıştı. O dönem askerler görüşmeleri yürütüyordu. Ama 2001 yılında bu görüşmeler aniden kesildi. Bu yüzden kesin bir şey söylemek mümkün değil, aynı şey yaşanabilir. Biliniyor o dönemde Ecevit’e müdahale edilmişti. Şimdi gelen yetkili kişiler bu sürecin farkındalar, içlerinde bunun böyle gitmeyeceğini görenler de var.
WALLERSTEIN ÖNEMLİ SOSYOLOGDUR
“Wallerstein, önemli bir sosyologtur. O da, Türkiye’nin artık üniter yapısını değiştirmesi gerektiğini, üniter devlet modelinin miadını doldurduğunu, bu modeli keşfeden ülkelerin örneğin İtalya, İngiltere, Fransa’nın bile bunu terkettiğini, Türkiye’de özerklik uygulanırsa üniter devletin sona ereceğini belirtiyor. Bizim söylediklerimizle paralel. Ayrıca demokratik özerkliğin toplumsal hiyerarşiyi aşmayı hedefleyip hedeflemediğinin çok önemli olduğunu da belirtiyor. Muhtemelen o da bizim hareketimizi ve görüşlerimizi takip ediyor ve onun üzerinden bazı açıklamalar yapmış olabilir. Ben hep söylüyorum, bu ulus-devlet, en fazla beş yüz yıllık bir maziye sahiptir. Kapitalist modernitenin beş yüz yıldır halkları kontrol altına almak için kullandıkları son modeldir. Bunu uzun zamandır tartışıyorum ama özellikle Özgürlük Sosyolojisi adlı savunma kitabımda bu konulara çok geniş değindim.
ULUS DEVLET FAŞİZM GETİRİR
“Ulus-devlet gerçekliğini iyi çözümlemek gerekir. En üst aşaması faşizmdir. Avrupa bunu Hitler Almanya’sıyla yakından gördü. Ve aslında sanıldığı gibi bu Hitler faşizmi de sona ermemiştir. Bu ulus-devlet anlayışı devam ettiği sürece faşizm tehlikesi de devam edecektir, yeni Hitlerler yaratmaya da devam edecektir. Bu devlet modeli, Ortadoğu’ya kesinlikle uymaz. Ortadoğu’nun toplumsal ve kültürel dokusu bu modele uymuyor. Amerika da ulus-devlet modelinin Ortadoğu’daki uygulayıcılarından biridir ve şu anda da uygulayıcısıdır. Siz bu modeli Irak’a uygulayamazsınız, bunu kesinlikle yapamazsınız. Aynı şekilde bu modeli Afganistan’da da uygulayamazsınız, olmuyor. İşte İran’da Şia devleti, bu modeli uygulamakta direniyor ama olmuyor. Halklar direniyor. Şia rejimi-milliyetçiliği katliamlar doğuruyor. İran da bu ısrarını sürdürürse bundan zarar görecek. Aynı şekilde Arap milliyetçiliği, ulus-devleti de faşizme, katliamlara yol açtı, açıyor. Türkiye’nin durumu zaten ortada. Beyaz Türklerin uyguladığı faşizm diğer tüm farklılıkları yok sayıyor. Hatta Osmanlı-İttihat ve Terakki döneminde yapılan Ermeni kırımını Nazi Almanya’sı kendine örnek almıştır, bundan feyz almışlardır! Hitler, faşizmi bunlardan öğrenmiştir. Bu nedenle biz demokratik özerkliği öneriyoruz, sadece Kürtler için değil, tüm halklar için, Ortadoğu için, Afganistan için bunu öneriyoruz.
ÖZERKLİK ETNİSİTEYE DAYANMAZ
“Kapitalist Modernite’nin ulus-devlet projesi, Ortadoğu’nun sorunlarını çözmüyor, tersine daha da içinden çıkılmaz hale getiriyor. İşte İsrail-Filistin ortada. Bizim önerdiğimiz demokratik özerklik, etnisiteye dayanmaz, katı coğrafik sınırları da yoktur, demokratik toplum birimlerine dayanır. Bu birimler çok ve çeşitlidir. Her toplumsal kesim, bir demokratik toplum birimi olarak kabul ediliyor. Örneğin Diyarbakır’ın Bağlar semti, Bağları iyi bilirim, bir demokratik toplum birimi olarak kabul edilebilir. Burada yaşayan insanlar, günlük sorunlarını, diğer tüm meselelerini tartışıp çözebilmek için kendi konseylerini-meclislerini oluşturur. Diyarbakır’ın kendisi de bir toplumsal birim olarak kabul edilebilir. Kendi Kent Konseyi’ni oluşturur. Diğer mahalle birimleri de kendini bunun içinde temsil ederler. Özgürlük Sosyolojisi kitabımda demokratik özerkliğin 6 boyutunu çok derinliğine tartışmıştım. Demokratik özerkliğin anlaşılması açısından bu kitaptaki tezlerin iyi okunup tartışılması gerektiğini düşünüyorum, böylesi araştırmalarla kitaplar yazılabilir, gelişkin yazılar çıkarılabilir.
