27 Ağustos 2010 Cuma Saat 13:12
Öcalan, “AKP’yi ciddi ve samimi görmüyorlarsa mevcut boykot tutumlarını daha da aktifleştirebilirler, aktif boykot konumuna geçerler. Referandum konusunda kararı halka ve kurumlarımıza bırakıyorum. Tartışmalarından sonra hayır bile diyebilirler, ben buna da karışmam, halkın vereceği her karara saygılıyım dedi.
AKP’nin modern Hamidiye Alaylarını geliştirdiğine dikkat çeken Öcalan, ‘’Daha önce Türk-İslam’dı şimdi İslam-Türk zihniyetini yapılandırıyor, Kürtleri de bu sisteme yedeklemek istiyor. Yani Hamidiye alaylarının bir tür güncellenmesiyle karşı karşıyayız. Abdulhamit bunu koruculuk temelinde yaptı. Ama AKP modern Hamidiye Alaylarını geliştiriyor’’ diye konuştu.
Eylemsizlik kararına rağmen operasyonların geliştiğini belirten Öcalan, eylemsizliğin meşru müdafaayı ve misillemeyi haksız kılmayacağına dikkat çekti. Öcalan İmralı’da kendisiyle yapılan görüşmelerin ise devlet sıfatıyla yapıldığını belirtti.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan avukatlarıyla görüştü. Edinilen bilgilere göre görüşmede sağlık sorunlarına değinen Öcalan, “Sağlık açısından yeni bir durum yok ama bilinen sorunlarım devam ediyor. Başarırsak bir mucize olur, buradan sağ çıkmam bir mucize, büyük bir başarı olur. Kitaplarla, romanlarla anlatılacak bir durumdur yaşadıklarım dedi.
Öcalan, şöyle devam etti: “Süreci genel olarak takip ediyorum, devletle görüşmem konusunda neden bu kadar kıyamet kopartılıyor. Bunun tarihsel arka planı var. Yalçın Akdoğan’ın değerlendirmelerini okudum. Benim tutumumla ilgili bir değerlendirme de yapmış. İşlerin bu noktaya geleceğini ben hep söyledim. Ama anlaşılmadı. Daha önce rolümü hep söylüyordum. Fakat kurumların rolünü oynamadığı bir ortamda bütün yük omuzlarıma biniyor. Ben çekilmeyi biraz da bu nedenle, kurumlar rolüne uygun hale gelsin diye belirtmiştim. Yoksa bütün sorumluluğu bana bırakıyorlar. Kaldı ki sağlığım da gerçekten her zaman böyle olmayabilir. Buranın beni ne kadar zorladığını hep söylüyorum.
GELENLER DEVLET SIFATIYLA GÖRÜŞÜYOR
“Karayılan aslında herkesin bildiğini söylemiş. Taraf çevresi ve bunun süreci tıkatacağı yorumunu yapanlar aslında Hükümeti kurtarmaya çalışıyor. Bütün bu olup bitenlerde Hükümetin rolüne değineceğim. Hazırlıksız ve yetersiz olduklarını zaten belirteceğim. Karayılan’ın dediklerinden anlaşılması gereken şudur. Önemli olan görüşmedir, görüşmeyi yapan devlettir. Gelenlerin genelkurmaydan, istihbarattan veya sivil otoriteden olmasının önemi yoktur, devlet sıfatıyla görüşüyorlar. Karayılan’ın söylediklerinden ben de bunu anlıyorum.
DİYARBAKIR ÖZSAVUNMA OLUŞTURSUN, KENT KONSEYİ KURSUN
“Diyarbakır’daki esnaf ve sanayicilerin açıklamalarına da değineceğim. Selahattin Demirtaş için Pol Pot tarzı filan demişler. Saçmalıktır bu. Bu cesareti nereden alıyorlar. Fakat bizimkiler de çok rahat. Herkes çok kendini beğenmiş, herşeyi bildiklerini zannediyorlar. Nasıl böyle oluyorlar anlamıyorum. Yıllardır Diyarbakır için Kent Konseyi tarzında bir önerim oldu. Zannedersem Diyarbakır’da kent merkezinde yüzde seksene yakın bir destekleri var. Böyle bir destekle nasıl bu kadar dağınıklar anlamıyorum. Ben konuşuyorum onlar bildiklerini yapıyorlar.
