05 Ekim 2014 Pazar Saat 05:36
A-Êzîdî Kelimesinin Kökeni ve İlk Tek Tanrılı Din
0
21
TR
Köken olarak Êzîd Zerdüştiliğin kutsal kitabı olan
Avesta’daki Yazata, Yazdan, Yezdan (tanrı, melek, tapınılan şey) kelimesindeki
anlamla aynıdır ve Kürtler günümüzde de bu kelimeyi yaygınca kullanmaktadır.
Êzîdîler, Ezda (Ez-da) yani beni verdi, beni yarattı
anlamında kullanmaktadır. Aynı anlama gelen Xwedêda kelimesini de
kullanmaktadırlar ki, Xwedêda günümüzde yaygınca Êzîdîler arasında erkek ismi
olarak da kullanılmaktadır. Ezda’nın tanrının binbir adından biri olduğu
Êzîdîler tarafından kabul görmektedir.
Zazaca’da Mazda (Maz-da)= bizi veren=Allah verdi
Kurmanci de Xweda (Xwe-da)=Allah verdi
Ezda = Bizi veren= tanrının Êzîdîlikteki diğer adı
Êzîdîlikte binbir ismi olan Allah’ın isimlerinin en
büyüğünün Xweda olduğuna dair bir qewl’de şöyle denmektedir
Êzî bi xwe Padşa ye
Hezar û yek nav li xwe danaye
Navê herî mezin her Xweda ye
Şiirin Türkçesi şöyledir
(Êzî kendisi padişahtır
Binbir isim vermiş kendisine
İsmin en büyüğü Allah’tır elbette)
Êzî, Ezda, Êzd, Xweda, Yezdan, Padşa, Meda Allah’ın binbir
isminden birkaçıdır. Bu anlamda şunu söylemek mümkündür Êzîdîliğin kökeni çok
eskilere dayanmaktadır. Tüm tanrılar toplamıdır diyebiliriz. Çok tanrılı dinden
tek tanrılı dine geçişin nüvelerini içinde taşımaktadır. Hurri ve Hitit
kültüründeki binbir tanrı olgusu Êzîdîlikte giderek tek tanrıya dönüşmekte ama
bu tek tanrı her şeyi yaratan olduğu ve bir şirikinin yani ortağının olmadığı
için de diğer tüm isimleri kendisinde somutlaştırmaktadır. Çok tanrılı
dönemleri yaşayan doğal toplumdaki mitoslar, değişime uğrayarak ve
güncellenerek günümüze kadar da süregelmiştir.
Bu mitosları değişik biçimlerde Êzîdilikte ve Alevilikte
görmek mümkündür. Alevilik ve Êzîdîlikte bazı benzer mitosların ve figürlerin
ortak kullanılmasının temelinde etnik kökenlerinin aynı olması ve İslamiyet’in
zorla kabul ettirilmesi nedeniyle eski inanışlarını gizli bir biçimde
yaşatılması yatmaktadır. Örneğin Alevilerin evlerinin ve cem evlerinin
başköşelerindeki Hz. Ali posterlerinin başının arkasında bulunan güneş sembolü,
hayat ağacı (Êzîdîlikte Dara Herherê), ağaca konmuş Anka kuşu (Êzîdîlikte
Tawusî Melek), yine Hz. Ali’nin Aslan donunda görünmesi ve Allah’ın aslanı
olarak anılması (Êzîdîlikte Şêxadi döneminde keramet sahibi olanların at yerine
aslana binmeleri ve kırbaç yerine yılan kullanmaları mitosu), benzerlik
arzetmektedir. Alevilikte fazla olmamakla birlikte, Êzîdîlikte mitolojik
anlatımlar günümüzde de oldukça yaygındır ve toplumda etkilidir. Bu anlamda
Êzîdîlik, çok tanrılı dinlerden tek tanrılı dinlere geçiş aşamasını yaşayan bir
dönemin Mezopotamya’sındaki Kürtlerin dinidir diyebiliriz. 4200 yıl öncesine
dayandırılan Êzîdîliğin,İbrahim’i dinlerden de önce Mezopotamya’nın ilk tek tanrılı
dinidir iddiasında bulunmak doğru bir tespit olacaktır. Êzîdîlik tek tanrılı
bir din olmanın yanısıra 7 adet de yardımcı mahiyette melek bulunmaktadır ki,
Tawusi Melek (Azazil) bu meleklerin başıdır. Êzîdîliğin tek tanrılı bir din
olduğu aşağıdaki dörtlükte daha iyi anlaşılmaktadır.
