31 Ocak 2014 Cuma Saat 09:54
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 1995 yılında Mahsum
Korkmaz Akademisinde, İbrahim Ahmed ve Mamosta Hawar ile Güney Kürdistan’daki
Partiler hakkında tartışmalarını bölümler halinde yayınlıyoruz.
1.BÖLÜM
Abdullah Öcalan:
Arkadaşlar, değerli misafirimiz Kürt ulusal hareketinin başlangıcında
bir dönem büyük iş yapan Mamosta İbrahim Ahmet’i, yine büyük yazar ve devrimci
Hawar’ı huzurunuzda selamlıyorum.
Kürt hareketinin başlangıcında ulusal ve modern bir hareket
olarak KDP (Kürdistan Demokrat Partisi) mücadelesi, II. Dünya Savaşı sonrası,
hatta daha öncesinde başlamıştı. Lakin birçok sebepten dolayı başlangıçtaki
büyük rolünü oynayamadı. II. Dünya Savaşı’ndan önce, hatta I. Dünya Savaşı
sonrası Kürdistan, bazı imkanlardan dolayı yeni bir döneme girdi. I. Dünya
Savaşı’nın bitimiyle birçok ezilen halk, Ekim Devrimi’ne dayanarak kurtuluş
imkanına kavuştu. İnsan şunu belirtebilir: Osmanlı İmparatorluğu’nun sona
ermesinden sonra, bütün milletlerden önce M. Kemal önderliği altında Türk
ulusal hareketi de o dönemde Ekim Devrimi’nden çok yararlandı.
Kürt hareketinin Koçgiri’deki başlangıcı M. Kemal hareketi
öncesine rastlar. Güney Kürdistan’da ise Şeyh Mahmut Berzenci önderliğindeki
hareket İngiliz emperyalizmine karşı başladı. Bu dönemde daha M. Kemal ortaya
çıkmamıştı ve bu ortam Kürtlere büyük imkan sunuyordu. Yalnız Osmanlı
İmparatorluğu’nun yıkılmasından sonra Kürtler ortadan kalktı. Denilebilir ki, o
dönemde bir Kürtler bir dernek çatısı altında örgütleniyorlardı. İsmi de Kürt
Teali Cemiyeti’ydi. Daha çok aydınların kurduğu bir cemiyetti bu. Fakat bunlar
her açıdan zayıftılar, örgütlenmeleri zayıftı ideolojileri ise döneme denk
düşmeyen bir ideolojiydi. Ayrıca ulusallıkları da epey yetersizdi. Buna karşın
Kemalistlerin Türk ulusallığı ve şovenizmi epey güçlüydü.
Bununla birlikte bir devlete dayandıklarından, paşa ve
valiler de Türk’tü. M. Kemal, bazı paşalar ve valilerle ilişkiye geçerek
mücadeleye başladığında Kürtler yeni yeni kendilerine geliyorlardı. Kürt Teali
Cemiyeti Kürdistan’a ulaşmak istiyordu ve bazı adımlar da attılar. Kuzey
Kürdistan’da Kemalistlerden önce başlayan isyanın ardından, Dersim ve tüm Kuzey
Kürdistan’da isyan güçlenebilirdi. Güney’de Mahmut Berzenci önderliğinde
başlayan hareket, Kuzey-Güney birlikteliği temelinde bütün Kürdistan’ı
kapsayabilirdi. Doğu Kürdistan’da ise İsmail Sımko önderliğinde bir Kürt
hareketi başlamıştı. Yani her üç parçada da Kürt hareketi ortaya çıkmıştı.
Her üç parçada da başlayan Kürt hareketleri Kürdistaniydi,
ulusaldı ulusal oldukları kadar da devlet kurmayı amaçlıyorlardı. Yalnız
Kemalizm’in ortaya çıkması, Kürtlerin ellerine geçen fırsatın yavaş yavaş
ortadan kalkmasına neden oldu. Daha doğrusu, Kemalizm ideolojisi ve
örgütlenmesi Kürtlerinkinden daha güçlüydü ayrıca siyasette de daha
güçlüydüler. Kemalistler 1920’de Fransa ile Ankara Anlaşması’nı imzaladılar.
Böylece Güney’i Kemalistlere sürekli açık tuttular.
Aynı dönemde Antep ve Urfa’da bir Kürt hareketi vardı. Ama
bu hareket daha sonra Kemalistlerin kontrolüne girdi. 1921’de Moskova ile
ittifak yapıldı. Bu fırsattan da yararlanarak Kars ve Ardahan’ı ele geçirdi. O
dönemde Kars ve Erzurum’da Şura adı verilen bir devrimci hareket vardı. Bu da
Kemalistlerin denetimine girmiş oldu. Aynı dönemde Güney Kürdistan’da Mahmut
Berzenci önderliğindeki Kürt hareketi İngilizlere karşı epey ilerleme
sağlayarak kendini devletleştirmişti.
Bu dönemde İngilizler için önemli bir sorun da Irak
petrolüydü. Bunun yanı sıra Sovyetlere karşı o da Doğu’yu elinde tutmak
istiyordu. İngilizler bu iki nedenden dolayı Kemalistlerle ilişkilerini
güçlendirdiler. Ancak bu dönemde İngilizler Kürt hareketiyle oynayarak
Kemalistleri korkutmak suretiyle yanına çekmek istiyordu. Kemalistler
İngilizlere karşı Şeyh Mahmut’u destekleme tehdidinde bulunurken, İngilizler de
Kemalistlere karşı Kuzey’deki Kürt hareketini koz olarak kullanmak istemelerine
rağmen, her iki taraf da Kürt hareketini desteklemeyerek onunla oynadı. En
sonunda Kemalistler Musul ve Kerkük’ün petrolünü İngiltere’ye bırakarak
kendilerinden uzak kalmasını sağladılar.
Buna karşılık İngilizler Kürtlerin Kemalistlerin hakimiyeti
altında kalmasını onayladılar. Bu anlaşma üzerine Kürdistan’ı parçalamayı
tamamladılar. Ayrıca İngilizler Kemalistleri yavaş yavaş denetimleri altına
aldılar Kemalistler İngiliz efendileri için Sovyetlere karşı harekete geçti.
Daha sonra bunları pekiştirmeyi ifade eden Bağdat ve onun ardından CENTO
Paktları oluşturuldu. Bu paktlar özünde Sovyetler Birliği ve Kürtlere karşı
oluşturulmuş olan paktlardı.
Bu dönemde bazı Kürt partileri de oluştu. Kürt partileri
1920 ve 1930’lardan sonra, yani II. Dünya Savaşı öncesi nasıl oluştu ve bunlar
neden rollerini oynamadılar? En önemlisi de KDP Mahabad Kürt Cumhuriyeti’nde
neden rolünü oynayamadı ve Güney Kürdistan’da neden devletleşemedi? Bu dönemde
Dersim isyanı ve aynı şekilde Kuzey Kürdistan neden boğuldu?
Kuzey Kürdistan’da Kemalistlerin oluşturduğu faşist iktidar
Kürtleri hakimiyeti altına almıştı. Doğu Kürdistan’da da, Güney’de de bu türden
şeyler oldu. Buralarda yürütülen siyaset Kemalistlerin 1920-40 yılları arasında
Kuzey Kürdistan’da yürüttükleri siyasete benzer bir siyasetti. İranlılar Doğu
Kürdistan’da 1945’lerden günümüze kadar yürütüyorlar. Irak’ta ise 1958 Temmuz
Devrimi’nden sonra oluşan iktidar, aynı Kemalistler gibiydi şu anda da devam
ediyor ve Kemalistler gibi hükmediyorlar.
Tabii burada en önemli konu Kürtler –yani KDP– İran, Irak ve
Türkiye’de rolünü neden oynayamadı, önderliği neydi? Bunlar önemli noktalardır.
II. Dünya Savaşı sonrasında Kürt ulusal hareketinde neden
bazı farklılıklar oluştu? Çünkü Kürt toplumunda farklılaşma oluşmuştu. Eski
toplum feodal aşiretçi bir toplumdu. KDP bu temel üzerinde oluşmuştu. Kürt
toplumu yeniye doğru değişince işçi sınıfı ve burjuva kesimi oluştu. Siyasette
de buna denk düşen değişiklikler meydana geldi. Ancak feodalizm ve aşiretçilik
de halen sürüyordu. Bunun üzerine özellikle klasik Kürt hareketi 1960’lardan sonra
iki parti biçiminde örgütlenmeye başladı. Bunlardan birisi ilkel milliyetçiliği
temsil ediyor ve Barzani önderliğinde yürütülüyordu. Diğeri ise yeni, modern
KDP idi. Değerli önder İbrahim Ahmet, 1964’ten sonra başarı elde etmek için bir
çizgi oluşturmak istedi. Yine 1975’te YNK (Kürdistan Yurtseverler Birliği)
oluştu. Aynı dönemde PKK oluştu ve bugüne kadar mücadele ve savaşımlarını
sürdürmektedir.
Kürt ulusal hareketi şu anda yeni bir dönemdedir.
Sovyetlerin yıkılmasıyla dünya ve bölge dengeleri değişti. İran-Irak Savaşı
Kürtler için objektif şartları olgunlaştırdı. En önemlisi de Kuzey Kürdistan’da
PKK hareketi devrimi geliştirip ilerletti ve şu anda da büyük bir savaşı
yürütüyor. Ulusal hareket savaşı ve siyaseti epey ilerletip geliştirdi. Yine
Güney Kürdistan da önemli bir dönemdedir. Bu nedenle Kürdistan’daki objektif
şartların epey olgunlaştığı belirtilebilir. Çünkü eskisi gibi Bağdat ve CENTO
Paktları yoktur, bunlar dağıldı. Bugün Türkiye ve İran birbirine karşıttırlar.