KÜRT ULUSAL KONSEYİ KURULMALI
“Kürt Ulusal Konferansına ilişkin çalışmalar çok önemlidir. Tüm Kürt kesimleri bu çalışmaya katılmalıdır. Bu konuda daha önce görüşlerimi paylaşmıştım. Dört teorik ilke üç pratik öneri demiştim. Özellikle üç pratik önerinin uygulanmasını önemli buluyorum. Birincisi Kürtlerin karar mekanizması olacak, parlamento benzeri bir kurum. Ancak bunu yalnızca ulusal parlamento anlamında değerlendirmek zorunda değiliz. Parlamentodan ziyade Kürdistan Ulusal Konseyi olarak da isimlendirilip değerlendirilebilir. Önemli olan bunun, bütün Kürtlerin ortak karar alabilecekleri bir mekanizmanın olmasıdır. FKÖ örneğine bakılabilir, kısmen benziyor. Bunun bir de icra ve yürütmesi olmalıdır, ikinci önerim budur. Burada alınacak kararları pratik hayata geçirecek organ olacaktır. Üçüncüsü ortak bir özsavunma gücünün oluşturulmasıdır. Bu da çok önemlidir. Bu, Kürtlerin güvenliğiyle direkt ilgili bir durumdur. Kürt halkının güvenliği garantiye alınmadan kimse barıştan sözetmesin, silah bırakmaktan bahsetmesin. Halkın güvenlik meselesi hallolmadan bundan sonra hiçbir şey olamaz. Kürtler bir soykırım tehlikesi ile karşı karşıyalar. Fırsatını bulsalar bu katliamları yapmaktan çekinmeyecek güçler var. Kendi varlığını korumak için özsavunma şarttır. Kürtler de kendilerini korumak zorundadır. Bunu sadece gerilla ile HPG ile sınırlı anlamamak lazım, bu nedenle özsavunma olmazsa olmaz diyoruz. Herkes bundan sorumludur, bireyler de kendi savunmalarını kendileri sağlamalıdırlar, halk da kendi tedbirlerini almalıdır. Hatta bu güvenlik meselesi, Kürtlerin güvenliği sağlanmadan artık halkımız çocuklarını askere gönderirken bir kez daha düşünmelidir, askere gönderdiği gençlerini bir de bu açıdan değerlendirmelidir.
TARAF’I ESEFLE KARŞILIYORUM
“Diyarbakır’daki bu halk adına konuştuğunu söyleyen tüccarlara, iş örgütlerine de şu hatırlatılmalıdır bu halkın güvenliği sağlanmadan barıştan sözetmek ne kadar samimidir. Bunlar görmüyorlar mı bu soykırım tehlikesini ki, böyle konuşabiliyorlar. Bu tavrı protesto ediyorum. Taraf çevresini, Orhan Miroğlu, Yasemin Çongar’ı esefle karşılıyorum. Bunlar bizim yıllardır barış için yaptığımız görüşmeleri, yaptığımız fedakarlıkları görmezden geliyor, bize haksızlık ediyorlar. Taraf çevresinin “Kürt burjuvazisi diyerek öne çıkarmak istediği, sözde barışçıl çözüm isteyen, seslerinin kısıtlanmak istendiğini söylediği bu grupların Kürtlükle bir alakası kalmamıştır. Bunlar Kürtlüklerini ne kadar inkar ederlerse bu sistem içinde o kadar çok rant elde ediyorlar, bu sistem içinde o kadar yükseliyorlar! Halk açlık yoksulluk içinde perişan olurken bunlar en lüks şekilde yaşıyorlar! Bunlar Kürtleri de, Diyarbakır’ı da temsil edemezler. Diyarbakır halkı bunları kabul etmez, asla temsilcileri olarak da kabul etmez. Bunlar şimdi hep birden Kürtler adına konuştuklarını söylüyorlar! Oysa ki ne kadar çok ihanet ederlerse o kadar çok sistemden çıkar elde ediyorlar. Kürtler bunları iyi tanımalıdır.