Xweda dizane li bahra çend keşkûl av e
Ev dinya li ba wî seat û gawe
Xwedê yek e
Bê şîrike û bê heval e
Her ewe her ewe
Şiirin Türkçesi şöyledir:
Allah denizde ne kadar su olduğunu bilir
Bu dünya O’nun yanında bir saat ve bir adımdır
Tanrı birdir
Ortaksız ve arkadaşsızdır
Hep O’dur, hep O’dur
Yukarıdaki son dörtlükte de anlaşıldığı gibi Êzîdîlik tek
tanrılı bir dindir ve tanrının bir eşi ve ortağı yoktur. Bu tanrı her şeyi
bilir ve her şeye kadirdir. Ama diğer tek tanrılı dinlerden farkı Êzîdîlikte
dünyanın ve canlıların yaradılışında 7 meleğin de önemli görevler üslenmesidir
B-Êzîdîliğin Kısa Tarihçesi
Dinlerinin çok eski olduğunu, kuruluşu üzerine tarihi
bilgilerin zaman içinde unutulduğunu, yazılı kaynaklarının çalındığını ya da
kaybolduğunu söyleyen Êzîdîlerin tarihi üzerine objektif yorum yapmak ve
tarihini yazmak oldukça zor ve hassas bir konuyu oluşturmaktadır.
Bazı kesimlerce köksüz kılınmaya, Kürt olmadıklarına ikna
edilmeye, Araplaştırılmaya çalışılan Êzîdîlerin dinsel ve ulusal kimlikleri
nedir? Êzîdîlik nasıl bir inançtır, neye inanırlar, kutsal yerleri nerelerdedir
ve nasıl ibadet ederler? Doğuşu, gelişimi, gelenek ve görenekleri nedir? Nasıl
bir sosyal örgütlenmeye sahiptirler? Tarihte neden katliam politikalarıyla
karşı karşıya kalmışlardır. Nerelere sürgün edilmiş ve nereleri yurt
tutmuşlardır? Gelenek ve görenekleri nelerdir? Êzîdîler üzerinde uygulanan
politikalar ve günümüzdeki durumları nedir? Bu sorulara objektif yanıtlar
aramak oldukça zor olsa da doğruya en yakın cevaplar bulabilmek hem bu konuda
geniş bir araştırmayı gerektirmekte ve hem de Êzîdîlerin yaşam biçimini sosyal
örgütlenmelerini anlamak için bir süre Êzîdîlerin içinde yaşamak bir gereklilik
olmaktadır. Bu anlamda da bu sorulara cevap ararken yaklaşık iki yıl Êzîdî
yaşamını Êzîdîlerle birlikte günün 24 saatinde yaşayarak, Êzîdî hareketi içinde
yeralarak bulmaya çalıştım. Êzîdîlerin içinde kalmak da bazı sorulara net cevap
bulmak için bazen yeterli olmamaktadır. Çünkü Êzîdîler bazı konuları sır gibi
tutmakta ve yabancıların, yani Êzîdî olmayanların yanında bu konular
konuşulmamakta, sorulduğunda ise bilmediklerini söylemektedirler.
Êzîdîliğin diğer dinler gibi kökeni ve tarihi üzerinde net
ve somut bir bilgiye sahip değiliz. Êzîdîliği bazı araştırmacılar Şêxadi ile
başlatmaktadır ama bu yanlış bir tespittir çünkü Êzîdîliğin kökeni binlerce
yıl öncesine gitmektedir. Şêxadi İslamiyet karşısında Êzîdîlik’te bazı
reformlara gitmiştir ama Êzîdîliğin kökenini teşkil etmemektedir, Êzîdîlik çok
daha eskilere gitmektedir. Elbette bu reformlar öyle Êzîdîler tarafından hemen
kabul görmemiş, bazı düşünce ayrılıklarından dolayı çatışmaları ve karşı
duruşları da beraberinde getirmiştir. Düşünce ayrılıkları ve karşı duruşlar en
çok da Şemsani Pirleri tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu anlamda Şêxadi’nin
yeğeni Şêx Hesen bazı köklü reformlar yapmak istemişse de büyük bir direnişle
karşılaşmıştır ve Addanilerle Şemsani pirleri arasında özellikle Şêxan’a yakın
bulunan dağlarda ve vadilerde -ki bu vadilerin en ünlüsü Geliye
Kıyametê’dir-büyük çatışmalar yaşanmış, binlerce Êzîdî bu çatışmalarda
ölmüştür. Êzîdîliğin kökeni bu anlamda çok daha eskilere Zerdüştlüğe kadar
uzanmaktadır.
Êzîdîlik kadim bir Mezopotamya dinidir. Mitraizm, Mazdaizm
ve Zerdüştlüğü de kendi içinde barındıran, sentezleyen ve tek tanrılı İbrahim’i
dinlerden de etkilenen bir dindir diyebiliriz. Êzîdîlik, Yahudilik gibi sadece
bir ulusa mal olan dindir. Yani Êzîdîlik, Kürtlerin kadim dinidir ve Kürtler
dışında başka bir halkın dini olmamıştır.
Êzîdîlik Zerdüştlükte varolan düalizmi tektanrıcılıkta
sentezlemiştir. Tek tanrılı bir dindir Êzîdîlik. Tanrı 7 melek yaratmıştır ve
Tawisi Meleğin baş melek olduğu bu 7 melek, dünyayı yaratma işini üstlenmiştir.