Türkiye ve Irak birbirlerine karşıdırlar. ABD eskisi gibi Kürtleri komünist
olarak görmüyor. Çünkü Sovyetler dağıldı, büyük devletlerin Kürt hareketi
üzerindeki oyunları şu anda yürümüyor. Bütün bunlar olumlu durumlardır.
İçerde ise aşiretçilik ve düşüncesi, yine bunun önderliği
epey geriledi. Barzani önderliği şu anda epey sıkışmış durumda. Buna karşılık
ulusal hareket devrimde, bilinç ve ulusal birlik yolunda epey büyüdü. Eski
önderlik hemen hemen tasfiye oluyor. Buna karşılık modern önderlik, büyük bir
imkanla kendi kendini oluşturuyor ve bu modern önderlik bütün parçalarda ulusal
birlik temelinde büyük bir istek durumuna geldi. Herkes bu önderlikle adımlar
atmak istiyor. Ulusal kurtuluş için güçlü strateji tespit edilerek bu
yürütülebilir. Strateji var, hareket var, Kürtlerin ulusal birliği giderek
büyüyor. Kürtler bazı parçalarda federasyonlara kavuşabilir, bu mümkündür.
Hazırlıklarımız var, savaşımımız da sürüyor. Ulusal federasyonlar için Kuzey,
Güney ve Doğu’da da rolümüzü oynayalım.
Bunun için dar düşünmemek gerekir. Çok keyfi ve şahsi de
düşünmemek gerekir. Büyük düşünülen günlerde siyasal ve birlik yolunda rollerin
oynanması gerekir. Biz sonuna kadar hazırız. Sayın İbrahim Ahmet ve Mamosta
Hawar, kısaca belirttiğim bu noktaları, mücadeleyi siyasal yanlarıyla derin ve
geniş bir şekilde açabilirler. İnanıyorum ki, yalnız Mahsum Korkmaz Akademisi
öğrencileri için değil, bütün Kürt okurları, devrimcileri ve devrimci ulusal
hareketleri için bu konuşmaların iyi bir aydınlatıcı rolü olacaktır. Kürt
tarihi açısından I. Dünya Savaşı’ndan sonra yaşanan tecrübeleri iyi irdeler ve
açımlarsak, mücadelemiz ve günümüz için bir güç kaynağı olacaktır. Birbirimize
yönelik sorular geliştirebiliriz. Bu şekilde tarihi irdeleyeceğiz ve günlük
olarak doğru siyaseti, ulusal siyaseti aydınlatacağız. Yine Kürt siyaseti ve
iktidarını nasıl kuracağımız üzerinde de önemle duracağız.
Evet Mamosta, tarihe kısaca değinebilirsiniz. I. Dünya
Savaşı’ndan sonra Kürtlerin şansı neydi ve tarihte şanssızlıkları nasıl oldu?
Başlangıç için bu noktayı aydınlatmak yerinde olacaktır. Yani I. Dünya Savaşı
sonrasında Kürtler için ortaya çıkan fırsatlar nasıl oluştu ve neden bundan
yararlanılamadı? Bunun iç ve dış nedenleri neydi? Daha çok da Kemalizm nasıl
oluştu, nasıl katliamlar yaptılar? Kuzey Kürdistan’da ve diğer parçalarda
oluşan Kürt hareketleri nasıl ezildiler? II. Dünya Savaşı’na nasıl ulaştık?
Ayrıca bu dönemde siz ne yaptınız, bakış açınız neydi, neden başaramadınız? II.
Dünya Savaşı sonrasında KDP’nin oluşturulması var. Bu nasıl oluşturuldu? Bu
konulara değinebilirsiniz.
İbrahim Ahmet:
Bildiğiniz gibi Kürt hareketi, günümüzde önemli bir aşamadan geçiyor.
Geçmişte yaşanan yanlışlıklara düşmemek için eski Kürt hareketlerinden başlamak
gerekir. İttihat ve Terakki Hareketi’nin çıkması Osmanlı İmparatorluğu içindeki
ulusların ulusal bilincinin nispeten ilerlemesine neden oldu. İlk etapta
Kürtler, Araplar ve imparatorluk içindeki diğer uluslar kendi cemiyetlerini
kurdular.
Kurulan bu cemiyetlerin ilkelerinden çıkaracağımız sonuç
şudur: Bu cemiyetler başlangıçta Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılmak
istemiyorlardı. Bunun yerine İttihat ve Terakki’nin sloganı olan ‘birlik,
hürriyet ve eşitlik’ ilkesini amaç edinmişlerdi. Ancak İttihat ve Terakkililer,
Osmanlı İmparatorluğu içindeki diğer ulusları kendi içlerinde eritmek için
çekiyorlardı. Bundan dolayı programları, ilkeleri ve mücadeleleri değişti. I.
Dünya Savaşı’nın başladığı süreçte Osmanlı İmparatorluğu içerisindeki ulusal
hareketler kuruluşlarının başlangıcındaydılar. Öyle inanıyorum ki Kürt hareketi
diğer hareketler içerisinde ulusal açıdan en zayıf olanıydı. Ama I. Dünya
Savaşı’nda Kürtler Türklerden daha fazla Osmanlı İmparatorluğu’nun topraklarını
savunmuşlardı.
I. Dünya Savaşı sonrası Almanya ve Osmanlı İmparatorluğu’nun
savaşta yenilgiye uğradığını, müttefiklerin ise savaşın galibi olduklarını
biliyoruz. Yani bu savaşta İngilizler ve Fransızlar savaşın galibi oldular.
İngilizlerin, Fransızların ve Rusların Ortadoğu ve Doğu bölgesi üzerinde bazı
amaçları söz konusuydu. I. Dünya Savaşı öncesi bu üç ülke aralarında
Sykes-Picot Anlaşması’nı yapmışlardı. Bu anlaşmaya göre hasta adam olarak
isimlendirilen Osmanlı İmparatorluğu’nun topraklarını kendi aralarında
paylaşmışlardı. Yine bu anlaşmaya göre Kürdistan’ı da parçalayarak Musul
vilayeti olarak bilinen kısmın Fransa’ya verilmesi kararlaştırılmıştı. Bu arada
bazı Kürt feodalleri, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasını ulusal açıdan
kullanmak istediler.
Bu dönemde Kürt hareketlerinin liderliğini yapan Şerif Paşa
Osmanlı İmparatorluğu’nun İsveç’teki büyükelçisiydi. Şerif Paşa, savaştan
başarıyla çıkan müttefiklerin Ermeni ulusal hareketini daha fazla
destekleyeceklerini göz önüne alarak –çünkü Ermeniler Hıristiyan’dı–
Ermenilerle yardım ve dayanışma içerisine girdi. Şerif Paşa, Ermeni hareketinin
lideri ile ilişkilerini güçlendirerek Kürt ve Ermeni uluslarının haklarının
garantisini müttefiklerden istedi. Sevr Anlaşması’nda iki ulusun bazı hakları
dile getirildi. Bu anlaşmaya göre Kürtlere bazı nispi haklar tanındı. Sevr
Anlaşması’nın 3. maddesinin 62, 63, 64. bentleri Kürtlerin sorunlarıyla ilgili
olanlardı. Buna göre Kuzey Kürdistan’da bir Kürt devletinin kurulması kabul
edildi. Ancak kurulacak Kürt devletinin kısa bir dönem müttefiklerin himayesi
altında kalması öngörülüyordu. Müttefikler Kürtlerin kendi kendilerini yönetebilecekleri
bir aşamaya geldikleri kanaatine vardıklarında, Kürtlere bağımsızlıklarını
vereceklerini ifade ediyorlardı. Ancak Musul vilayeti içerisinde Fransa’ya
bağlanan parçaya bağımsızlık değil de otonomi vermeyi öngördüler. Bu özerklik
içerisinde yaşayan Kürtlerin de kendi kendilerini yönetmeyi başardıklarında,
Kuzey’de oluşturulan bağımsız Kürdistan ile birleşmeleri kabul ediliyordu.
Diğer bir nokta ise şudur: Tarihe bakıldığında, Kürt
hareketlerinin Kürdistan toprakları dışında, Avrupa’da oluştuğu görülür. Çünkü
Osmanlı İmparatorluğu içerisinde yaşayan Kürtlerin İmparatorlukla bağları ve
ilişkileri devam etmekteydi. Kürtler parçalanan Osmanlı İmparatorluğu’nun eski
konumuna gelebileceği kanaatini taşıyorlardı. Kürt hareketi feodal ve aşiretçi
olduğundan dolayı, aşiretler İslam halifeliğinin yıkılmasından sonra Kürt
ulusal hareketinin gereksiz olduğuna, şayet olacaksa da bu hareketin Kürtler
için değil, Osmanlı İmparatorluğu için olması gerektiğine inanıyorlardı. Bunu
çok iyi bilen M. Kemal, bilinçli olarak bu noktayı ustaca istismar ederek
bundan faydalandı. M. Kemal akabinde Kürdistan’a geçerek, “Türklük adına
İslam’ın kurtuluşu şiarını öne sürerek, birçok yeri gezip toplantılar yaparak,
Kürt aşiret reislerini, şeyhlerini ve ileri gelenlerini birleştirmede başarılı
oldu. Bu güce dayanarak hem müttefikleri, hem de Kürt devletinin oluşmasını
isteyen unsurları etkisizleştirmek amacıyla Kürtlerden bir güç oluşturup kendi
amaç ve önderliği altında savaştırdı.
M. Kemal Kürtleri yalnız bunlara karşı savaştırmakla
kalmadı, aynı zamanda Türk-Yunan çelişkisinde de kullandı. O dönemde
Yunanlılar, İzmir ve çevresini ele geçirip Yunanistan’a katmak istiyorlardı. M.