KÜRTLERE SOYKIRIM UYGULANIYOR
“Daha önce de söyledim, bu soykırım sadece fiziksel soykırımla sınırlı değildir. Kültürel, ekonomik, her alanda soykırım zaten uygulanıyor. Düşünsenize bir anadilimizi bile özgürce öğrenip, kullanamıyoruz. Bu en doğal haktır. Birleşmiş Milletlerin sözleşmelerinde de anadilin yasaklanması, baskı altına alınması, serbestçe kullanılmaması kültürel soykırım olarak nitelendiriliyor. Türkiye’nin taraf olduğu Avrupa Sözleşmeleri de bu hakları güvence altına almaktadır. Varolan yasaklara da çok takılmamak, aşmak için çaba göstermek gerekir. Buna annemle olan ilişkim iyi bir örnektir. Ben daha yedi yaşında okula başladığımda baktım ki kendi anadilimden farklı bir dili öğrenmek zorunda bırakılıyorum. Bir çocuk olarak korktum, yabancı bir dili nasıl öğreneceğim diye düşündüm. Bu benim çok zoruma gitti. Bu konu yüzünden anneme kin besledim, onunla tartıştım ve o çocuk zihniyetimle annemin beni bu kültürel soykırımdan kurtarmasını bekledim ve bunu yapamadığı için -ne yapabilirdi ki zaten- onunla çok tartıştım ve tepki gösterdim. Ve düşünebiliyor musunuz evden çıktıktan sonra ve annem ölünceye kadar bir kez bile telefondan onunla konuşmadım. O kadar buna isyanım büyüktü ki, ölüm döşeğindeyken bile annemi aramadım. Bunun acısını hala yaşıyorum. Tartışmalarımda anneme “tavuklar bile kendi yavrularıyla kendi anlayacağı dilden konuşuyor, anlaşıyor, yavrularını tehlikelere karşı koruyor, sen bunu neden yapamıyorsun diyordum. İşte benim meselem, Apo’yu ortaya çıkaran gerçeklik budur. Bu anadil meselesi, ekmek kadar su kadar önemlidir.
ANADİL OLMAZSA BEYİN ÖLÜMÜ OLUR
“Anadilini öğrenemezsen, eğitimini yapamazsan sağlıklı düşünemezsin, üretemezsin, adeta beyin ölümünü yaşamış oluyorsun. Kürt aydınının yaşadığı sorunların temelinde bu vardır. Bu nedenle yeterince güçlü, nitelikli Kürt aydını yetişemiyor! Annemle başlattığım -aslında o zavallı kadının da yapabilecek çok fazla bir şeyi yoktu- isyanımı, sisteme karşı devam ettirdim. İşte bu yüzden de buradayım. Yurtsever ailelerimiz, mutlaka ne olursa olsun kendi çocuklarına anadillerini öğretmelidir. Bu bizim mücadelemizin en önemli boyutudur. Bütün yasaklara rağmen, yasakları aşarak bunu yapmalıdır. DTK de kendini bu konuda sorumlu görmelidir, mahallelerde kendi anadilini öğretecek yöntemler, kurumlar geliştirmelidir. Aileler de evlerini birer anadilini geliştirdikleri eğitim okullarına dönüştürmelidir. Bu konudaki hassasiyetim biliniyor. Bu anadil meselesinin önemini iyi anlamalıyız. Ben işte bu acı yüzünden, bunu bildiğim için evliliğe de karşıyım, ciddi eleştirilerim var. Çocuk yapılmasına da karşıyım demeyeyim de çocuk sahibi olanların sorumluluğunu da bilmesi gerekiyor. Önemli olan çocuğun, doğduğu günden bugüne içinden geçtiği sürecin anlamını kavrayabilmesi, kendi ana dilini ve kültürünü özümseyerek kültürel soykırıma karşı kendini koruyabilmesidir. İşte bu yüzden tüm bu evlilikleri ağır eleştiriyorum. Kadınlar belki alınabilirler ama çocuklarımıza anadilimizi bile öğretemeyeceksek, bu sisteme teslim olacaksak bütün bunların hiçbir anlamı olamaz. Bu konu bizim için en hayati bir konudur. Anadil ve kültürleri çocuklara büyürken özümsetilmelidir. Kültürel soykırım, başka soykırımlara benzemez, en tehlikelisidir, fiziksel soykırımdan bile daha tehlikelidir ama anlaşılmıyor, insanı çürütüyor, insanlığından çıkarıyor, onursuz bir kişilik ortaya çıkarıyor. Hatta kültürel soykırım insanı öyle bir hale getiriyor ki bunun farkına vardığın zaman bile artık bir şey yapamayacak duruma gelmiş oluyor. Bu kültürel soykırım boğazımızdan-boynumuzdan bir zincir, bir ip gibi bizi yakalamış, köleleştiriyor. Çocuklar boyunlarında bu zincirle büyüyorlar, aileler de bunu kırmaya çalışmayarak, buna katkı sunuyorlar. Bu, Türkçe’ye, Türkçe öğrenime karşı olduğum anlamına gelmiyor. Türkçeyi de öğreniyoruz, ona bir itirazımız yok. Bu koşullarda Kürtçe’yi bir kenara bırakmak zorunda kaldım. Ama bütün bunlar mücadeleyi bıraktığımız anlamına gelmez.