İslamiyet’in yayılmasıyla beraber Êzîdîler büyük katliam,
baskı ve yok oluşla karşı karşıya kalmışlardır. Sürekli baskı, talan, yağma ve
katliam karşısında kendilerini korumak için dağlara sığınma, yurtlarından göç
etme yaşanmıştır. Baskıların yoğun yaşandığı 12. yy da, Şêxadi direnişçi düşünceleriyle
Şêxan dağlarının içinde bulunan Laliş’e giderek ve orayı yurt edinerek bazı
reformlar gerçekleştirmiştir. Daha önceleri şêx makamı Êzîdîlikte yoktur ama
Şêxadi ile birlikte şêxlik de bir kast olarak Êzîdîlik içinde benimsenir.
Êzîdîliğin çok eskilere gittiği şu qawl’den de
anlaşılmaktadır
Berî Hewa û Adem’ê
Berîya Lah û Qelem ê
Bi navê Tawısî Melek digirtin semah ê
Bu şiirden de anlaşılacağı üzere Êzîdîliğin kökenleri
Adem-Havva öncesine gitmektedir. Diğer bir nokta ise diğer tüm dinlerde farklı
varyasyonlarda da olsa ortak kabul gören mitolojik Adem ile Havva’dan yaratılış
efsanesinin Êzîdîlerce tümden kabul görmemesidir. Êzîdîlerin bir kesimi kendi
kavminin Adem’den geldiğini kabul etmekte ama Havva’yı reddetmektedirler.
Êzîdîlik başlangıçtan günümüze kadar birçok değişime
uğramıştır. Êzîdîlikte tenasühe yani ruh göçüne (reenkarnasyon) inanıldığı
için, Êzîdîlik inancına göre zor
günlerde değerli ve ulu bir insan, Tawisî Melek’in kerametiyle Êzîdîlerin
imdadına yetişecek, böylece Êzîdîliği yok olmaktan ve kaybolmaktan kurtaracak
ve koruyacaktır. Şêxadi ve ardıllarını da böyle anlamak, yani ruh göçü ve
yeniden vücut bulma şeklinde anlamak en doğrusu olacaktır.
Mezopotamya kültür mozaiğinin en renkli temel taşlarından
birini oluşturan ve varoluşundan beri kendi özünü korumayı başaran Êzîdîlerin
dinsel kimliklerinin yanı sıra, ulusal kimlikleri üzerinde de sistemli bir
dejenere etme ve çarpıtma politikaları yürütülmüştür ve hala da
yürütülmektedir. Êzîdîlik zaman zaman Êzîdîler dışındakiler tarafından
Yêzîdîlik olarak telaffuz edilmekte ve bazı kesimlerce de Êzîdîlik, Halife
Yezid’le ilişkilendirilmeye çalışılmaktadır. Böylece Êzîdîlerin tarih bilinci
çarpıtılıp Arap siyasal kültürüyle karıştırılmak istenmektedir. Kamuoyunda
“Güneşe ve Ateşe tapanlar olarak tanınan Êzîdîler hakkında doğru bilgiye
ulaşmak oldukça zor olmaktadır. Var olan bilgilerin çoğu yanlış, asılsız,
eklektik ve çarpıtılmış bilgilerdir. Êzîdîler güneşe, ateşe ya da çok yaygınca
çarpıtılan ş…a tapanlar değildirler. Êzîdîler tek tanrılı İbrahim’i dinlerden
de önce tek tanrıya inananlardır. Nasıl ki Müslümanların kıblesi Kâbe ise,
Êzîdîlerin kıblesi de güneştir. Güneşe dönerek dua etmelerinin temelinde bu
vardır. Êzîdîler üzerine çıkarılan birçok kitap ve yazılar, makaleler genelde
yabancı kaynaklıdır ve o yazarlar bulundukları devletin politik çıkarlarını
gözeterek yazmaktadırlar. Pozitivist bilimin yöntemiyle araştırma yapanların
çok ince bir tarzda ve ısrarla Êzîdîleri Kürt kimliğinden ayrı ele aldıklarına
tanık olmaktayız. Aynen Türk tarihçilerinin geliştirdikleri Güneş-Dil Teorisine
göre, Kürtlerin aslında “Dağlı Türkler oldukları biçimindeki teoriler gibi.
Egemen sistemin parçalayan ve içini boşaltan, köksüzleştiren
ve kendine yabancılaştıran politikaları, Kürdistan Alevileri üzerinde de uzun
yıllar uygulanmıştır ve hala da uygulanmaya devam edilmektedir. Kürdistan
Aleviliği ısrarla Kürt kimliğinden ayrı ele alınarak Türklüğe bağlanmaya,
Türklerin bir boyu olduğu yayılmaya, yoğun bir “uydurma ulus yaratma
propagandasıyla kamuoyuna lanse edilmeye çalışılmaktadır. Günümüzde bu teori
büyük oranda boşa çıkartılarak çürütülmüştür, ama azımsanmayacak nicelikte
Alevi Kürt üzerinde de olumsuz etki bırakmıştır. Günümüzde aynı durum Êzîdîlik
için de söz konusu olmaktadır. Bazı Êzîdî işbirlikçilerin de aralarında
bulunduğu bir kesim, Arap partileriyle birlikte Êzîdîlerin Kürt olmadığı,
Êzîdîlerin dinlerinin de kavimlerinin de Êzîdî olduğu yönünde propaganda
yapmaktadır. Bununla Şengal ve Şêxan bölgelerinde ağırlıklı olarak yaşayan
Êzîdîlerin nüfus sayımı esnasında Kürt olmadıklarını belgelemek ve bu belgeye
dayanarak Şengal’i Kürdistan coğrafyasından kopararak Irak Merkezine bağlamak
amaçlanmaktadır. Bu temelde de günümüzde (Eylül 2010) bu amaçla yoğun bir
çarpıtma propagandası yapılmaktadır.