Kemal bunlara karşı Kürtleri savaştırdı. Tabii ki buna karşılık M. Kemal
Kürtlere yüzde yüz net olmayan bazı hakları, bir nevi federasyonu muğlak
olarak, belirsiz bir şekilde ifade etmişti. Kürtler, M. Kemal önderliği altında
çok direndiler ve çok kan döktüler. Bu o kadar ileri boyutlara ulaştı ki,
meçhul asker anıtı yapılırken, M. Kemal’in meşhur bir sözü var: “Kayıp meçhul
asker büyük ihtimalle Kürt’tür der. Bu bizzat M. Kemal’in söylediği bir söz
olmamakla birlikte, M. Kemal adına gelen temsilcinin Sakarya’da sarf ettiği bir
sözdür. Bu durum ulusal hareketimizi yitirmenin yanı sıra, Sevr Anlaşması’nın
uygulanmasını da kaybederek güvenin yitirilmesine neden oldu. Yani Sevr
Anlaşması’nın uygulanmasını asgari de olsa desteklemek için bir istek vardı, bu
fırsat da kaybedildi. Bu durum Türkler için destek oldu, dolayısıyla Kürtlerin
hiçbir çıkarının olmadığı savaşların içine çekilmesine neden oldu. Tıpkı bugün
Kürtlerin çıkarına olmadığı halde, Türkler için yürütülen savaşın içine
çekildiği gibi.
O günkü koşullarda yitirilen umudumuz neydi? İngilizler
bilinçli olarak sergiledikleri oyunlarla Fransa’yı ikna edebilirlerdi.
Suriye’ye bağlı olan Hatay, İskenderun ve çevresinin Fransa’ya bırakılmasına
karşılık, Musul’un bırakılması başarılabilirdi. Bununla birlikte Kürdistan’ın
diğer parçalarında İngilizlerin bağımsız bir Kürt devleti kurma gibi bir
istekleri yoktu. Dünya savaşı sonrası Madrid’de ulaşılan ateşkes döneminde
İngilizler, Kürdistan’ın birçok yerini denetimleri altına almamışlardı.
İngilizler, Şeyh Mahmut Berzenci ile belli bir uzlaşma sağladıktan sonra
Süleymaniye’ye girebildiler. Ardından hakları olmadığı halde Güney Kürdistan’ın
Musul eyaletinin diğer kısımlarını işgal ettiler. Bunun sonucunda İngilizlerle
Türkler arasında Musul eyaleti üzerinde bir anlaşmazlık başladı. Türkler,
İngilizlere “I. Dünya Savaşı sırasında ele geçirilmeyen toprakları savaş
sonrasında ele geçirme hakkınız yoktur diyorlardı.
Bu çelişkilerin artmasından dolayı İngilizler, Kürtler
içinde var olan ulusal bilinci istismar edip Türklere karşı harekete geçirmek
istediler. Yurtsever olan Şeyh Mahmut ise, Osmanlılardan kalan bu Kürdistan
parçası üzerinde bağımsız bir Kürt devleti kurmak istiyordu. Kurulacak bu Kürt
devletinin de İngilizlerin denetimi altında olmasını istemiyordu. Bu konuda
Şeyh Mahmut ile İngilizler arasında çelişkilerin doğması, İngilizlerle Şeyh
Mahmut güçleri arasında savaşın çıkmasına neden oldu. Çıkan savaşın içinde
bizzat Şeyh Mahmut da vardı ve yaralanması sonucu İngilizlere esir düştü. Daha
sonra Bağdat’ta yapılan askeri bir mahkemede idam cezası verildi. Ancak bu ceza
müebbet hapis cezasına çevrildi. Ardından onu bazı arkadaşları ve yakın
akrabaları ile birlikte Hindistan’a sürgün ettiler.
Bu sürgünden sonra da Güney Kürdistan’da bazılarının ulusal
bilinç ve istemleri devam etti. Bu da çelişkilerin sürdüğünü gösteriyordu ve
İngilizler var olan Kürt çelişkisini çözemiyorlardı. Her ne kadar bazı
yöntemlerle çözmek istedilerse de başaramadılar. Bundan dolayı Şeyh Mahmut’u
tekrar Bağdat’a getirip Kürdistan’ın hükümdarı olarak kabul ettiler. Ama bir
şartları vardı: Şeyh Mahmut’un İngiliz müsteşarları kabul etmesini istediler.
Şeyh Mahmut ise, İngilizlerin bu isteğini başlangıçtan itibaren kabul etmedi.
Süleymaniye’ye dönerek bir hükümet kurdu. Kendini kral ilan ederek bakanlar
kurulunu oluşturdu. Sonra da çeşitli hükümet kurumlarıyla beraber bayrak
çıkardı ve ordusunu oluşturdu postane kurdu, pul çıkardı. Böylece bir Kürt
devleti kurdu.
Kurulan Kürt devleti, İngilizlerin kurmak istedikleri Arap
devletine, dolayısıyla İngiliz çıkarlarına karşıt durumda kaldı. Bunun üzerine
İngilizler, Kürtlere karşı büyük bir vahşete giriştiler, bütün silahlarla
Kürdistan’a saldırdılar. Diyebilirim ki, Süleymaniye İngilizlerin yeni
silahlarını denedikleri bir yer oldu. Böylece İngilizler ikinci sefer
Süleymaniye’ye girmiş oldular. Arap ordusu da ilk defa 1924 yılında
Süleymaniye’ye girmiş oldu. Bu giriş İngiliz danışmanların asker, silah ve
destekleriyle oldu. İngilizler bu işgali onayladılar.
Bunun üzerine İngiltere ve Türklerin Musul eyaleti
üzerindeki çelişkiler daha da arttı. Bu çelişkiler nedeniyle İngilizler
Kürtlerin bir bütün olarak ezilmesini istemiyorlardı. Çünkü Kürt kartının
kendileri tarafından Türklere karşı kullanılması söz konusuydu. Şeyh Mahmut,
Kürdistan’da hükümranlığını sürdürdüğü süreçte, 24 Kasım 1922’de İngiliz-Irak
ortak bildirisinde kurulan Kürt devletini tanıdıklarını, ancak bir Kürt
heyetinin sınırların belirlenmesinin yanı sıra, ticari ve ekonomik ilişkilerini
İngilizler ve Irak ile görüşmesini talep ediyorlardı. Gerçekte ise, bu
bildiride yürüttükleri siyasetle Türkleri korkutmak istiyorlardı. Amaçları bu
siyasetle Türklerin Musul vilayetinden vazgeçmelerini sağlamaktı. Pratikleşen
de bu oldu. Türklerin siyaseti karıştı. Zorunlu olarak, BM’den bir heyet
isteyerek, heyetin burayı denetlemesini talep ettiler.
Türkler İngilizlerle uzlaşmaya vararak somut gerçekliğin BM
tarafından incelenmesini sağladılar. Hatta BM belgelerinde, verilen raporda,
Güney Kürdistanlı Kürtlerin Türkiye ve Irak’la birlikte yaşamak istemedikleri,
bağımsız yaşamak istedikleri belgelenmiştir. Ancak o dönemdeki dünya devletler
topluluğu İngiliz hakimiyeti altındaydı. Nasıl ki günümüzde BM üzerindeki
hakimiyet ABD’nin ise, o zaman da İngilizlerindi. Bundan dolayı daha sonra, 25
Kasım 1925’te, dünya devletler topluluğunda Kürtlerin Irak devleti içinde bazı
şartlarla kalmaları, yaşam, dil ve kültürlerinin korunması, ancak bağımsız bir
devlet olarak var olmamaları gerektiği kararı alındı.
Aynı gün bu karar münasebetiyle toplanıp şenlik yapan
Irak-İngiliz toplantısında, İngiliz heyeti sorumlusu şunu söyledi: “Türklerin
Kürtleri Türkleştirmek istedikleri gibi Kürtleri Araplaştırmamanız gerekir. Kürtler
Türklerin uyguladıkları zora dayanamayıp Türkleşebilirler, ancak Türkler de
şapka ve ceketle Avrupalı olamazlar. Yani hiçbir surette Kürtler Türk
olmayacakları gibi, Türkler de şapka ve ceketle Avrupalı olamazlar. Irak kralı
Faysal, bu İngiliz görüşünü yerinde bir görüş olarak gördü ve devamla Arapların
Kürtleri Kürt olarak görmelerini, Kürtlerin de kendi Kürtlüklerine bağlı
olmaları ve hakiki, asil Kürt olmaları gerektiğini belirtti. Yalnız bizim
bildiğimiz bu yolda birleşik, bağımsız bir Irak’tır. Bu ilkelerin nasıl hayat
bulduğunu anladık. Bu dönemde Şeyh Mahmut hareketi yenildi ve bitti.
Diğer bir nokta, Lozan Anlaşması’nın bir maddesi Musul’un
yönetimine ilişkindi. Tarihi gerçeğin de söylediği gibi, İngilizlerle Türkler
arasında bir anlaşma vardı. Türklerin Rus dostluğundan vazgeçmeleri koşuluna
karşılık, İngilizler de Kürt ulusal hareketine desteklerini çekme konusunda
anlaşmışlardı. Kürtler kandırıldıklarını anladılar. Hem Kuzey hem de Güney
Kürdistan’da yeniden mücadelelerine başladılar. Bu mücadelelerde bazı aydınlar
yer alsa da, öncüler daha çok şeyh, molla ve ağaydılar. Bu hareketlerden biri
de Piranlı Şeyh Sait hareketiydi. Hem açık olmak hem de günümüz modern
koşullarında davamızın zafere ulaşması açısından itiraf ediyorum ki, İngilizlerin
Şeyh Sait hareketinde parmakları vardı. Ancak bu destek, hareketin zafere
ulaşmasından ziyade yenilgiye uğraması içindi. Hareket başlangıçta
İngilizlerden habersiz ve onların onayı olmadan başlamış ve güçlenmişti.