Diyarbakır için öz savunma güçlerini önermiştim. Bir tehlike durumunda Diyarbakır’ı, Diyarbakır merkezindeki halkı kim koruyacak? Soruyorum, gerilla mı koruyacak? Mümkün değil. Özsavunma, silahlı güç anlamında değildir, örgütlülük anlamındadır. Mahalle birlikleri oluşturulur, bunlar temsilini Kent Konseyi’nde bulur. Bütün bunlar Akademilerde tartışılabilir. Halk kendi çözüm ve analizlerini kent meclislerinde karara bağlayabilir. İran’ın eylemsizlik kararına rağmen saldırıları oluyorsa, karşısındakilerin de kendini savunma ve misilleme hakkı meşrudur. Böyle olmazsa meydan provokatörlere kalır, anlamlı barış süreçleri de böyle gelişmez.
MİSİLLEME DOĞAL BİR HAKTIR
“Eylemsizlik kararına rağmen operasyonların devam ettiği anlaşılıyor. Eylemsizlik meşru müdafaayı haksız kılmaz. Meşru müdafaa ve misilleme doğal bir haktır. Geçmişte de geri çekilme döneminde buna benzer saldırılar olmuştu. Geri çekilen güçlere saldırılar yapılmıştı. Zannedersem o dönemde beşyüze yakın kayıp verilmişti. Bu vesileyle şunu da belirtmek istiyorum. Kimse benim arkama sığınarak, onun verdiği karardır, eylemsizliktir diyerek kayıplara sebebiyet vermesin, savunmasız kalmasınlar. Savunma ve misilleme hakkı her zaman doğal olarak vardır, eylemsizlik kararı bu hakkın kullanılmasına engel değildir. Ben kimseye talimat vermiyorum ama kendini savunma ve cevap verme hakkı meşrudur. Tekrar belirtiyorum, anlamlı bir barışa ancak böyle ulaşabiliriz. Böyle olmazsa meydan provokatörlere kalır, anlamlı barış süreçleri de gelişmez.
Batman’daki olayda provokasyon ihtimali yüksektir, açıklığa kavuşturulmalıdır. Ben öteden beri ta dörtlü çete sürecinden beri savaş tarzlarını eleştirdim. İyiniyet-kötüniyetten ziyade objektif olarak bakıldığında ortada provokatif bir durum var. Tehlikelere karşı önlem alınması gerekirdi. Jitem tarzı sızmalara karşı daima uyanık olunması gerektiğini hep belirtmiştim. Bu tehlike bitmiş, sona ermiş değil, sızmak isteyenler her zaman olabilir.
ANADOLU’YU KÜRTLER TÜRKLERE AÇTI
“Ben uzun bir süredir ABD ve İsrail başta olmak üzere uluslararası sistem neden Türkiye’de Kürtlerin dışlandığı bir siyasal sistem istiyor diye yoğunlaşıyordum. Ulaştığım bazı sonuçlar var. Bu aralar Ahmet Özer’in kitabını da inceliyorum. Orada da bazı şeyler var. Kürt-Türk ilişkisi tarihi söylendiği gibi gerçekten de bin yıllık bir tarihi kapsıyor. Hatta 1071 değil 1050’lerde başlayan bir tarih sözkonusu. Anadoluya Türk beyliklerinin akınları var, bunlar Kürtlerin yardımıyla Anadolu’ya yayılıyor, yerleşiyor. Bizanslara karşı Kürt beylikleriyle birlikte savaşıyorlar, hatta Silvan hattında bir tampon bölge oluşturuyorlar. Kürt beyliklerinin desteği olmazsa Malazgirt savaşını kazanma ve Anadolu’ya yerleşim mümkün olmazdı. Türklerin Anadolu’ya siyasal yerleşmeleri Kürtlerin sayesinde oluyor. Bu kesin tarihi bir gerçek. Yayılmaları da yine Kürtlerle yaptıkları ittifaklarla gerçekleşiyor. Yavuz Selim döneminde bu ilişki yenileniyor, yeniden kuruluyor. Bu sayede Doğu’da 1514’de İran-Safevilere karşı Çaldıran Savaşı kazanılıyor, Ortadoğu yolu böyle açılıyor. Ardından 1516’da Yavuz, Mercidabık savaşında Memlükleri yenilgiye uğratıyor. Daha sonra Kürtlerin desteğiyle 1517’de Ridaniye savaşıyla Memlükleri nihai olarak yenilgiye uğratıyor, Memlük hükümdarının idamıyla Mısır yıkılıyor ve Halifeliği ele geçiriyorlar.