Coğrafik olarak dört parçaya bölünen Kürdistan, kendi içinde
de dinsel, dilsel, kültürel parçalanmayı yaşamaktadır. Bir kültürel ve siyasal
zenginlik olan dinsel, dilsel, mezhepsel farklılıklar egemen devlet
yöneticilerince karşıtlıklara dönüştürülerek böl-parçala-yönet ve asimile et
politikasına uyarlanmakta ve Kürdistan coğrafyasını parçaladıkları gibi
Kürdistan halkını ve dimağını da parçalamayı hedeflemektedirler.
Êzîdîlerin Kürt olmadıkları yönündeki propagandalar başta
Kafkasya Êzîdîleri olmak üzere, Şengal yöresindeki Êzîdîler üzerinde de etki
yapmıştır. Bunda, tarihte Êzîdîler üzerinde birçok katliam gerçekleştiren Arap
ve Osmanlı devletlerinin yanında yer alan bazı Kürt işbirlikçi aile ya da
aşiretlerinin de önemli rolü olmuştur. Oysa Êzîdîler Kürt kültürünü ve
geleneğini bin yıllardır yaşatarak günümüze kadar getirmişlerdir. Kürtçenin
Kurmanci lehçesiyle konuşan Êzîdîler, Kürt gelenek ve göreneklerini yaşayan,
dinsel ibadetleri ve duaları Kürtçe olan, hatta kutsal kitapları Mıshefa Reş
ile Celwa da (şifreli yazılmasına rağmen) ağırlıklı olarak Kürtçe yazılmış olan
bir halktır, Kürt halkıdır. Hatta bazı kesimler, “Êzîdîlerin Tanrıları dahi
Kürtçe konuşuyor demektedirler. Oysa asıl aşınma ve yabancılaşma İslamlaşan
Kürtlerde yaşanmıştır. Bu anlamda da Êzîdîlerin Kürt kültürünü en güçlü taşıyan
dinsel ve kültürel olarak en köklü kesim olduğunu belirtmek sanırım abartılı
olmayacaktır. Kürtlerin ulusal kimliğinin oluşumunda bir etken olan inanç ve
felsefeyi Êzîdîler hala yaşatmaktadırlar. Kürt giyiminden tutalım, sözlü
edebiyata, mitolojik anlatımlara kadar hala en çok yaşatanlardır.
Êzîdîlik, İslamiyet öncesi Kürt dininin, İslamiyet
karşısında yok olmamak için kendisini değişime uğratarak günümüze gelme
noktasıdır. Arap orduları, İslamiyet’i kılıç zoruyla yaymak için çevredeki
ülkelerle birlikte Kürdistan’a da akınlar düzenlemişler ve bu dönemde büyük
çoğunluğu Êzîdî, Zerdüşti ve Mitraist olan Kürtler, uzun bir süre İslamiyet’e
karşı büyük bir direniş sergilemişlerdir. İslamiyet’i ve Araplaşmayı reddeden
Kürtler, büyük bir katliamla karşı karşıya kalmışlardır. İslamiyet’i kabul
etmeyen Kürtlerin Arap ordularınca Harran’dan Siirt’e kadar yol boyunca
asıldıkları bilinmektedir. Kürtleri Zerdüştlükten vazgeçirmek ve İslamiyet’i
kabul ettirmek için kutsal yerler yakılmış, insanlar topluca öldürülmüş,
kadınlar cariye olarak götürülmüştür. Katliam, diaspora, zoraki
Müslümanlaştırma politikaları nedeniyle günümüzde tüm dünyada ancak 1,5 milyon
Êzîdî kaldığı tahmin edilmektedir. Bu Êzîdîlerin büyük bir bölümü ise kendi
yurtlarından sürgün edilmiş, göçertilmiş, dağıtılmışlardır. Günümüzde Êzîdîler
Güney Kürdistan’da, Batı Kürdistan’da, Kuzey Kürdistan’da, Ermenistan’da,
Gürcistan’da, Ukrayna ve Rusya’da yaşamaktadırlar. Büyük bir bölümü ise
Avrupa’da özellikle de Almanya’da yaşamaktadır.