Sonrasında İngilizler buna müdahale edip yenilgiye götürdüler.
Sadece bunda değil, İngilizlerin genelde bütün Kürdistan’da
gelişen hareketlerin yenilgiye uğramasında parmağı vardır. Ne yazık ki, bu
dönemin sonunda Kürt milleti herhangi bir umuduna ve hakkına ulaşamadı. Kürt
hareketi yeni bir sistemle tekrar mücadeleye başladı. Kimi aydınlar tarafından
bazı partiler kuruldu. Ne yazık ki oluşturulan partiler, aydınlara yönelik
dışarıdan bazı yardımlarla ve bir takım talepler doğrultusunda kurulmuş
partilerdi. Özellikle İngilizlerin bu yönlü talebi ve desteğinden bahsetmek
gerekir. Çünkü İngilizler, muhtemel bir Arap ulusal hareketinin kendilerine
karşı gelişebileceğini hesaplayarak, Kürt kartını Irak’ta sürekli elinde
bulundurma ihtiyacını duyuyordu.
Bu arada II. Dünya Savaşı başladı. Bu dönemde Kürt hareketi
zayıftı. Ancak Sovyetlerin bu savaşa girmesi, bazı durumların değişmesine neden
oldu. Özelikle İran’a girip kendi kontrolü altına almasıyla Rusların bir,
İngilizlerin ise diğer Kürdistan parçalarına girmesi, Kürt hareketinin tekrar
güçlenerek boy vermesine yol açtı. Bu devletler kendi çıkarları için bölgede
Kürtleri istismar etmeye çalışıyorlardı. Hatta o dönemde Almanlar bile bazı
Kürtlere dayanarak bunları kendi müttefiki haline getirmeye çalıştı.
Irak’ta kırk tane parti vardı. Bunların çoğu da Kürt
partisiydi ve bunlardan biri de Hiva Partisi’ydi. Bu partilerin içinde her ne
kadar birçok yurtsever olsa da, benim görüşüme göre bunların önderliği
İngilizlere bağlıydı. Bu önderlik Hiva Partisi’nin parçalanmasına neden oldu.
Bu esnada Hiva içinde bazı unsurların desteği ve teşvikiyle İran’da bir cemiyet
oluştu. Bu cemiyete destek veren unsurlar, İngilizlere bağlı olan
önderliklerine bağlı değillerdi. Bunlar İran’da Kürdistan’ı Yeniden Yaşatma
Cemiyeti’ni oluşturdular.
O dönemde ben Halepçe hakimiydim ve Gelawêj isimli bir dergi
çıkarıyordum. Bazı nedenlerden dolayı hakimlik görevinden ayrıldım. O döneme
kadar herhangi bir partinin üyesi değildim. Her ne kadar istedilerse de Hiva
Partisi’ne girmedim. Hiva’ya girmek isteyen bazı şahsiyetlerle aynı evde
bulunuyorduk. Bunlar benim de Hiva’ya girmemi istediler. Bir odaya geçtik.
Orada masa üstünde bir tabanca ve bir Kuran-ı Kerim vardı. Üstümüzde de Hiva
Partisi liderinin resmi vardı. Benden istenen resme bakıp elimi Kuran’a ve
tabancaya koyarak yemin etmemdi. Yeminleri “Kürtlere ihanet etmeyeceğim idi.
Bu yeminin Kürtler için bir itham olduğunu belirterek, sizin yemininiz ne
silahla ne de Kuran’la olmalı olması gereken, halka edilen yemindir eğer
yerinizi bu şekilde belirlerseniz, kanımın son damlasına kadar halkıma hizmet
edeceğim dedim.
Hakimlik görevimi bıraktıktan sonra, içlerinde Komünist
Partisi de olmak üzere birçok parti bana üyelik teklif etti. Hatta İran’da
oluşturulan Kürtleri Yaşatma Cemiyeti’nden bazıları bana gelip, bunun yeni bir
komitesini oluşturmak istediklerini söylediler. Bunlar 1944’te posta yoluyla
benimle ilişkiye geçtiler. Programını okudum. Programlarının daha ilk iki
satırını okuduğumda, bu cemiyet ne İran, ne Irak, ne de Türkiye cemiyetidir bu
cemiyet sadece Kürdistan cemiyetidir diye düşündüm. Bu cemiyet bütün Kürdistan
parçalarında şubelerini veya komitelerini oluşturmak istiyordu. Ben de onun
üyesi olmayı kabul ettim. Bu konuyu bir tarafa bırakıp Barzanilerin meselesine
gelmek istiyorum.
Barzani hareketi, 1944-45’lerde, yani başlangıcında
yurtsever bir hareket değil, aşiretsel bir hareketti. Hiva içinde bazı iyi
unsurlar vardı: Emin Revanduzi, İzzet Abdülaziz, Xeyrullah vb. Bu hareketi
aşiretsel bir hareket olmaktan çıkarıp yurtsever, ulusalcı bir hareket durumuna
çekmek istiyorlardı. Yalnız bu hareket dağıldı. Çünkü aşiretçi yön diğer
yönünden daha güçlüydü. Bundan dolayı Molla Mustafa ve adamları İran’a çıkmak
zorunda kaldılar. Molla Mustafa sınırı geçtiği sırada bazı düşünceleri vardı.
KDP isimli bir parti ve Kürt cumhuriyetinin kurulmasını umut ediyordu. Birkaç
ay sonra, daha önce belirttiğimiz Kürtleri Yeniden Yaşatma Cemiyeti’nin adını
değiştirip KDP yaptı. Güney Kürdistan’da bu cemiyetin birinci dereceden
sorumlusu olmama rağmen, bu isim değişikliğinin ne şekilde olduğunu bilmiyorum.
Bir süre sonra ilkesine bağlı bu iyi unsurlardan, yurtseverlerden oluşan
cemiyet bir Kürt hareketinin bitmesine neden oldu.
Biliniyor ki, Qazi Muhammet –bazı şahsi sebeplerden dolayı
da olsa– Molla Mustafa’yı kesin olarak bir İngiliz ajanı olmakla suçluyordu.
Barzani güçleri, sınır kesiminde bulunan iki köyde sıkışık bir biçimde
toplanmışlardı. Yaşam koşulları oldukça zordu. Onlara bulaşıcı bir hastalık
bulaşmıştı, hatta bazıları öldü. Molla Mustafa oradan Süleymaniye’ye bir şahıs
aracılığıyla bana bir mektup gönderdi. Mektupta her iki köydeki yaşam
koşullarını izah ederek, Süleymaniye’de onlara yardım toplayarak göndermemi
istiyordu. Bunun üzerine Süleymaniye’de komitemizin bölgesinde iki defa yardım
toplayarak gönderdik. Bir defasında da tanınan Kürt subayı Nuri Ahmet Taha ve
1945 yılının sonuna doğru Hamza Abdullah isimli birini Süleymaniye’ye gönderdi.
Hamza Abdullah bir Kürt devrimcisiydi ve solcuydu. Irak
hükümetinin baskısına maruz kalmıştı. Irak kimliği kendisinden alınarak
Türkiye’ye sürgün etmişlerdi. Sonra İran’a geçmişti. Molla Mustafa onun
aracılığıyla ikinci bir mektup daha gönderdi. Ayrıca Şeyh Mahmut Berzenci’nin
oğluna teslim etmem için de bir mektup vardı ve açıktı. Mektubu okudum.
Mektupta, Barzani’nin kendi köy ve alanına dönmesi için Şeyh Mahmut’un oğlunun
gidip Kral Faysal’la aracılık yapmasını istiyordu. Çünkü Barzanilerden yüz on
bir kişi hakkında idam kararı vardı. Bu idam kararlarının hafifletilmesi, bunun
müebbede dönüştürülmesi isteniyordu. Bunun yapılması karşısında, Barzani,
Irak’a dönmeye hazır olduğunu belirtiyordu. İsteği buydu.
Bunun üzerine komitemiz üst düzeyde bir toplantı yaptı. İran
hükümetinin daha önce Qazi Muhammet’i destekleyen aşiret reislerini ona karşı
çıkardığını –bunlar parayla satın alınmıştı– bunların İran taraftarı
olduklarını gördük. Molla Mustafa da Irak’a dönerse Mahabat Cumhuriyeti’ni
artık kimse savunamayacaktı. Bu nedenle Barzani’nin gönderdiği mektubu Şeyh
Mahmut’un oğluna vermedik. İran’da kalıp Mahabat Cumhuriyeti’ni savunsun dedik.
Bunun dışında, ne yazık ki bazı şahsiyetler, aşiret reisleri adına bir belge
hazırladık ve Şeyh Mahmut’un ikinci oğlu Şeyh Latif de dahil, hepimiz
imzalayarak bir bildiriye dönüştürdük. Bildiride Molla Mustafa ve
yanındakilerin Irak hükümeti tarafından affedilip yerlerine dönmelerini ve onu
Kürtlerin temsilcisi olarak gördüğümüzü belirttik. Öte yandan Qazi Muhammet’in
zayıf konumu, işlerin ve durumun altüst olmasına yol açtı ve büyük tahribatlar
ortaya çıktı. Barzani, gönderdiği diğer mektupta ise, Hamza Abdullah’a destek
vermemi, çünkü İran’da oluşturulan KDP gibi bir partiyi Irak’ta oluşturmak
istediklerini belirtiyordu. I-KDP isimli bu partiyi reddettim.
Barzani KDP’si Kürdistani değildi
– KDP, önce İran’da mı oluştu? İlk toplantısını nasıl yaptı,
kimler vardı? Kısa ve uzun vadeli amacı neydi? Programı var mıydı, yok muydu?
Bu parti nerede oluşturuldu, amacı neydi? Kuzey Kürtlerinden kimse var mıydı?
