04 Mayıs 2012 Cuma Saat 07:53
KCK Yürütme Konseyi üyesi Cemil Bayık Avrupa’daki günlük “ Yeni Özgür Politika gazetesine verdiği röportajda, Kürt sorunu çözülmediği takdirde Suriye’deki değişimin sadece bir iktidar değişiminden öte bir sonuç doğurmayacağını ve bu açıdan Kürtlerin konumunun stratejik olduğunu belirtti.
-Türkiye cezaevlerindeki süresiz dönüşümsüz açlık grevi KCK Yürütme Konseyi Başkanlığı’nın çağrısıyla son buldu. Bu açlık grevi ve sonuçları için ne gibi değerlendirmeniz olacak?
Belki aradan bir zaman geçti, ama yine de bu açlık grevlerini ve sonuçlarını değerlendirmek gerekir. Türkiye cezaevlerindeki ve Avrupa’daki açlık grevleri Özgürlük Mücadelesi tarihinin kritik bir döneminde gerçekleşti. Türk devletinin siyasi ve askeri operasyonlarını arttırarak Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye politikasını izlediği, Önder Apo üzerinde tecrit politikası uyguladığı, bir bütün olarak Kürtlerin iradesini kırmak için her alanda baskılarını arttırdığı bir dönemde cezaevlerinde ve Avrupa’da süresiz dönüşümsüz açlık grevleri başlatıldı. Bu açlık grevlerini Kürt halkının Türk devletinin Önder Apo üzerindeki baskılara ve tasfiye politikalarına yönelik büyük tepkisinin dışa vurumu olarak değerlendirmek gerekir. Kürdistan’da gerçekleştirilen siyasi soykırım operasyonları, halk üzerinde yürütülen ağır baskılar gerçekten de büyük öfke yaratmaktadır. Kürt halkı hiçbir dönemde bu düzeyde pervasız, her türlü baskı ve zulme yönelen başka bir hükümet görmemiştir. Öyle ki darbe dönemlerinde bile bu tür baskılarla karşılaşmamıştır.
Kuşkusuz 1990’lı yıllar Kürt halkı için zor yıllardı. Faili meçhul cinayetler ve köy yakmaların yoğun olduğu yıllardı. Düşman açıkça Kürt Özgürlük Hareketi’ni ezmek için halk üzerinde baskı yapıyordu. Bu baskıları Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etmede bir araç olarak görüyordu. AKP Hükümeti ise ben demokratım, Kürt sorununu çözeceğim diyor, ama öncekilerden daha çok boyutlu baskılara yöneliyor. AKP politikalarının çok çirkin bir karakterde olduğu bu söylemlerde de ortaya çıkıyor. Bu yalan, demagoji, ikiyüzlülük ve çirkinlik Kürt halkında öfke ve tepki yaratıyor. Gerçekten de şu anda Kürt halkında AKP politikalarına karşı öfke çok büyüktür. Kürdistan’da psikolojik savaş tarafından yönlendirilen, gözleri boyanan bir kesim ve yeminli bazı Apo ve PKK düşmanları dışında Kürt halkının ezici çoğunluğu AKP’nin bu politikalarına tepki duymaktadır.
AKP’yi bu yönlü bir zulüm politikasına yönelten, onun Kürt Özgürlük Hareketi karşısında çaresiz kalmasıdır. Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etme iddiasıyla iktidarda kalıyordu. Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye edemeyeceğini, aksine Kürt Özgürlük Hareketi’nin gelişerek kendi politikalarının aşılacağını gördükçe böyle sert politikalara yönelmiştir. Bu da toplum içinde AKP’nin yüzünün daha da teşhir olmasını beraberinde getirmiştir. Bu ortamda AKP artık tamamen açık saldırı politikasına yönelmiş, tasfiyede ısrarını ortaya koymuştur. Cezaevleri bu baskılara karşı toplumdaki tepkinin dışa vurumudur. Toplumun vicdanı olarak toplumun tepkilerini ortaya koyan bir eylem gerçekleştirmişlerdir. Özellikle de toplumun Önder Apo konusundaki yüksek hassasiyeti en zor eylem biçimlerinden biri olan, ölüm orucu karakteri taşıyan süresiz dönüşümsüz açlık grevi eylemini beraberinde getirmiştir. Bu eylemler gerçekten de toplumu etkilemiştir. Toplumdaki tepkileri, öfkeyi AKP’ye karşı mücadeleye yöneltmede tetikleyici rol oynayan bir eylem biçimi olmuştur.