KANUNİ ÖZERKLİK VERDİ
“Sonra Kanuni dönemi geliyor. İlişkiler devam ediyor. Kanuni nin meşhur bir sözü var “Kürtler imparatorluğumuzun etten duvarı ve etten kalesidir diyor. O dönemde Kürt beylikleriyle imzalanan, bilinen Cumhuriyet dönemi Amasya Protokolü dışında ayrı bir Amasya protokolü var. İlginçtir bu protokolde bugünkü deyimiyle Kürtlere özerklik anlamına gelecek açık hükümler var, özerklik veriliyor. Gelişen uluslararası kapitalist sistem bu ilişkileri bozuyor. Uluslararası sistemin müdahalesiyle III.Selim dönemiyle başlayan bir süreç var, daha sonra bu toprakların ruhuna yabancı bir zihniyet olan İttihat Terakki zihniyetini empoze ediyorlar. Mustafa Kemal bu zihniyetin farkında ve bunun dışında bir yaklaşımı var. Buna uygun pratik çabaları da var. 1916’da Kürdistan’a gidiyor, ta 1919’a kadar esas olarak Kürdistan’daki ilişkileri sayesinde ayakta kalıyor. Hatta şuna dikkat çekmek istiyorum. Erzurum Kongresi’nde delege olması Kürtlerin sayesindedir. Kongre’deki Bitlis delegesi çekiliyor, yerini Mustafa Kemal’e bırakıyor ve Mustafa Kemal böylece esasen bir Kürt delegesi olarak bu kongreye katılıyor. Bu tarihi hakikati herkesin bilmesi gerekiyor. Fakat uluslararası sistem Musul-Kerkük karşılığında Kürtlerin dışlanmasına onay veriyor. 1925’te Mustafa Kemal’e komplo düzenliyor. 1925 komplosuyla Mustafa Kemal etkisiz hale getiriliyor. Biliniyor, İzmir Suikastiyle Mustafa Kemal yalnızlaştırılıyor. Aynı dönemde kendi ekibinden olan Fethi Okyar başbakanlıktan alınıyor, yerine İsmet İnönü getiriliyor. Ardından Mustafa Kemal ilahlaştırılıyor, sen tanrısın, İnönü de peygamber, Fevzi Çakmak da vurucu güç deniliyor. Mustafa Kemal etkisizleştiriliyor, yetkileri sembolik hale getiriliyor, asıl güç İsmet İnönü ve Fevzi Çakmak’a veriliyor. Uluslararası sistem böylece hakimiyetini kuruyor, İttihat Terakki zihniyetini geliştiriyor. Gerçek Türklükle alakası olmayan Beyaz Türk kavramı böyle ortaya çıkıyor. Türk kapitalistleşmesi bu temelde gelişiyor. Yalçın Küçük de bunları kitaplarında yazmış. O öyle Mustafa Kemal’e atfen söyledikleri “Ne Mutlu Türküm Diyene söylemi de Beyaz Türkler tarafından geliştiriliyor. Kürtler bu şekilde siyasal sistemden dışlanıyor.