Sonra neden Kuzey’de KDP oluştu, ne oldu, neyle karşılaştınız ki bu oluştu?
Bunu bir kişi mi oluşturdu, yoksa bir toplantı mı oldu? Bu partinin oluşumunda
çevrenin etkisi neydi? İsteminiz neydi? Bu düşünceye nasıl ulaştınız, bunu
oluşturmada objektif koşulların etkisi neydi?
– Barzani, bana gönderdiği mektupta Hamza Abdullah’a yardım
etmemi istiyordu. Mektupta ayrıca bazı isimler de belirtmişti ve oluşturulacak
partide bu isimlerin yer almasını istiyordu. Bu partinin bir Kürdistan partisi
olmadığını gördüm. Yani parti Irak partisiydi, bundan dolayı bu partide yer
almak istemedim.
Molla Mustafa parti önderi olmak istiyordu. Şeyh Mahmut’un
oğlu Şeyh Latif ve Koysancaklı Gege Ziyat’ın –Kürt aşiret ileri
gelenlerindendi– yardımcıları olmasını ve bir merkez komitenin oluşturulmasını
istiyordu. Ancak bu partinin hiçbir programı, amaçları ve uğruna mücadele
edecek ilkeleri de yoktu. Yalnız güzel bazı laflardan edilerek, bu parti Kürt
milletinin çıkarı için oluşturuluyor deniliyordu. O dönemde Şoreş ve Rızgari
gibi partiler de vardı. Bütün bunlar da bu partide yer almak istediklerini
söylediler. Ancak istisnai olarak bazı Kürt şahsiyetleri, bu partinin aşiretçi
bir parti olduğunu öne sürerek içinde yer almayacaklarını belirttiler. Bu
şekilde parti, 11 Ağustos 1946’da Irak’ta kuruldu.
– Mahabad Kürt Cumhuriyeti yıkılmış mıydı?
– Yok, henüz yıkılmamıştı.
– Böyle bir partinin oluşturulması, esas cesaretini Mahabat
Cumhuriyeti’nden mi alıyordu?
– Molla Mustafa, Mahabad’da Qazi Muhammet’in KDP’yi
kurmasından esinlenerek böyle bir partiyi Irak’ta kurmak ve Qazi Muhammet gibi
partinin lideri olmak istedi.
– İnsan partinin nasıl oluştuğunu anlamak istiyor.
– Ben I. Kongre’de hazırdım. Ayrıntıları anlatayım.
– Üye miydin?
– Üye değildim, ama hazırdım. Benden üye olmamı istediler.
Ancak ben İran’da oluşan partimizin merkez komitesinden herhangi bir karar
gelmeden üye olmayacağımı, Süleymaniye’deki komitemizi feshetmeyeceğimizi ve
başka bir partiye üye olmayacağımı belirttim.
– Yani hem Irak’ta KDP var, hem de buna bağlı sizin içinde
yer aldığınız komite (Laq) var. Sizin komite ile I-KDP arasında nasıl bir fark
vardı?
– Ayrılığımız, partimizin Kürdistan’ı kapsayan bir parti
olmasıydı. Suriye ve Türkiye parçalarında bile buna bağlı komitelerin
oluşturulmasını istiyorduk. Barzani KDP’si ise Irak’a özgü bir partiydi. Yani
bütün Kürdistan’ı kapsamıyordu. Bu aramızdaki temel farktı. Barzani KDP’si,
Irak Komünist Partisi ile ilişkiye geçerek Kral Faysal döneminde birlikte
miting ve yürüyüş gibi bazı faaliyetler de yürüttüler. Bu dönemde
komünistlerden bazı tutuklanmalar oldu. Bunların itirafları üzerine bütün
partilerden tutuklanmalar yaşandı.
Mahabad Cumhuriyeti’nin yıkılmasından sonra, bizim Güney’de
oluşturduğumuz komite ortada kaldı. Yaptığımız toplantıda önümüzde iki
seçeneğin olduğunu belirttik. Ya komünistlere ya da Irak KDP’sine katılacaktık.
Sonuçta çoğunluk KDP’ye katılma yönünde görüş belirtti. Bunun üzerine Nisan ve
Mayıs 1947’de KDP’ye katıldık. Komünistlerin itiraflarında adı geçenlerden biri
de bendim ve tutuklandım.
– KDP’ye katılmaktan ziyade neden komitenizi daha da
geliştirip yetkinleştirmediniz?
– Mahabat Kürt Cumhuriyeti’nin yıkılışından sonra, bizim
hiçbir fırsat ve olanağımız kalmamıştı. Mecbur kalıp KDP’ye katıldık.
– Mahabat Kürt Cumhuriyeti’nin yıkılmasından sonra İran’da
KDP’nin varlığı devam etti mi?
– Hayır, varlığı kalmadı, sonraları tekrar kuruldu. Mahabad
Cumhuriyeti’nin yıkılışındaki neden, yalnız Rusların geri çekilip bizden
vazgeçmeleri değildi. Esas neden içerden kaynaklanıyordu. Çünkü var olan
hareket esas olarak ulusal kurtuluş hareketi olmadığı gibi, Kürdistani bir
hareket de değildi. O dönemde onlara da şahsen yazmıştım. Mahabad’ı korumak
için Irak ordusundan beş yüz kişinin silahları ile birlikte ölümüne hazır
olduğunu belirttim. Ayrıca birçok aydın, memur ve yurtsever vardı. Bunlar da
cumhuriyeti kanları ile korumaya hazır insanlardı. Ancak bize verdikleri
cevapta bizden hiçbir şey istemediklerini belirterek, “varsa bize okul
kitapları ve bir doktor gönderin dediler. Hatta onlardan bazıları, bu
cumhuriyeti Güney Kürtlerinin gelip el koymaları için oluşturmadıklarını
söylediler. Yani “koltuklarımızı bizden almak istiyorlar diyorlardı.
Ben mahkemedeyken, isnat edilen bir şahit benim için, Güney
Kürdistan’ı da Mahabad’a katmak suretiyle bağımsız bir devlet kurmak
istediğimizi belirtiyordu. Bu şahit, Irak Komünist Partisi MK Üyesiydi. Hiç unutmayacağım
bir şey de, “İran ordusunun Tebriz’i işgal ettiği gün, ben İbrahim Ahmet’in
evindeydim dedi. Doğru söylüyordu, o gece benim evimdeydi. Bu kişi
komünistlerin merkez yedek üyesiydi ve Şeyh Latif’in arkadaşı konumundaydı. O
gece ikisinin evimde randevuları vardı. Tebriz’in düştüğü gün ağladığımı
gördüğünü ve ağlama için de, ne bedbahtız, Mahabad Cumhuriyetimizin daha kızken
öldüğünü söylediğimi belirtti. Sonuçta mahkeme, ben ve diğer tutuklular için
iki yıl hapis, iki yıl da polis gözetimi cezası verdi.
– İtirafçı, Irak veya İran’ın işbirlikçisi miydi?
– Yok, Irak’ta
hükümet nezdinde itiraf etmişti. Sanki ben Komünist Partisi Üyesiymişim gibi
ele alınıyordum, o temelde de ceza aldım. Ben hapisteyken gelen görüşmeciler,
partinin yanı sıra Komünist Partisi’nin ve diğer partilerin de zor durumda
olduklarını ve zayıfladıklarını söylediler. Çünkü komünistlerin merkez
üyelerinin teslimiyete yatıp itiraf etmeleri ortamı altüst etmişti. Her ne
kadar genel durum buyduysa da, gerçekten büyük direnişler sergileyenler de
vardı. Bunu da belirtmek gerekir. Cezaevinde yanımızda başkaları da vardı.
Gelen ziyaretçilerle de anlaştık, dışarı çıktığımızda bir konferans yapacaktık.
Sonra konferansı yaptık. Konferansta, eski merkez komite üyelerine yönelik
itirazlar oldu. Sonuçta yeni bir merkez seçildi. Önceki merkez üyelerinden
hesap sorulması istendi ve bilimsel temelde yeni bir parti programının
oluşturulması için çalışıldı.
Bunun üzerine, o döneme kadar parti sekreterliğini yapan
Hamza Abdullah ile birlikte beş on kadar kişi partiden ayrıldılar. Hamza
Abdullah, “ben, Molla Mustafa’nın vekili olduğumdan asil üyeyim diyordu. 1953
başlangıcında, partinin eski ismi olan “Partiya Demokratî Kurd idi.
Değiştirerek “Partiya Demokratî Kurdistan yaptık. Bununla hem dar milliyetçiliği
aşmayı, hem de daha geniş kitleyi kapsamayı amaçlamıştık. Ayrıca Mao ve
Stalin’den faydalanarak dünya görüşümüzün bilimsel sosyalist bir düşünce
olduğunu belirttik ve mücadele ettik.
Mücadelemiz diğer partiler gibi yürüyüş, miting ve bildiri dağıtmaktan
ibaretti. O dönemde birçok Irak partileri arasında birlik cepheleri oluşuyordu.
Ancak parti olarak birlik ve cephelere kabul edilmiyorduk. Bize Kürt partisi ve
Kürdistanlı parti gözüyle baktıklarından, bizi ayrılıkçı olarak
nitelendirdiklerinden, ayrılıkçıların böyle bir cepheye –Irak için birlik
cephelerine– alınmaması gerektiğini söylüyorlardı. Partimiz KDP ile Komünist
Partisi arasındaki ilişkiler bazen düzeliyor, bazen de kötüleşerek sürüyordu.
Esas ayrılık, Kürtlerin ulus olarak kendi kaderlerini tayin etme hakları var
mı, yok mu noktasındaydı. Ve Komünist Partisi bunu kabul etmiyordu.