15 Şubat’tan bugüne gelişen halk mücadelesinde, gerillanın düşman saldırıları karşısında kahramanca direnişinde bu yürütülen açlık grevlerinin verdiği moral etkili olmuştur. Düşmanın baskılarına karşı duyulan öfkenin en zor eylem biçimi olarak gündeme gelmesi mücadelenin tüm alanlarını etkilemiştir. 2012’deki mücadelenin etkisi ve sonuçları değerlendirildiğinde bu açlık grevlerinin rolüne yer verilecektir. 2012 yılı mücadelesinin ruhunu, gelişmesini bir yönüyle de bu eylemlerin yarattığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Toplumda yarattıkları duyarlılık, onların bu direnişinin, bu mücadelesinin boşa gitmediğini göstermektedir. Zaten açlık grevinin bırakılması, amaçlarına ulaşılması sonucudur. Gerçekten de amaçlarına ulaşmışlardır. Belki Türk devleti, AKP hükümeti duyarsız yaklaşmıştır. Ancak AKP hükümetine karşı yürütülen mücadelede yarattığı etkiyle AKP’yi zorlamıştır. AKP bugün Kürt Özgürlük Hareketi karşısında zorlanıyorsa, son bir yıl içindeki yürüttüğü askeri ve siyasi operasyonlardan sonuç alamamışsa, bırakalım sonuç almayı, Kürt halkı daha bir istek ve heyecanla mücadele edecek bir ruh halindeyse, bunda bu ölüm oruçlarının da önemli bir etkisi olmuştur. Newroz öncesi, Newroz’da ve sonrası halkın her olaydaki tutumunda, şehitlere sahiplenmesinde görüldüğü gibi 2012 büyük bir mücadele yılı olarak geçecektir. Bunda bu açlık grevlerinin ve Newroz sürecinde Türk devletinin saldırıları karşısında Cudi’de ve Garzan’da direnen gerillaların etkisini görmek gerekir.
Avrupa’daki açlık grevi de cezaevindeki yürütülen açlık grevlerini tamamlayan, hatta onların daha da etkili hale gelmesini sağlayan bir rol oynamıştır. Zaten Avrupa toplumunu harekete geçirmesi, Avrupa halkının bu açlık grevleri etrafında bütünleşmesi, destek vermesi, açlık grevlerinin etkili olduğunun kanıtıdır. Sadece Avrupa’daki halkı değil, Türkiye’deki toplumu da etkilemiştir. Zaten Avrupa’daki halkımızın mücadele tarihinde böyle dönemler vardır. Kuşkusuz Avrupa’daki halkımızın örgütlenmesinde mücadelenin gelişmesinde esas olarak Kürdistan’daki ve Türkiye’deki mücadele etkili olmaktadır. Ama Avrupa’daki halkımız da her dönem ülkedeki mücadeleye büyük destek veren, büyük moral veren roller oynamıştır. Nitekim Önder Apo son savunmalarında mücadelemizin en zor dönemlerinde mücadeleye destek veren, güç veren Avrupa’daki ve Güneybatı’daki halkımızı ayrıca şükranla anmıştır. Savunmada Avrupa ve Güneybatı halkımıza teşekkür etmeyi gerekli görmüştür. Gerçekten de hem Avrupa’daki hem Güneybatı’daki halkımız bu mücadeleye çok değerler kattıkları gibi, Önder Apo ve harekete bağlılık konusunda da hep örnek olmuşlardır. İşte Avrupa’daki açlık grevi bu örnek olma tarihine yeni bir sayfa eklemiştir.
Bu açlık grevleriyle Önder Apo üzerindeki baskı ve tecrit konusunda büyük bir duyarlılık ortaya çıkmıştır. Avrupa Konseyinin açlık grevini yürütenlere “eyleminiz sonuca ulaştı, bırakın demesi bu eylemin önemli etkisinin olduğunun kanıtıdır. Gerçekten de Avrupa’yı, Avrupa’daki kurumları zorlamıştır. Onların Önder Apo ve İmralı konusundaki duyarsızlıklarını teşhir etmiştir. Bu durum da onları zorlamış ve sonuçta açıklama yapmak zorunda kalmışlardır. İleri sürülen talepler konusunda duyarlı olacaklarını, bu konuda yapılması gerekenleri yapmaya çalışacaklarını söylemişlerdir. Kuşkusuz açlık grevcilerinin tüm talepleri konusunda duyarlı olmaları beklenmemelidir ama böyle bir açıklama bile önemlidir. En azından Önder Apo üzerindeki baskı politikalarını teşhir etme, tecride dikkatleri çekme, Türk devletinin bu konudaki kişiye özel uygulamalar yapmasını deşifre etme açısından etkili olacaktır.