Kürtlerin büyük bir bölümü bu şartlar altında Müslümanlığı
kabul etmişlerdir. Etkinliği giderek zayıflayan Mitraizm, Zerdüştlük ve
Êzîdîliğin bu vahşet ve katliam karşısında yeni formlarda kendilerini ifade
etmesi kaçınılmaz olmuştur. Daha sonra Zerdüşti ve Êzîdî Kürtlerle, İslamiyet’i
kabul eden Kürtler arasında uzun çatışmalar yaşanacak ve günümüze kadar
gelecektir. Bu şartlar altında Êzîdîlik yeniden şekillenmeye başlayacaktır. Tam
da bu çatışmalı dönemde dünyaya gelen Şêxadi, Êzîdîliğe belli kurallar
getirerek reforma tabi tutacaktır. Ama bu reformlar Êzîdîlerin katliamdan
kurtulmasına yetmeyecektir. Her şeye rağmen Êzîdîler 72 katliamdan çıkarak
günümüze kadar gelmeyi başaracaklardır.
Çok tanrılı dinlerden tek tanrılı dinlere geçiş döneminde
ortaya çıktığı kuvvetle muhtemel olan Êzîdîliği, Zerdüştlüğe dayandıran
görüşler de ileri sürülmektedir. Danimarkalı araştırmacı yazar Arthur Christiansen,
İÖ 2334 yıllarında yapılan Ezida ve Esagila tapınaklarındaki ayinlerin, bugünkü
Êzîdîlerin ayin ve törenlerinin benzeri olduğunu ileri sürmektedir. Bu tarih
ise 2. Zerdüşt diye bilinen Huşeng dönemine denk gelmektedir ki Êzîdîliğin, 2.
Zerdüşt olan Huşeng döneminde tek tanrılı bir din olarak kendisini
şekillendirdiğini söyleyebiliriz. Êzîdîliğin en az 4200 yıllık bir geçmişi
olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Çünkü Êzîdîlerin en büyük bayramlarından
biri olan Cejna Êzi’nin en az 4200 yıldır kutlandığını Êzîdî din alimi olan
Peşmam Xelef Çêlki de söylemektedir.
Zerdüştlüğün egemen devlet politikasının hizmetine girerek
deforme olmasından sonra Êzîdîlik, 2. Zerdüşt döneminde tek tanrılı din olarak
ortaya çıkmış ve Kürtlerin büyük çoğunluğu bu dini benimsemiştir. Hatta
Êzîdîlerin bir qawlinde Êzîdîliğin Asur imparatoru Nabukadnazar’dan tutalım da
Konstantinopolis’e kadar kabul gördüğü anlatılmaktadır ki, burada Ezidiliğin
Mitraizmle (güneşe tapanlar) karıştırıldığı söylenebilir.
Guti’lerin ardılları olan ve Sümer uygarlığında memur ve
zanaatkârlardan oluşan bir orta sınıfı oluşturan Kassitler’ de yönlerini güneşe
dönerek dua ettikleri bilinmektedir. Yine güneşi yeryüzündeki tanrıların
tanrısı olarak kabul ettikleri aşağıdaki şiirsel anlatımda görülmektedir
“Ey yeryüzünü aydınlatan ey göklerin yargıcı
Karanlıkları nura boğmaktasın yukarıdan buralara
Senin parlayan ışıkların bir ağ gibi dünyaya yayılıyor
Sen en uzak dağların karanlıklarını aydınlatmaktasın
Senin ortaya çıkışın tüm tanrıları mutlu eder, sevindirir
Senin ışık huzmelerin aralıksız sırda kalanı açığa vurur
Senin yarattığın aydınlıkta, insanların izleri görünür hale
gelir
Senin ihtişamın her yerde karanlıkları yakalar
Ve onları darmadağın eder
Aynı bir yangın gibi alevlerin dört yöne yayılır
Sen kapıları ardına kadar açarsın
Ve tanrılara sunulan her şeyi görürsün
Ey Şamaş!
Sen göründüğünde halklar sana secde ederler
Bütün ülkeler diz çökerler önünde
Senin ışıkların göklerdeki boğazları, geçitleri aydınlatır
Günün sakallarını tutuşturur, tohumları yeşertir
Ülkeye can gelir, senin ünün en uzaktaki dağları sarıp
sarmalar
Senin ışığın dünyanın tüm alanlarını doldurur
Sen dağların üzerine eğilirsin, oradan topraklara bakarsın
Sen göklerin ortasındaki dünyayı dengede tutarsın
Sen dünyadaki tüm halklara ilgi gösterirsin
Aynı titizliği yaratıcı Ea’ya da gösterirsin
Sen yaratıkları otlatırsın
Nefes alıp veren tüm canlıları aç bırakmazsın
Sen onların efendisisin yukarıdan aşağıya doğru
Sen tam zamanında gökleri ve toprakları gelip geçersin
Sen bu sonsuzluk içinde dolaşıp durursun
Oluşum itibariyle çok eskilere giden Êzîdîlik zamanla
Zerdüştlüğe, Mazdaizme, Mitraizme, Yahudiliğe, Hristiyanlığa, İslamiyet’e ait
bazı kültürleri bünyesine uyarlamıştır ve bu inançların farklı boyutlarda
etkilerini görmek mümkündür. Bu gerçekliği görmeden Êzîdîliği bir boyutu ile
ele alıp herhangi bir inanca bağlamak, gerçekçi olmayacağı gibi bu inanç
sisteminin bütünlüğünü reddetmek ve onun esas köklerini araştırmamak bizi
birçok batılı misyonerin yaptığıçarpıtma ve dejenere etme yanlışına
götürebilir.