Partimiz o dönemde bir ilkokul gibiydi. Bize gelip
katılanlar ilk eğitimlerini aldıktan sonra gidip Komünist Partisi’ne
giriyorlardı. Ancak 1953 yılından sonra bu durum değişti ve bu Komünist Partisi
merkez üyeleri bile gelip partimize normal üye olarak katılıyorlardı.
Dolayısıyla Kürt hareketinin bir ağırlığı oluşmaya başladı. Ayrıca Arap Ulusal
Hareketi bile partimizi büyük bir tehlike olarak görmeye başladı. Bu durum 14
Temmuz 1958’e kadar devam etti.
– Mamosta, bu dönemde parti sekreteri mi oldun?
– Ben resmi olmamakla birlikte 1951’de parti sekreteriydim.
Ama resmi olarak 1953 Konferansı’ndan 1964 ayrılışına kadar parti genel
sekreteriydim. Ayrılıklar 1964’ten 1970’e kadar da –ayrılık olduğunda
sekreteriydim– sürdü. Ayrıldığımızda bile her iki taraf aynı parti ismini
kullanıyordu. Yani 1953’ten 1970’e kadar ben parti sekreteriydim.
– Sekreterlik döneminde ideolojide nasıl değişiklik oldu?
– 1953 Konferansı’nda programımızı oluşturduğumuzda,
Komünist Partisi bizim için, “bunlar da komünist oldu, ama neden bir ülkede iki
komünist parti oluştu diye karşı çıkıp mücadele ettiler. Yani ideolojimizin
komünizm olduğunu söylüyorlardı. Aynı onlarınki gibiydi.
– Bu dönemde Barzani’ye mensup olarak bilinenlerin durumu
neydi?
– O dönemde Barzaniler Rusya’da olduklarından, onlarla ne
ilişkimiz vardı ne de bir haberimiz söz konusuydu. Hatta kimse yerini bile
bilmiyordu.
– Aile ve aşiretiyle de mi, ülkeyle de mi ilişkisi yoktu?
– Hiç kimseyle, ülkesiyle, aşiretiyle, ailesiyle bile
ilişkisi yoktu. O Orta Asya’daydı.
1956 ve 1957’de Moskova’da Uluslararası Dünya Gençlik
Konferansı yapıldı. Biz de partimiz adına Celal Talabani’yi temsilci olarak
gönderdik. Bu konferans esnasında Molla Mustafa ile Moskova’da görüşmüşlerdi.
Celal Talabani geri döndüğünde, Molla Mustafa’dan iki mektup ve fotoğrafını
getirdi. Bu gelen mektuplardan biri bana –şahsi–, diğeri ise parti için
gönderilmişti. Barzani mektuplarında bizden Hamza Abdullah ile anlaşarak onu
tekrar partiye almamızı istiyordu.
– Hamza Abdullah o dönem nereye gitmişti?
– Hamza Abdullah o dönem daha çok komünistlere yakınlık
duyuyordu.
– İkinci mektup neydi?
– İkinci mektubu açtığımda dehşetle irkildim. Ben gençken,
Şeyh Mahmut Hindistan’da sürgündeyken, mürit ve şeyhler yürüyüş ve mitinglerle
İngilizlerden Şeyh Mahmut’un dönmesini talep ediyorlardı. Ve sloganlarını da
“kudan Xudah şeklinde inleme ile ifade ediyorlardı. Molla Mustafa’nın
mektubunda bir şey yoktu. Bir mürit mantığıyla bizden ricada bulunarak, “bu
mektubu kardeşim Şeyh Ahmet’e iletin diyordu. Bir mürit gibi benden ikinci
mektubu Basra şehrinde hapiste olan Şeyh Ahmet’e iletmem isteniyordu. Bunun
üzerine merkez komite ile toplanarak tartıştık. Çünkü bu mektup devletin eline
geçerse Şeyh Ahmet’i idam ederdi. Öte yandan haşmeti ile bilinen Molla Mustafa
Barzani, general Barzani, bir mürit gibi mektup yazmıştı. Halbuki dağıttığımız
bildirilerde “Yaşasın özgürlük, yaşasın general Barzani önderliğindeki
Kürdistan, diyorduk.
O dönem ve yıllarda Arap ulusalcıları bizimle ilişkiye
geçtiler, bağlantılarımız oldu. 14 Temmuz Devrimi’nden bir yıl önce Arap
ulusalcıların bana gönderdikleri mektupta, Kral Faysal rejimine karşı bir
mücadele başlatmamız durumunda, Cemal Abdülnasır’ın bize silah yardımında
bulunacağı belirtiliyordu. Arap ulusalcısı benden Bağdat’a, oradan da Cemal
Abdülnasır’ın yanına giderek görüşmemizi istedi. Aynı şahıs 14 Temmuz sonrası
bakan oldu. Ancak üzerimde mahkeme kararı olduğundan, Irak topraklarından dışarı
çıkmama olanak ve izin yoktu. Bunun üzerine içişleri bakanlığından –çünkü
Kürt’tü– ricada bulundum. Elimdeki doktor raporuna göre kansere yakın bir
hastalığım vardı. Tedavi olmak için pasaport ve çıkışıma izin verilmesini
istedim. İçişleri bakanı açık bir şekilde iki ay sabretmemi söyledi. İki
ihtimal vardı: Birincisi, iki ay sonra pasaportsuz ve izinsiz gidebileceğim
gibi, ikincisi de hiçbir zaman Irak’tan ayrılmayabileceğimi söyledi. Gerçekten
de bir ay sonra Irak’ın ordusunu Ürdün üzerinden Beyrut’a gönderip Beyrut’u ele
geçirme istediği ortaya çıktı. Plan buydu. Ancak oluşturulan ordu Beyrut’a
gidip ele geçireceğine Bağdat’a yönelerek melikliği devirdi. 14 Temmuz
Devrimi’ni gerçekleştirdi.
– Bu devrimi esas olarak kimler yaptı?
– Subaylar ve askerler, ulusalcı olup barışçı ve
özgürlükçülerdi, yani çok cihet vardı.
– Kürt de var mıydı?
– Kürt de vardı. Devrimin oluşumundan sonra devrim
hükümetine gönderdiğim mektupta, Bağdat Paktı Anlaşması’nın reddedilmesini,
Irak içinde bütün halkların eşitliğine dayanan demokratik bir iktidarı
destekleyeceğimizi belirttik. İki gün sonra Politbüromuz toplanıp anlaşarak,
oluşacak bir heyetin Bağdat’a gidip hükümet lideri ile görüşmesine karar
verildi. Ben ve Politbüro Üyesi Ali Abdullah gittik. Devrim hükümetinden ilk
isteğimiz ve şartımız, Barzani’nin geri dönmesi, tutukluların ve Şeyh Ahmet’in
serbest bırakılmasıydı. Şeyh Ahmet serbest bırakılarak Bağdat’a yerleştirildi.
Molla Mustafa, kaldığı yerden devrim liderine bir kutlama mesajı göndererek
Irak’a geri dönmek istediğini belirtti.
Ben ve Nuri Ahmet Taha, sahte pasaportla Çekoslovakya’nın
başkenti Prag’a gittik. Pasaportun sahte olmasını Irak hükümeti istedi. Dışarı
çıkmadan önce İçişleri Bakanı’nı –aynı zamanda başbakan yardımcısıydı– ziyaret
ettiğimizde –çıkıştaki amacımız gidip Molla Mustafa’yı getirmekti–, “Anayasada
açık bırakılan yerde Arapların ve Kürtlerin bu topraklarda ortak olmalarını,
Kürtlerin hukuklarının garanti altına alınmasını diliyorum dedim.
Biz Bağdat’tan ayrılmadan önceye ilişkin belirtmek istediğim
ikinci bir nokta da, Kürdistan’daki arkadaşların her yerde miting ve gösteri yapmaları
gerekirdi. Çünkü anayasada sadece Kürtlerin ve Arapların kardeşliğinden
bahsediliyordu. Öyle ki, Kürtler bazı haklar alabilsin. Ayrıca var olan ve
devrimde rol oynayan partilere de anayasaya Kürtler için özerkliğin konması
için başvurduk. Ancak bu partilerin hiçbiri bunu kabul etmedi.
İçişleri Bakanı “Molla Mustafa ile geri döndüğünüzde Türkiye
üzerinden değil Mısır yoluyla gelin, ayrıca Cemal Abdülnasır’la da görüşün ve
haklarınızı ondan isteyin. Şayet Nasır haklarınızı kabul ederse biz de kabul edeceğiz
dedi. Prag’a gittik. Molla Mustafa ile döneceğimiz zaman, Sovyet yetkilileri
bize Türkiye üzerinden gitmememizi, çünkü Türklerin uçağı düşürebileceklerini
söylediler. Mısır’a ulaştık. Irak Konsolosluğu’na giderek Nasır’ı varlığımızdan
haberdar ettik. O da bize “devlet misafirisiniz dedi. Daha sonra Nasır bizi
karşıladı. O görüşmede Nasır’a haklarımızdan, Kürt halkından bahsettik. Ona
söylediklerimize itiraz etmedi. Lakin biz Bağdat’tan ayrılmadan önce bazı
hareketlerden dolayı Irak ve Mısır arasındaki ilişki bozulmuştu.
Bir gün elçi ile otururken, yanımda kalan refakatçim gelip
bana Türk elçisinin kızgın olduğunu ve beni görmek istediğini söyledi. Onunla
bir randevumuzun olmadığını, eğer beklerse onu görebileceğimi belirttim. Türk
elçisi aniden içeri girdi önüme gelip durarak şiddetli bir şekilde bana bir
müzekkere vererek, sözle de “İçişlerimize karıştığından dolayı devletimiz adına
sizi protesto ediyorum dedi. Bizim müdahale ettiğimiz iç mesele nedir diye
sordum. Bana “Kürt meselesidir dedi. Ben, müdahale etmemişiz, Kürt meselesi
ile ilginiz nedir dedim ve devam ettim. Sizin ülkenizde Kürt var mı diye
sordum. Bana “yok dedi. Peki, televizyon, radyo ve gazetelerde bir tek Kürt
sözcüğü geçmiyor. Aynı şekilde hiçbir konunuzda Kürt kelimesi geçmiyor. Bana
devletinizde geçen bir Kürt kelimesini gösterin ki içişlerinize nasıl müdahale
ettiğimizi bilelim dedim. Bunun üzerine Türk elçisi sinirlenip gitti ve bir
daha da gelmedi.