DİYARBAKIRSPOR’A ELEŞTİRİLER
“Faşizm spora da bulaşmıştır. Futbolun faşizmle ilişkisi biliniyor. Bu Diyarbakırspor’un yönetiminde de yaşanıyor. Öyle fakirlik edebiyatı da falan yapıyorlar! Ama bu durum yeni değildir. Ta Büyükanıt’ın Diyarbakır’da kolordu komutanı olduğu dönemde uygulamaya konan bir projedir. Erdoğan’ı da gördünüz işte Diyarbakır’da yanına Hakan Şükür’ü, birtakım Galatasaray’lı futbolcuları sahneye çıkardı. Bunlar hep bilinçli yapılan şeylerdir. Bu üç renk meselesinden bahsediliyor, Galatasaray sempatizanlığımdan bahsediliyor ama şu anda Galatasaray da Diyarbakırspor da özel harp politikalarına hizmet ediyor. İyi bakılmazsa bazı şeyler gözden kaçıyor. Mesela 90’lı yıllarda Diyarbakır’da Galatasaray ile Diyarbakırspor’un bir Türkiye Kupası maçı vardı. Diyarbakırspor taraftarları Galatasaray’ı sevdikleri için alkışlıyorlardı. Galatasaraylı futbolculardan sadece yabancı kaleci olan Tafarel yüzünü seyircilere dönüp seyircilere el sallayıp onları selamlamıştı, diğer futbolcular taraftarlara yüzlerini bile dönmemişlerdi! Galatasaray ve Diyarbakırspor, bu politikalara alet olmaktan kurtulursa eğer, ikisine de sempati duyabilirdim. Diyarbakır halkı da böyle bir Diyarbakırspor’u kabul etmez. Eğer Diyarbakırspor halka aitse o zaman tüm halka, herkese Diyarbakırspor’a üye olmanın yolu açılsın, bu şekilde demokratikleştirilsin. O zaman halk da Diyarbakırspor’a sahip çıkar, herkes elinden gelen katkıyı sunar. Aslında sporun kapitalizm tarafından nasıl kullanıldığını çok iyi biliyoruz. Ama bu halkın demokratik bir şekilde spor kulüpleri, dernekleri kurup geliştirmelerine engel değildir. Kürtler bütün kent, köy ve kasabalarda her türlü spor kuluplerini kurup, spor yapıp, sporlarını geliştirmeliler. Spor, ruh ve beden sağlığı açısından faydalıdır, tabi ki yapılmalıdır.
İMAMLARI KULLANMAK İSTİYORLAR
“Geçenlerde bir imam öldürülmüştü. Şimdi burada AKP’nin yeni bir politikasının sözkonusu olduğunun görülmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu imamları kullanmak istiyorlar. Onlar vasıtasıyla halka propaganda yapıp halkı kandırmak istiyorlar. Geçmişteki Hizbullah uygulamasına benzer bir uygulama gibi. Halkımız bu oyunlara gelmemelidir. Kendisine yakın imamların olmadığı camilere gitmemeli, onlara itibar etmemeli, gerekiyorsa kendi evlerinde toplanıp kendi cemaatleriyle ibadetlerini yaparak böylesi politikaları boşa çıkarmalıdırlar. Sanırım bir iki gün önce bir imam daha öldürülmüş. Halktan biri, halkımızın mele dediği biri. O zaman bir karışıklık yaratmaya çalıştıkları iyice açığa çıkmış oluyor! Halkımız bu oyunlara karşı uyanık olmalıdır, bunlara karşı tedbirlerini almalıdır, bunları dışlamalıdırlar. Anti-propagandalarına karşı her türlü önlemlerini almalılar.