Bu konuda Marr şunları söylemektedir “Êzîdîlik, Kürdün
İslamiyet’ten önceki gerçek dinidir ve bu halk Müslümanlıkla tanıştıktan sonra
çok şeyini yitirmiştir .
Burada şunu vurgulamak isterim ki, Êzîdîlik İbrahim’i
dinlere ilham oluşturan Kürtlerin en eski tek tanrılı dinidir.
Êzîdîlik ve Şêxadi
Zerdüştlük, Mithraizm, Zorasthriansizm, Musevilik,
Müslümanlık (özellikle Alevilik) ve Nasturilikten izler taşıyan sentezci bir
inanç sistemi olan Êzîdîliğin ortaya çıkışı ile ilgili çeşitli söylenceler
vardır. Êzîdîler, Adem ve Havva’nın ilk çocuğu olan Şahid bin Car’ın bir huri
ile birlikteliğinden dünyaya geldiklerine, bir insan ve huriden geldikleri için
de “asil olduklarına inanırlar. Bu birleşmeyi sağlayan da Baş Melek Tavus’tur.
Bu mitolojiye bakılırsa, Êzîdîlik dünyanın en eski dinidir. Dinin bugünkü
şeklini almasında, 11. yüzyılda yaşamış olan Baalbekli Şêx Adi bin Musafir’in
çok önemli rolü vardır.
1075 yılında Lübnan’da Bêtil Far (bugün Hirbet Kanafar)
köyünde, dünyaya gelen Şêxadi bin Musafir, gençliğinde Sufi mistisizminin
önemli ismi İmam Gazali’den ders almıştır. Kadiri tarikatının kurucusu olan
Kürt asıllı Abdülkadir Geylani ile tanışmış, ardından yeğeni Şexhesen ile
birlikte Bağdat’tan Hakkârili Kürt boylarının kontrolünde olan Musul
civarındaki Laleş Vadisi’ne yerleşmiştir. Bazı kaynaklara göre Şêxadi’nin
ataları Hakkâri bölgesindeki İslami katliamlar karşısından kaçarak Lübnan’a
gitmişlerdir. Şêxadi daha sonra yeniden atalarının diyarına gelerek mitraizm ve
Zerdüştlüğün bir sentezini yaparak Êzîdîleri kendi etrafında toplamayı
başarmıştır.
Şam’da İslam bilginlerinden din, felsefe, tarih, coğrafya ve
astronomi alanında ders alan ve önemli çalışmalarda bulunan Şêxadi, Laleş
bölgesine gelerek Zerdüştlüğü önemli oranda özüne bağlı kalarak yeniledi ve
Êzîdîlik ismiyle yeni bir direnme ideolojisi biçiminde sistemleştirdi.
Kürdistan’da Hakkâri ile Sincar (Şengal) Dağları arasındaki coğrafyada Kürtleri
Êzîdîlik inancının etrafında toparlayarak milli bir direniş hareketi geliştirmeye
çalıştı.
Uzun bir süre Hakkâri ve Sincar arasındaki dağlık alanlarda
yaşayan ve Kürt toplulukları arasında Êzîdîliği yaymaya çalışan Şêxadi ve
arkadaşları işgallere karşı yürüttüğü mücadelesiyle, kahramanlık ve
direnişçiliğiyle ün yaptı. Şêxadi’nin bu ünü bölge düzeyinde muhalif birçok
insanın ona sığınmasına, onu bir kurtarıcı olarak görmesine neden oldu.
Kendisine sığınan insanlara gösterdiği hoşgörüden dolayı, bu insanlar
tarafından Şêxadi “Zamanın mücahidi gibi sıfatlarla adlandırıldı ve 1162’de Laleş’te
vefat etti. Arap ve Selçuklu devletlerinin Kürdistan üzerindeki
hâkimiyetlerinin en zayıf olduğu bu dönemde Şêxadi önderliğinde gittikçe
güçlenen Êzîdîlik, özellikle İslamiyet’i kabul etmeyen Kürtler arasında önemli
bir etkiye sahipti.
Günün koşullarına göre Êzîdîlik inancını reforme ederek
yeniden sistemleştirip, bir direniş ideolojisi haline getiren Şêxadi,
gençliğinde çok yoğun olan Arap baskılarından kurtuluş için sürekli bir arayış
içinde olmuştur. Şêxadi el Hakkâri günümüzdeki Kadiri tarikatının kurucusu
olarak bilinen Şex Abulkadir Geylani, ünlü Kürt sofisti Sühreverdi, özünde
Zerdüşti olan Kürdistan’daki Aleviliğin kurcusu Ebul Vefa gibi dönemin önemli
Kürt bilginleriyle tanışıp dostluk geliştirmiş ve düşünce alışverişinde
bulunmuştur.