Türkler Kürdistan meselesini, özellikle Kuzey Kürdistan
meselesini neden daha önemli görüyorlar? Çünkü Türk devletinin Kürtler hakkında
katı inkarcı bir politikası var. Türk hükümetleri yalnız Kuzey Kürdistan
Kürtlerinin düşmanlığını değil, bütün Kürdistan’daki ve tüm parçalardaki Kürt
halkının düşmanlığını yapıyorlar.
Türkler, Kürtlerin esas düşmanıdır, çünkü şu ana kadar Kürt
kimliğini ve adını bile kabul etmemişlerdir. Bundan dolayı bir yurtsever Kürt,
hakiki ve asli Kürt, gerçeği iyi bilince çıkarmalı ve tanımalıdır. Kuzey
Kürtlerinin Türklerden haklarını elde etmemeleri durumunda ve Kuzey’de Kürtler
haklarını kazanmadan, diğer bir parçada bağımsız devlet de kursak ve tüm dünya
bizi desteklese de, Kuzey’de Kürt sorunu çözülmeden –esas sorun Kuzey
Kürdistan’dır– kurulan bağımsız Kürt devletinin yıkılması kaçınılmazdır. Diğer
devletler az da olsa Kürt ismini ve kimliğini tanıyorlar. Fakat Türkler Kürt
ismini ve kimliğini tanımadıklarından, diğer parçalardaki Kürtler için herhangi
bir hakkın alınması veya yaşanması mümkün olmadığı gibi, yaşam hakları bile
olmaz. Bundan dolayı inancım odur ki her dürüst, onurlu ve şerefli Kürt, değil
bu harekete destek vermek, Kürt halkı için modern Kürt hareket olan PKK
önderliğinde değerli önder Abdullah Öcalan’ın komutasında yürüyüp çalışmalıdır.
Kürdistan ulusal kurtuluş hareketinin zaferi Kuzey
Kürdistan’dadır, Kuzey Kürtlerinin elindedir ve bu belirleyicidir. İki ay önce
bu başlık altında Londra’da bir seminer de verdim.
– 1970’lere kadar gelebilirsin, yani değerlendirmeni
sürdürebilirsin.
– Ben sizin gibi Önderimi ve arkadaşları gördükten sonra,
sizden biri oldum, üye oldum. Kendimi 80 yaşındaki biri gibi değil, genç
hissediyorum. Saatlerce konuşabiliriz. Biliyorum ki, sizler kanınızı dökerek
fedakârlık yapıyorsunuz, ben de kendimden fedakârlık yapabilirim.
– İnsanı konuşturan nedir? Amaç büyük oldu mu, insan sabaha
kadar devam edebilir. Yani başka bir yer olsa, bence böylesi bir söz veremez ve
böyle gençleşemezsin.
– Doğrudur.
– Büyük amaç üzerinde yürüdünüz ve dünyanın sonuna kadar
bile olsa insan sıkılmaz.
– Yaptığın şeyler, umut ve hayallerimi yerine getirdiğinden
genç bir insan gibi olmama yol açıyor.
– Amacınız neydi? Kürdistan’dı. Onun için 1947’den önce de,
sonra da bir parti kuruluyor, dağılıyor, toplanıyordu. Tabii hepsi de bu amaç
içindi. Şimdi görülüyor ki, PKK Kürdistan’ın kapısı ve kilididir, Kürdistan
halkının kendisidir. Mamosta Hawar da, arkadaşlar da iyi biliyor. Bazı küçük
adımlar atılmış olabilir, ama gerçekte PKK’nin büyüklüğü nedir? Kuzey Kürdistan
için küçük bir adım, bütün Kürdistan için büyük zafer demektir. Kuzey’de bir
adım yürüyüp ilerlemek Güney Kürdistan, Doğu Kürdistan için binlerce metre
ilerleme anlamına gelir. Yani bu kadar önemli ve etkilidir.
Diğer bir nokta da, Kuzey Kürdistan’da büyük devrimin
oluşmasıyla, Türkler şu anda bütün Kürtlere yardım etmeye hazırdır, federal
devleti de kabul ettiler. Bu önemli bir noktadır. Fakat sadece diğer
parçalardaki Kürtleri kabul ediyorlar. Kuzey devrimi üzerinde özel bir savaş
yürütüyor. Fakat KDP’sini kabul ediyor, yardım ediyor. Güney’de oluşan
federasyonu kabul ediyor ve Mesut’a ve Celal’a yardım ediyor. Kuzey’de
devrimimizi veya kimliğimizi tanırsa, Güney’de devlet olursunuz. Doğu Kürdistan
devlet olur. Bunun için diyorum ki, eğer devlet olmak istiyorsanız, Kuzey
devrimini destekleyin. Şu anda Güney’de yürüttüğümüz hamle Kuzey devrimi
içindir Güney Kürdistan’a müdahale için değildir. Yardım etmek istiyorsan, bu
savaşı yürüt. Eğer bu devrimi güçlendirirsek Güney meselesi çözülür. Mamosta
İbrahim Ahmet, bunu çok iyi biliyor. Bunun üzerinde derinlemesine durmak
gerekir. Mamosta Hawar da bu konularda görüş belirtebilir. Bu husus üzerinde
çok durmalıyız.
Geldik 1960 tarihine, yani devrimin başlangıcına…
14 Temmuz Devrimi’nden sonra, Güney Kürdistan halkı için bir
fırsat ortaya çıkıyor. Fakat bu parça, bu tarihte kısa bir dönem içinde Kürt
meselesini çözmediği gibi, daha da ağırlaştırıyor. 1961 Devrimi’nin
başlamasıyla yarattığı hastalık sevaptan, oluşan isyanın kötülüğü ise
iyiliklerden daha fazladır. Bunun nedeni önderliktir. Çok yanlış taktikler de
vardır. Sonuçta Irak’ta diktatörlük egemen oldu. Kürt hareketi çok zayıfladı,
şimdiye kadar da bu zayıflama devam ediyor. Bu anlamda bütün Kürdistan’a da
zarar verdi. Kürt hareketi üzerinde diktatörlük oluştu. Irak’ta da diktatörlük
oluştu. Bu iki diktatörlük hükmetti ve dış güçlerin yardımıyla sonuçta Kürtler
çok zarar gördü. Son 4-5 yılda Kürdistan’da görülen bu zarar, diyebilirim ki,
iki dünya savaşı arasında görülen zarardan daha fazladır. 1945’ten 1960’a kadar
Kürdistan böyle bir zarar görmemişti. 1960’tan sonra Barzani önderliği her şeyi
daraltıyordu.
Mamosta da bu yıllarda mücadele etti. Neden böyle oldu?
Yanlışlık neydi, doğrusu neydi? Neden hakim olmadı? Kürt burjuva önderliği ve
parti ne durumdaydı? Sonuçta Irak’ta oluşan bu diktatörlük ve Kürt hareketi
neden tasfiye oldu? Kürt önderliğinde bu hastalık neden şimdiye kadar büyüdü?
– Abdülkerim Kasım döneminde Kürt hareketi, Kürt meselesi
yalnız Güney’de değil, diğer Kürdistan parçalarında da dönemin temel
sorunlarından biri oldu. Bölgede ve dünyada temel sorunlardan biri olduğundan
üzerinde durulması gerektiği ortaya çıktı. Hatta dünyada ve bölgede Irak ile
ilişkileri olan devletlerin Irak’taki konsoloslukları, Kürt hareketi ile özgün
ilgileniyorlardı. KDP’yi siyasi bir hareket olmanın yanı sıra, bir milletin
temsilcisi olarak da görüyorlardı. Irak hükümeti ilk defa Irak topraklarının
Araplar ve Kürtlerin olduğuna ilişkin itirafta bulundu. KDP’yi de bir Kürt
siyasi partisi olarak kabul etti. Bunun üzerine Bağdat’ta, KDP’nin yayın organı
olan Xebat isimli gazeteyi Abdülkerim Kasım döneminde çıkarmaya başladık. Bu
organda, İran ve Türkiye’deki Kürtlerle ilgili yazılar açık ve özgür bir
şekilde yazılıyordu.
Kürt hareketlerinin Irak’ta ulaştığı özgürlük düzeyi ve
Abdülkerim Kasım Devrimi bölgede sömürgecilere, İran, Türkiye ve Arap
ülkelerine zarar verdiğinden dolayı, bu ülkelerin bu devrime karşı tavır
almalarına neden oldu. Adı geçen devletler o dönemde Kürtlere, Araplara ve Irak
Cumhuriyeti’ne karşı komplo ve oyunlara girişmeye başladılar. Bu devletler,
içerde Kral Faysal döneminde çıkarları olan bazı Arap ve Kürt aşiretlerine
dayanarak, meliklik rejimini geri getirmek istiyorlardı. Çünkü bu çevrelerin
çıkarları A. Kerim Kasım tarafından yerine getirilmiyordu. Bu muhalefet,
sömürgeci ülkelerin yanı sıra ABD tarafından da destekleniyordu. ABD, Kasım
rejimine karşı Musul’dan başlayıp yavaş yavaş tüm Irak’ı kapsayacak bir darbe
planladı. Böyle bir darbe hareketine başlamadan önce özellikle de Kürtlerle
ilişkiye geçti. Ayrıca KDP ile ilişkiye geçip, “sizin partinizin Kasım’a karşı
girişeceği hareketi maddi, manevi ve silahlı olarak destekleyeceğiz dediler.