AKP ESNAFLARI KULLANIYOR, 1925’TEKİ GİBİ
“Burada ulaştığım ve dikkat çekmek istediğim sonuçlardan biri, ilginçtir, bugünkü esnaf-sanayici açıklamalarına da ışık tutuyor. 1925 Şeyh Sait isyanı döneminde yine Diyarbakır merkezli bazı esnaf oluşumları, çevreleri Şeyh Sait aleyhine devlet tarafından kullanılıyor. Ben açıklama yapan esnaf-sanayiciler kötüniyetli falan demiyorum, onların niyetlerinden bağımsız objektif gerçekliği açıklıyorum. Bir kullanılma durumu var, uyanık olmaları gerekir. AKP bunları kullanır, bir süre sonra da atar.
AKP’NİN HESAPLARI TUTARSA KÜRT HAREKETİ BİR YÜZYIL DAHA GERİYE GİDER
Buradan AKP politikalarına geliyorum. AKP’yi de aşan ve AKP’ye dayatılan bir uluslar arası sistemle karşı karşıyayız. Bu sistem AKP’ye bir rol biçmiştir. AKP’yi de yekpare bir blok olarak görmüyorum, içinde farklı düşünenler de olabilir. Fakat uluslararası sistem AKP’ye “Kürtlere sınırlı, sembolik, kırıntı anlamında bazı haklar ver, Kürtleri kendine bağla rolünü biçmiştir. Bazı akademisyenler, “Abdulhamit döneminde kurulan Hamidiye Alayları koruculuk sistemine dayalı inşa edilip yüz yıl Kürt hareketini oyalamış ve kesintiye uğratmıştır diyorlar, doğrudur, katılıyorum ama AKP’nin Kürtler üzerindeki oyunları ve politikaları bundan daha tehlikelidir. Uluslar arası sistem ve AKP’nin hesapları tutarsa Kürt hareketini bir yüzyıl daha geriye götürmeyi bir tarafa bırakalım, boğuntuya ve bitişe götürecektir. Dil ve kültürel asimilasyon da gerçekleşeceği için bu sefer özünü kaybetme sözkonusu olacaktır. Tehlike bu kadar büyüktür. Yatılı Bölge okullarında daha beş yaşındayken çocuklar alınıp asimilasyona tabi tutuluyor. Bu, BM yasalarına göre de bir insanlık suçudur. Dünyanın hiçbir yerinde böyle uygulama kabul görmüyor. Çocuğu doğal ortamından ve anadilinden kopartarak asimile etmek kabul edilemez.
KAPSAMLI BİR PLANLA KARŞI KARŞIYAYIZ
“Kürt politikalarının uygulanması konusunda uluslararası sistemle AKP arasında bazı çelişkiler ve çatışmalar da var ama bunlar uzlaşmaz çelişkiler değil, uzlaşabilirler. Aynı şekilde uluslararası sistem Güneyli güçleri AKP’yi desteklemeye endekslemiş. Son günlerde Atalay’la Burkay’ın da bir görüşmesi olmuş. Burkay ve Hüseyin Yıldırım röportajları da biraz bu mesajları vermeye yöneliktir. Yani kapsamlı bir planla karşı karşıyayız. Güney’de Erbil merkezli bir tür Katar Emirliği gibi -Katar Emirliği’yle bütün Arap dünyasını kontrol ediyorlar- bütün Kürtleri de Güney’e bağlayarak kontrol altına almak istiyorlar.