Şêxadi’nin Laleş’e yerleşmesi ve çevrede kabul görmesi
Şêxadi’de mevcut olan keramete, yani insanüstü yeteneklere bağlanmaktadır.
Örneğin, Şêxadi’nin Laleş’e geldiğini duyan çevredeki tüm keramet sahibi
şexler, Şêxadi’yle keramet savaşına girişmek için Şêxadi’yi görmeye giderler.
Bunlar içinde Seyid Ahmed i Kibir ve 40 başka seyid de bulunmaktadır. Şêxadi
keramet savaşında bunların hepsini altedince, bunlar da Şêxadi’yi Şex olarak
kabul ederler.
Qewlê Şêxadî û Mêra’da Şêxadî’nin kerametlerine ilişkin
ayrıntılar yer almaktadır. Bilindiği gibi Mezopotamya inanışlarında keramet
sahibi sıra dışı kişiler, her zaman benzer söylencelerle karşımıza çıkmaktadır.
Örneğin, Musa’nın Nil nehrinde bir sepet içinde bulunması, İbrahim peygamberin
Nemrut’un rüyası doğrultusunda Nemrut’un sonunu hazırlaması ve ateşte
yanmaması, Alevi pirlerinde ateş içinde yanmaması, içtikleri zehrin vücudundan
süzülerek ayak parmaklarından çıkması (Ağuçan ya da Ağu içen), aynı anda birden
fazla yerde görünmesi, Ehl-i Hak inanışında Sultan Sohab’ın bir aslana binerek
elinde bir karayılanı kırbaç olarak kullanması ya da duvarı yürütmesi vb gibi.
Qewlê Şêxadî û Mêra’da da Şêxadî’nin yöredeki Arap
Şêxleriyle veya seyidleriyle keramet savaşımını anlatmaktadır. Bu Şêxlerin
hepsi seyid ünvanına sahip olduklarından bu qewle “Qewlê Seyid û Cenga Şêxadî
de denilmektedir.
Bu Qewlin kısa öyküsü aşağıdaki gibidir
Bir gün 40 Arap seyidi, Şêxadî’nin kerametlerini sınamak
için Laleş’e gitmek isterler. Seyid Ahmedê Kibir, eğer 40 kişi Laleş’e giderse
hepsi konuşmak isteyecek ve birbirini dinlemeyecek düşüncesiyle şu öneriyi
yapar
“Eğer 40 kişi bir kişiyle savaşmaya giderse bu uygun düşmez.
En iyisi mi biz iki gruba ayrılalım, bir gurup bu tarafta diğer gurup da karşı
tarafta dursun. Üzerimizde bir parça bulut dolaşıyor, eğer bu bulut gelip hangi
grubun başında durursa o grup Şexadînin cengine gitsin
Bu öneri kabul edilir, bulut Seyid Ahmedê Kibir’in olduğu
grubun üzerinde gelip durur ve doğal olarak Seyid Ahmed Kibir’in içinde
bulunduğu grup Laleş’e cenge gitmek için yola çıkar ama Laleş’e ulaşıncaya
kadar sadece 5 kişi kalırlar. Yolda Seyid Ahmedê Kibir arkadaşlarına şu öneriyi
yapar
“Ben tespihimi Zimzim suyunun içine bırakacağım ve Laleş’e
gittiğimizde Şêxadi’den tespihimi getirmesini isteyeceğim. Eğer getirirse
keramet sahibi olduğu belli olur, ama getirmezse keramet sahibi olmadığı,
sıradan bir Şêx olduğu ortaya çıkar.
Arap seyidlerinin, Aynsifni’yi (Şêxan) geçip Laleş vadisine
yaklaşmalarıŞêxadî’ye “ayan olur ve Şêxadî yanındaki yoldaşı Mame reşan’ı çağırarak
şöyle der
“Git Laleş vadisinin girişine üç taş koy, bu üç taştan ikisi
öküz olsun diğeri ise karasaban olsun, onlar tarlayı sürsün sen de tarlada
uyu.
İslamiyet’in Kürdistan ve Anadolu’ya yayılmasından sonra da
böylesine benzer taş mitosları inançlarda varlığını korumaya devam etmiştir.
Keramet sahibi dervişlerin taş duvarları yürütmek, taşa binerek bir at gibi
yürütmek, kayalarda yürürken kendi atlarının ya da kendi ayaklarının izlerini
bırakmak, ya da insanları veya hayvanları taşlaştırmak gibi mitoslar günümüzde
de varlığını korumaktadır.