Hatta bizden dost ve üyelerimizi Lübnan’a Ketayiplerin –gerici bir Lübnan
Hıristiyan hareketi– yanına gönderip eğiteceklerini, bunları
silahlandıracaklarını bile söylediler. Bunların da Kasım’a karşı harekete
geçmelerini istediler.
Tabii biz bunu kabul etmediğimiz gibi, gidip bu planı A.
Kerim Kasım’a söyledik. Kesinlikle bu plan sadece Kasım’a karşı değil, aynı
zamanda Kürt hareketine de karşıydı. Kürt aşiretleri Kasım’a karşı muhalefetlerine
devam ettiler. Musul’daki Savat isimli darbeye karşı KDP ve Kürt halkı Kasım’ı
destekledi. Durumlar biraz değişince, A. Kerim Kasım Irak’ta siyasi partilerin
kuruluşuna izin verdi. Biz ilk müracaat edenlerdendik. KDP’nin Kürt halkı adına
kurulması için müracaat ettik, ama Irak hükümeti talebimizi reddetti. Parti
merkezinin Kasım’a müracaat etmesini söylemeleri üzerine biz bir heyet
oluşturduk. Bunda Barzani liderliğinde birkaç Politbüro üyeleri ve ben yer
alıyordum.
Irak hükümeti parti programımızda bazı bölümlere itiraz
etmişti. İtirazları şunlardı: Birincisi, programımızda şöyle bir şey geçiyordu:
Nasıl herhangi bir Arap Irak’a geldiğinde vatandaşlık kimliğini alabiliyorsa,
herhangi bir Kürt de Irak’a geldiğinde Irak kimliğini alabilmelidir. İtiraz
edilen ikinci nokta ise, KDP olarak her parçada yaşayan Kürtlerin haklarını
diplomatik yolla korumayı esas alır. Parti olarak diğer bir istemimiz ise,
hükümetin resmi olarak Kürtlere ilişkin otonomiyi kabul etmesiydi. A. Kerim
Kasım bizzat partinin adına itiraz ederek partinin ismindeki Kürdistan
kelimesini Güney yapmamızı istiyordu. Biz de en çok partinin ismini değiştirmek
için bir sebep görmüyorduk. Uzun tartışmadan sonra Kasım, “programınızdaki
amaçlar için mücadele ve uygulama yapmakta serbestsiniz, ama resmiyet ve
anayasa dışında hareket etmeyeceksiniz. Bunlar anayasaya girmesin dedi.
Böylece partimizin yasallaşmasına izin verdiler.
İlk defa sömürgeci metropolde legal bir toplantı yaptık.
Molla Mustafa o zaman Barzan’daydı. Her ne kadar onun gelip bu konferansa
katılmasını istediysek de reddetti. Irak Savunma Bakanlığı konferans’a devam
etmemizi söyledi. Bu haberi bize getiren de bir Kürt bakandı. Biz, Kasım’ın
talimatını yerine getireceğimize, bir heyet oluşturup Barzan’a gönderdik.
Barzani’yi konferansa gelmesi için ikna etmeye çalıştık. Bütün çabaların
sonucunda ancak konferansın son oturumuna katabildik. Bu oturumda, merkez
komite ve politbüro –yenisi– için seçim yapılıyordu. Ondan bir konuşma
istediğimizde, hiç de hoş olmayan bir üslupla, toplantıya karşı da saygısızlık
anlamına gelen bir yaklaşımla ve Molla Mustafa’nın kendisine de yakışmayan bir
tarzda, “ben bu partinin lideri olmaya tenezzül etmiyorum dedi. Kürdistan’daki
parti bürolarından aşiret reislerini çıkarıp hareket etmemizi, onları
incittiğimizi söyledi. Bunların yanı sıra, “bana parti lideri diyorsunuz, ama
bana küfretseydiniz bundan daha iyiydi dedi ve parti anlamsızlaştı. Bu konuşma
üzerine toplantımızı erteledik.
9 Mayıs günü Çekoslovakya’nın kurtuluş günü vesilesiyle Çek
Konsolosluğu’na gittik. A. Kerim Kasım da oradaydı. A. Kerim Kasım yanıma
gelerek açıkça “yaptığınız konferansta senin çizgini tamamen destekliyoruz ve
ne söylediğini biliyoruz dedi ayrıca bana gizli ve açık telefon numarasını
vererek “istediğin saat ve zamanda benimle konuşabilirsin dedi. Kasım’ın bana
yaptığı bu konuşmayı hayretle karşılayarak etrafımdakilere danıştım. Yarın bir
toplantı yapalım dedik. Çünkü Behdinan’dan bazı arkadaşlar o günün akşamı
Behdinan’a gitmek istiyorlardı. Abdülkerim Kasım’dan anladığım kadarıyla diğer
partilere uyguladığı planı bize de uygulamak, onlara verdiği şeyleri bize de
vermek istiyordu.
Abdülkerim Kasım çok bilinçli bir insandı. Özellikle
partileri tasfiye etmede ve karşı karşıya getirmekte ustaydı. Örneğin Komünist
Partisi’ni ikiye böldü ve birisini kendine bağladı. Yani bu konularda çok
ustaydı. Tek kalan parti bizim partiydi. Bu oyunu bize de oynamak, yani bizi
ikiye bölmek istiyordu. Ama partinin birliği konusundaki çalışmamız başarıyla
sonuçlandı. Yalnız başka şeyler sürekli gündemde tutuluyordu. Partinin içinde
demokrasi yoktu, biz de partinin parçalanmaması için bazı şeyleri kabullenmek
zorunda kalıyorduk. Bazılarımız da bu duruma karşı duruyorduk. Bu işin
demokratik olmadığı görüşündeydik.
Molla Mustafa bazı insanları seçip partimizin merkezine
yerleştirmek istiyordu. Yalnız bunlara karşı çıkıldı ve bu insanlar partiden
kovuldu. Çünkü bunlar bu işi omuzlayacak güçte insanlar değildi. Bir taraf
böyleyken, diğer yandan bize ulaşan bazı bilgiler vardı. Bunlar da Molla
Mustafa’nın, Abdülkerim Kasım karşıtı olan aşiretlerle ilişkisi olduğu ve
onları desteklediğiydi. Bu iddiaların doğru olup olmağını öğrenmek için Molla
Mustafa ile görüşmek istedim. Molla Mustafa da “bu durum yararımızadır, bunu
değerlendirmek gerekir diyordu. Kendisine sebep nedir, niçin destekliyorsunuz
diye sordum. Bana, “Abdülkerim Kasım askerlerine güvenmiyor. Askerlere vereceği
silahların kendisine karşı kullanılmasından korkuyor. Böyle bir durumda
Abdülkerim Kasım’ı tehdit ederek ve muhalif Kürt aşiretlerine dayanarak,
Kürtler için Abdülkerim Kasım’dan bazı ödünler koparabiliriz dedi. Ben de
kendisine şunu söyledim: Abdülkerim Kasım’ı ne Irak ordusu ne de Araplar
seviyor. Çünkü Irak’ta cumhurbaşkanı olarak ilk kez ve resmi düzeyde Kürt
halkının varlığını ve haklarını kabul eden kişidir. Abdülkerim Kasım’ın Irak’ı
parçalayacağına inanıyorlar. Arap emirleri ve şeyhleri Kürtlere karşı bu
silahları sonuna kadar kullanmaya hazırdırlar. Yani bir kurşunda hedefi on
ikiden vurmak istiyorlar. Onlar kendilerine ilk düşman olarak Kürtleri görüyor
ve silahlarla Kürtleri yok etmek istiyorlar. Birincisi, Abdülkerim’in Kürtlere
arka çıktığını ikincisi, ilk kez kendi hükümetine Kürtleri alan Abdülkerim
Kasım’ın olduğunu ve Kürtlerin Addülkerim Kasım’ı desteklediğini biliyorlar
dedim.
Molla Mustafa bu görüşlerimi kabul etmedi. Bu görüş de benim
değil partinin görüşüydü. Ondan sonra Molla Mustafa yine Barzan mıntıkasına
döndü ve Kasım karşıtı muhalif Kürt aşiretleriyle ilişkilerini geliştirdi,
mücadele için hazırlıklara başladı. Biz de tekrar Komünist Partisi ve diğer
bazı partiler nezdinde girişimlere başladık. Özellikle Kürtlere tanınan ve
verilmesi kararlaştırılan hakların verilmesi için pratik adımların atılmasını
istiyorduk. Yine Kürt halkına ve onun davasına karşı olanlara karşı girişimde
bulunduk. Biz merkez komitede Abdülkerim Kasım’a karşı savaşılmaması yönünde
bir karar çıkardık. İki kişi dışında herkes bu kararı onayladı. Abdülkerim’e
karşı savaşmak, Kürt halkına tanınan hakların reddedilmesidir dedik. Yine
Abdülkerim Kasım’a karşı savaşmakla uygulanmak istenen demokratik ve özgür
ortamın yaratılmasını da engellemiş oluruz ancak Kasım şartlarımızı yerine
getirmezse o zaman savaşırız dedik. Demokrasinin uygulanmasını isteyeceğiz,
eğer Barzan aşiretine karşı da savaşırsa cevap vereceğiz dedik. Bu kararımızın
onaylanması için bir mektup şeklinde Molla Mustafa’ya gönderdik, kabul etti.
Sadece bir noktayı onaylamadı. O da başka bir aşiretin korunması konusuydu.
1995/Lübnan-Mahsum Korkmaz Akademisi
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.navendalekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net –
www.lekolin.info
0
21
TR
:” ”
:””
” “,” ”
:” ”