İSLAM-TÜRK ZİHNİYETİ YAPILANDIRILIYOR, AKP MODERN HAMİDİYE ALAYLARI GELİŞTİRİYOR
AKP uluslararası sermayenin de desteğiyle Kayseri-Konya merkezli İslam-Türk -daha önce Türk-İslamdı şimdi İslam-Türk- zihniyetini yapılandırıyor, Kürtleri de bu sisteme yedeklemek istiyor. Yani Hamidiye alaylarının bir tür güncellenmesiyle karşı karşıyayız. Abdulhamit bunu koruculuk temelinde yaptı. Ama AKP modern Hamidiye Alaylarını geliştiriyor özellikle ekonomik ve kültürel yozlaşma anlamında uyguluyor. Ben bu durumu, kendilerinden de özür diliyorum, “Mardin Mağduresi ne benzetiyorum. Aslında amacım kişiselleştirmek değildir, Siirt’te de aynı olay yaşandı. Ekonomik sebeplerle tecavüz kültürü geliştiriliyor. Ekonomi alayları, kültürel alaylar, siyasal alaylar şeklinde kapsamlı bir soykırım sözkonusudur. Ekonomik anlamda bazı aileleri palazlandırıp kendilerine bağlıyorlar. Bu şekilde AKP içine alınan Kürtler de var.
DOLMABAHÇE’DE NE KONUŞULDUĞUNU KESTİREMİYORLAR
MHP ve CHP son günlerde AKP’yi Dolmabahçe görüşmelerini açıkla diye sıkıştırıyorlar ama orada ne konuşulduğunu kestiremiyorlar. Bence Dolmabahçede bir uzlaşmaya varıldı. Erdoğan’a “sen Kürtleri dışla biz de sana karışmayalım, yol verelim temelinde uzlaştılar. AKP’nin muhalifi gibi görünen CHP ve MHP de bu politikaların diğer versiyonlarıdır, alternatifi olamazlar. Bunlara karşı biz kalıcı-gerçek çözümü geliştiriyoruz.
DEMOKRATİK ESNAFLAR, SANATÇILAR, SPORCULAR BİRLİKLERİ KURULMALI
“Daha önce belirtmiştim. Demokratik özerkliğin altı boyutu-unsuru var. Bunları tekrar etmeyeceğim. Demokratik özerklik kurumları kapsamlıdır. Kültürel, ekonomik, siyasi, hukuki, güvenlik ve diplomasi. Her konuda derin tartışmalar yapılabilir. Akademilerde bu tartışmanın zemini oluşturulabilir. Halk analiz ve çözümlerini Kent Meclislerinde karara bağlayabilir. Örnek olsun diye söylüyorum, mesela Diyarbakır’da yoğun örgütlenmelerle birlikte bazı birlikler oluşturulabilir. Demokratik Esnaflar Birliği, Demokratik sanatçılar Birliği, Demokratik sporcular birliği gibi… bunun gibi pekçok demokratik birlik oluşturulabilir. Bu birlikler temsilini Kent Meclislerinde bulur. Demokratik özerklik, demokratik ulusla ruh ve beden gibidir. Demokratik ulus ruhsa, demokratik özerklik bedendir. Yani demokratik özerklik bedense demokratik ulus ruhtur, birbirlerini bu şekilde tamamlarlar, birbirlerinden ayrılmazlar, ruh-beden ilişkisi de bu şekildedir. Beden olmazsa ruh, ruh olmazsa beden olmaz. Demokratik ulus olmazsa demokratik özerklik olmaz, demokratik özerklik olmazsa demokratik ulus olmaz. Bayrak meselesine de takılmamak gerekir.
KÜRTLER GÜVENLİĞİNİ GARANTİYE ALSIN
Demokratik özerkliğin güvenlik boyutu da bazı aydınlar tarafından farklı devlet arayışı olarak yorumlanıyor. Bunun da farkındayım. Bu konu yanlış anlaşılıyor. Şunu söylemek istiyorum. Mevcut askeri yapı içinde Kürtler yer alacak mı, almayacak mı? Polis-emniyet yapısı içinde Kürtler yer alacak mı almayacak mı? Bu kurumların Kürtlere bakışı ne olacak? Kürtler kendisini nasıl koruyacak, güvenliğini nasıl garantiye alacak? Bunlar çok önemli konulardır. Bu konular üzerinde ileride çok geniş duracağım. Bu güvenlik boyutunu BDP de, PKK de tek başına yapamaz, bunu ben yürüteceğim, bu konulara ileride ayrıntılı olarak değineceğim.