Zaten zindan tarihimiz onurlu bir tarihtir. Amed zindanı bizim birinci büyük zindan direnişi tarihimizdir. Önder Apo’nun tek kişilik cezaevinde hücrede en zor koşullarda iradesini ve duruşunu koruyarak, bu tutumuyla devletin politikalarını boşa çıkararak mücadeleyi güçlendirmesi de ikinci büyük zindan direnişimizdir. Üçüncü büyük zindan direnişi de KCK operasyonlarıyla zindana atılan bütün yurtseverlerin, demokratların, PKK kadro ve sempatizanlarının direnişidir. Türkiye tarihinde görülmedik böyle toplu tutuklamalarla aslında bir irade kırma saldırısı yapılmıştır. Bu irade kırma saldırısıyla Kürt demokratik hareketi teslim alınacak ve böylelikle Türk devletinin tasfiye politikası buna dayanarak kendisini etkili kılmaya çalışacaktı. Ancak zindan direnişçileri hem cezaevlerinde iradelerini ortaya koyarak, hem Kürtçe savunmada ısrar ederek hem de bu açlık grevleriyle Önder Apo üzerindeki baskıyla ve Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı yürütülen tasfiye politikasına karşı halkın duyduğu tepkiyi ortaya koyarak mücadeleye bu dönemde önemli katkıda bulunmuşlardır. Bu açıdan hem Avrupa’daki hem de zindandaki açlık grevcilerini bu başarılı ve etkili eylemlerinden dolayı selamlıyoruz.
Belki bir kısım açlık grevcileri bu eylemi sonuna kadar götürelim diye düşünmüşlerdir, Böyle eğilimlerin olduğunu da biliyoruz, ama hareketimiz yeterli görmüştür, sonuç alınmıştır. Zaten mücadele tek bir boyutta yürümemektedir. Açlık grevcileri kendi bulundukları yerde mücadelenin gelişmesindeki rollerini oynamışlardır. Bundan sonra bütün alanlarda bu açlık grevcilerin gösterdiği fedai ruhla daha fazla mücadele edilecek, 2012 yılı Kürt halkının ve Önder Apo’nun özgürlüğü açısından bir final yılı haline getirilecektir.
-Suriye konusunda Türkiye en sert dili kullanan ülke olarak dikkat çekiyor. Annan Planına rağmen tampon bölge tartışmaları da gündemdeki yerini koruyor. Kürtlerin pozisyonu da dikkate alındığında Suriye’de dengeler ne yönde değişiyor?
Suriye’de iktidarın artık eski karakteriyle ayakta kalması mümkün değildir. Suriye değişmek zorundadır. Eski iktidar bloklarıyla Suriye rejiminin ayakta kalması düşünülmüyor. Şimdi tartışılan, bu değişimin hangi karakterde olacağıdır. Bu konuda Kürtlerin konumu stratejiktir. Suriye’de rejim değişecek, ama demokratik bir rejim mi olacak, yoksa eski otoriter iktidar blokları gidecek, onun yerine yeni koşullarda demokratik olmayan yeni bir iktidar bloğu mu iktidara gelecek?!
Şu açıktır: Kürt sorunu çözülmediği takdirde Suriye’deki değişim sadece bir iktidar değişiminden öte bir sonuç doğurmayacaktır. Bu açıdan Kürtlerin konumu stratejiktir. Kürtlerin demokrasi mücadelesiyle varlığının ve demokratik haklarının kabul edilmesi, kendi kendini yönetmesi doğrudan Suriye’nin çoğulcu bir yapıya kavuşması anlamına gelecektir. Kürtlerin kendi demokratik yönetimini kazandığı bir Suriye’de bütün etnik ve dinsel topluluklar özgürlüğüne kavuşacaktır. Ama Kürtlerin varlığını ve kendi kendini yönetmesini tanımayan bir iktidar değişimi ortaya çıkarsa bu, Kürtlere hak vermemek, Kürtlerin demokratik özyönetimini tanımamak için bütün etnik ve dinsel toplulukların bu yönlü haklardan mahrum edilmesi biçiminde bir sonuç ortaya çıkaracaktır. Yeni siyasal düzen Kürtlerin haklarını reddetme temelinde kurulursa bu, bütün etnik ve dinsel toplulukların farklılıklarını, özgürlüklerini ve kendi kendilerini yönetmeleri hakkını reddetme gibi bir durum ortaya çıkarır. Bu açıdan da Suriye’deki değişim mücadelesinin hangi yöne evrileceği, Kürtlerin örgütlülüğü, yürüttüğü mücadele, kendi demokratik haklarını yeni oluşacak Suriye’de kabul ettirip ettirmemesiyle belli olacaktır.