Biz öykümüze geri dönelim Mamreşan Laleş vadisinin girişine
gider ve söyleneni yapar. Seyid Ahmedê Kibir ve arkadaşları Mamreşan’ın olduğu
yere geldiklerinde bir çift taşın insansız çift sürdüğünü görünce şaşırırlar ve
Şexadî’nin kerametine kuvvetlerinin yetmeyeceğine dair biraz da
tedirginleşirler. Tarlada yatan Mamreşan’ın Şêxadî olduğunu zannederler, yanına
yaklaşarak selam verirler ve
“Bu tarla kimindir? diye sorarlar. Mamreşan ise şu cevabı
verir
“Bu tarla Şêxadi’nin tarlasıdır
“Şêxadî’nin tarlası hep taştır, neden bu taşları
temizlemiyor sorusuna Mamreşan şöyle cevap verir
“Herhalde kuvveti yetmiyor. Eğer sizin kuvvetiniz yetiyorsa
siz temizleyin sizin çift süreniniz olayım
“Sen kimsin? diye sorarlar Mamreşan’a.
“Ben Mamreşan, Şêxadî’nin çiftçisiyim deyince,
“Bizi Şêxadi’ye götür derler.
Bunun üzerine Mamreşan çift sürmeyi bırakarak bir taşa biner
ve bir karayılanı eline alarak Şêxlerin önüne düşer. Şêxler bu durumu görünce
“Eğer Şêxin müridi böyle kerametliyse Şêxadi’nin kerameti
acaba nasıldır? diyerek birbirlerine bakarlar ve Laleş’e Şexadî’nin yanına
giderler.
Birlikte Laleş’e gelirler, bu kez de abdest almak için
Şêxadî’den su isterler ama Şêxadî, kendisinin abdestegerek duymadığını ama eğer
kendileri suya ihtiyaç duyuyorlarsa kendilerine bir su bulmalarını söyler.
Aslında Şêxlerin amacı abdest almak değildir, susuz mağarada Şêxadî’nin suyu
nasıl bulabileceğini sınamak ve kerametini görmek isterler. Şêxadî de bunun farkındadır.
Tanrıya yalvararak bazı dualar eder ve zimzim suyunun akıp gelmesini ister. Bir
süre sonra mağaranın içinde bir yarıktan zimzim suyu oluk oluk akmaya başlar.
Zemzem suyuyla gelen tespihi alarak Seyid Kibire uzatır. Su yavaş yavaş içeriye
dolmaya başlar ve içeride bulunan Şêxler telaşlanırlar. Bunu gören Şêxadî
zimzim suyuna dışarıya akması için emreder ve su mağaranın içinden bir oyuktan
tekrar dışarıya akmaya başlar. Böylece Şexadî’nin kerametlerini gören yöredeki
Şêxlerin birçoğu Şêxadî’yi kendi Şêxleri olarak kabul ederler.
Şêxadi Laliş’e yerleştikten sonra dönemin şartlarına göre
Êzîdîlikte bazı reformlar yapmıştır. Şêxadi düşüncede bazı reformlar yapmasının
yanı sıra, Êzîdîlerin yaşadığı bölgelerde Êzîdîleri korumak ve birliğini
sağlamak için de güçlü bir örgütlenmeye gitmiştir. Bu amaçla Şêşemsi Tebriz’i
(Melek Şemseddin) Tiflis bölgesine,
Şêxûbekir’i Amed’e, Şêxmend’i Halep’e, Şêxisin’i (Şex Hesen) Musul’a, Şêxalê
Şemsa’yı Suruç ovasına, Melik Fexredin’i Welatê Xalta Xerza ve Botan’a, Amadin’i
ise Amadiye’ye, Pir Lavıjı da komutan olarak Serhat’a göndermiştir. Şêxadi’nin
kendisi ise Laliş yöresinde kalarak kolektif bir biçimde çalışmalarını
yürütmüştür. Bu görevlendirilenlerin herbiri düşünce savaşçısı olmasının
yanısıra, aynı zamanda birer komutandır da.
Êzîdîler tanrı/insan motifine inançlarında yer verdikleri
için Şêxadi’ye doğaüstü ve sıradışı vasıflar atfetmektedirler. Êzîdî
mitolojisine göre Şêxadi, yaşlı bir ihtiyar ebeveynden doğmuş ve 15 yaşında
iken evini terk ederek ayışığına binmiş, çölü baştanbaşa dolaşarak ilahi bir
çağrı almıştır. Durup da dua ettiği yerde 2,5 metre uzunluğunda bufalo başlı
bir takım yaratık görmüş mezarın yanında. Mezarla birlikte başı bulutlara
değinceye kadar yükselmiş, gökyüzünde Tawus kuyruklu çok yakışıklı bir genç
kendisine yaklaşıp, “korkma, minare yıkılıp dünyayı harap etse bile sana bir
zarar gelmez. Ben Tawisi Melek olarak seni dünya aleme doğru dini yaymak için
seçtim der.
Êzîdîler arasında Şêxadi’nin ölmediği, bedeninin Laliş’te
gömülü olduğu ama ruhunun postnişine oturan şexlere sırasıyla geçtiği yolunda
inanışlar da mevcuttur.
Mehmet Özcan
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.navendalekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net –
www.lekolin.info