EYLEMSİZLİK SONRASI ÇATIŞMALAR BAŞLAYABİLİR
“Güncel siyasi görev ise hızla Türkiye’de bir demokratik anayasa hazırlanmasına yönelik olmalıdır. Bu konuda bütün ilgili çevrelerle hızla bir diyalog geliştirilmelidir. Aydınlar, sivil toplum örgütleri, yazarlar, gazeteciler bu konuda seferber olmalıdır. Demokratik anayasa olmadan demokratik çözüm gelişemez. Bu olmazsa ne olur? Ben uyarımı tekrarlıyorum. Eylemsizlik sürecinden sonra yeni bir çatışma dönemi başlar, hatta daha önce Cemil Bayık’ın da söylediği orta-yoğunluklu bir savaş gündeme gelebilir. Sadece kırsalda değil, kent merkezlerine de sıçrar. İşte bu Dörtyol tesadüfen başka yerlere sıçramadı. Böyle olursa çok rahatlıkla başka yerlere de yansır, bunun zemini var iki halk karşı karşıya gelir, çatışma kaçınılmaz olur, onlarca hatta yüzlerce kişinin ölümüne yol açabilir. Bunun ne kadar farkına varılıyor, bilemiyorum. Tehlike büyüktür, herkesin dikkatini çekiyorum. Ben burada bu tehlikelerin önüne geçmek, demokratik çözüm ve barışı sağlamak için çabalıyorum. Benim bu çabalarım uluslararası sistemin AKP’ye dayattığı politikaları boşa çıkardığı, Kürtler üzerindeki oyunları bozduğu için benim üzerimden işte “görüşülüyor diye bu kadar kıyamet koparılıyor. Ben bunun arkasında nelerin yattığını böyle ifade ediyorum.
AKP’Yİ SAMİMİ GÖRMÜYORLARSA BOYKOT TUTUMU AKTİFLEŞTİRİLEBİLİR
“Erdoğan’ın açıklamalarını biliyorum. 3 Eylül’de Diyarbakır’da yeni bir şey söyleyeceğini de zannetmiyorum. Dilerim yanılırım. Ama bir bütün olarak baktığımda AKP’yi bu konuda hazırlıksız buluyorum. Yani belli bir hazırlıkları yok, olumlu adım atmayacaklar gibi görünüyor. Herşeyi bir tarafa bırakalım, yüzde on barajını bile kaldırmaları hayati derecede önemlidir, fakat böyle bir düzenleme hazırlıkları da görünmüyor, bir oyalama taktiği içinde olabilirler. Halkla yoğun tartışılmalı, AKP’yi ciddi ve samimi görürlerse tutumlarını elbette değiştirebilirler, buna ben değil kendileri karar verirler. Aksi taktirde yani AKP’yi ciddi ve samimi görmüyorlarsa mevcut boykot tutumlarını daha da aktifleştirebilirler, aktif boykot konumuna geçerler. Referandum konusunda kararı halka ve kurumlarımıza bırakıyorum. Tartışmalarından sonra hayır bile diyebilirler, ben buna da karışmam, halkın vereceği her karara saygılıyım.
AKADEMİLER EKONOMİ DE TARTIŞMALI
“Malatya, Siirt ve Urfa halkına selamlarımı iletiyorum. Urfa, sorunların çok biriktiği bir yer ekonomik sorunlar dizboyu. Göç, ırgatlık ne dersen var. Bu yüzden Akademilerin bu sorunları tartışması gerekir. Akademilere katılım düzeyinin nicel ve nitel artırılması gerekir. Urfa’da aşiretlerarası sorunlar, arazi sorunları, kan davaları hala sürüyor. Sorunlara çözüm üretmek için Akademiler şarttır. Cezaevinden Taylan Çintay’ın mektubunu aldım, güzel çalışmaları var, sanırım Malatyalıydı. Kendisine selamlarımı iletiyor, rahatsızlığı için de geçmiş olsun diyor, acil şifalar diliyorum. Tüm cezaevlerindeki arkadaşlara da selamlarımı iletiyorum. -ANF
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.navendalekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net – www.lekolin.info