AKP VE ORDU ANLAŞMIŞLARDIR
“Daha önce de tartışmıştım, AKP ile ordu, askeri şura’da anlaşmışlardır. Ordu siyasette AKP’ye yol verecek, karışmayacak, AKP de ordunun Kürtlere yönelik her türlü operasyonlarına, Kürdistan’daki şiddetine göz yumacak. Hem de şimdiki Genelkurmay Başkanı Koşaner’in, Büyükanıt ve Başbuğ’dan daha ileri bir anlaşma yaptığını düşünüyorum. Başbuğ ve Büyükanıt’ın döneminde de hükümetle çelişkiler vardı ama bu çelişkiler daha da asgariye inmiş görünüyor. Zaten sınırötesi operasyon için yeni genelkurmay başkanı talepte de bulunmuş! AKP de bu arada kendi yöntemleriyle Kürtleri kandırmaya devam edecek, işte örneğin bazı imamları devreye koyacak.
KÜRTLER HER SALDIRIYA KARŞI KENDİLERİNİ SAVUNMALI
“Son günlerde yaşanan gerilla kayıpları da çok üzücü. Bu eylemsizlik sürecinde bunların olması öfke uyandırıyor. Eylemsizlik süreci yanlış anlaşılmamalıdır. Meşru savunma hakkı çerçevesinde her türlü savunma ve misilleme hakkının varlığı tartışmasızdır. Görülüyor işte, demokratik çözüm ve barış için biz elimizden geleni yapıyoruz, tüm fedakarlığı gösteriyoruz ama sonuç ortada. Yine vurguluyorum 13-20 Eylül arası pek çok şey netleşir. Bu referandumdan sonra topyekün imha amaçlı operasyonlar, yönelmeler olabilir. Bunlar hesaba katılmalıdır. Ama kesinlikle Kürtler her saldırıya karşı kendilerini her şekilde savunmalı, cevap verebilmelidir. Eski tarzla olmaz. Daha önce de belirttim pratik önderlik yapamam, koşullarım buna uygun değil. Bu nedenle herkes kendi kararlarını kendisi verecek ve uygulayacaktır. 20 Eylül’den sonra ben karışmayacağım, sorumluluk da bana ait değil, devlet de bunu böyle bilsin. Kürtler her konuda kendi kararlarını kendileri alıp, uygularlar. Uygulayamayacakları kararları da almasınlar. Eğer demokratik özerkliği uygulayacaklarsa buna uygun bir yapılanma ve konumlanma içine girmelidirler.
HÜKÜMETE SON KEZ ÇAĞRI YAPIYORUM
“Devlete de Hükümete de son kez çağrı yapıyorum. Biz bu ülkede özgürce yaşamak istiyoruz, ayrılmak gibi bir talebimiz yok, defalarca söyledik. Haklı taleplerimizin kabul edilmesi gerekir. Aksi halde direnme hakkımızı da kullanmakta haklıyız.
ÜZÜLÜYORUM SABIR DİLİYORUM
“Cezaevlerinde tutuklu ve hükümlülerin yaşadıkları sorunlar var. Ayrıca tüm cezaevlerinde toplam 50’ye yakın ağır hasta var, bunların çoğu kanser ve durumları kötü. Bu arkadaşlar için çok üzülüyorum, hepsine sabır diliyorum, geçmiş olsun diyorum. Bu konuda herkesin üzerine düşeni yapması gerekiyor. BDP’liler, Cumhurbaşkanı ve Başbakan nezdinde bu konuda girişimlerde bulunmalıdır. Diğer koşulların kötü olmasına gelince ne yazık ki bu sorunları hepimiz yaşıyoruz. Burada biz de aynı sorunlarla uğraşıyoruz. Hatta ben örneğin telefon ve televizyon hakkından da yararlanamıyorum. Arkadaşların hepsine söylediğim gibi sabır diliyorum. Hepsini sevgiyle selamlıyorum. Ben de bütün halkımızın bayramını kutluyorum. Diyarbakır ve İzmir’deki halkımıza selamlarımı iletiyorum.-ANF
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.navendalekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net – www.lekolin.info