Tabii ki Kürtlerin Suriye’de kendi özyönetimlerini kazanmaları, burada siyasal mevziler elde etmeleri bütün Kürdistan parçalarını etkileyecektir. Özellikle de çok uzun sınırı olan Türkiye Kürtlerin Suriye’de hak kazanmasından doğrudan etkilenecektir. Eğer üç milyona yakın Kürt’ün yaşadığı Suriye’de Kürtler özyönetim hakkı kazanıyorsa, 20 milyonun üstünde Kürt’ün yaşadığı Türkiye Kürtlerin kendi kendini yönetmesi ve demokratik özerklik hakkının tanınması konusunda sıkışma yaşayacaktır. Türkiye’nin demokratik özerkliği reddetmesi zor hale gelecektir.
Türkiye, Kürtlerin hak elde etmemesi için Suriye’deki değişim sürecinde etkili olmak istiyor. Bu açıdan da İhvan-ı Müslim’e dayanmış bulunmaktadır. İhvan-ı Müslim’in şu andaki en güçlü dayanağı Türkiye’dir. Türkiye Mısır’daki, Libya’daki, Tunus’taki gelişmeleri görerek daha baştan İhvan’ı Müslim’i destekleyip Suriye’de oluşacak yeni rejim üzerinde etkili olmayı, böylece de Kürtlerin hak kazanmasının önüne geçmeyi hesaplamıştır. Türkiye’nin Suriye’de bu kadar etkili olmak istemesinin, herkesten daha aktif ve sert bir tutum içinde olmasının başka bir izahı yoktur. Öyle vicdanidir, insan haklarını gözetiyor, demokratiktir bu nedenle Türkiye böyle aktif tutum takınıyor söylemleri bir demagojidir. Buna kimse inanmamaktadır. Hatta Türkiye içinde bile AKP politikalarının bundan kaynaklanmadığını siyasetten az-çok anlayan herkes bilmektedir. Türkiye’nin Suriye’de etkin olarak siyasi ve ekonomik avantaj kazanmak istediğini, en fazla da Kürtlerin hak kazanmasının önüne geçmek için böyle bir aktif politika izlediğini artık herkes anlamış bulunmaktadır.
Türkiye’nin bu politikaları, değişecek ve demokratikleşecek Suriye gerçeğiyle terstir. Yeni Suriye bir Mısır gibi olamaz, bir Libya gibi olamaz, hatta bir Tunus gibi bile olamaz. Yeni oluşacak Suriye çoğulcu, farklı etnik ve dinsel topluluklara demokrasi içinde kendi kendilerini yönetmelerini, etkili olmalarını tanıyan bir Suriye olmak durumundadır. Suriye’de Kürtler var, Aleviler var, İsmailliler var, Ermeniler var, Süryaniler var, Dürziler var. Bütün bunlar toplumun yarısına yakınını teşkil etmektedir. Demokrasi bir yönüyle de farklılıkların haklarını tanıma anlamına geldiğinden bu farklılıkların hakları tanınmadan, özgürlükleri, demokratik özerk yönetimleri tanınmadan Suriye’nin demokratik olacağını kimse iddia edemez. Bu açıdan Türkiye’nin İhvan-ı Müslim’in baskın güç olmasını istemesi, demokratik Suriye istememektir. Belirli bir çoğunluğun bütün farklılıklar üzerinde egemenlik kurduğu yeni bir Suriye kaçınılmaz olarak otoriter olacaktır.
Böyle bir iktidar yapısı Suriye gerçeğine uygun olmadığı gibi Ortadoğu gerçeğine de uygun değildir. Suriye’nin etrafında çoğulcu bir yapı vardır. Lübnan bu yönüyle çoğulcu bir yapıyı ifade etmektedir. Lübnan’da geçmişte çok büyük savaşlar yaşandığı dikkate alındığında ancak farklı etnik ve dinsel toplulukların Suriye siyasetinde varlığını hissettirdiği bir siyasal sistem bölgede istikrar sağlamada rol oynayabilir. Yoksa istikrar bozucu bir etki yapar. Hele Selefiler ve El-Kaide’nin de Suriye’de etkili olmak istedikleri düşünülürse Suriye’deki yeni rejimin nasıl olması gerektiği daha kritik bir konu haline gelmektedir. Kuşkusuz İhvan-ı Müslim de yeni Suriye’nin demokratik sistemi içinde tamamen yerini almalıdır. Geçmiş Baas rejimi dönemindeki gibi bir dışlama, bir ezme politikası olmamalıdır. İhvan-ı Müslim de, siyasal İslam da mevcut sistem içinde herhangi bir güç gibi demokratik sistem içinde yerini almalıdır, dışlanmamalıdır. Ama siyasal İslamcılar biz başat güç olacağız, Suriye’nin kaderini, genlerini, dokularını biz belirleyeceğiz derlerse bu tabii ki demokratik ve değişmiş bir Suriye olmaz.
Türkiye, Kürtler yararlanır diye Suriye’nin çoğulcu, gerçek anlamda demokratik bir ülke olmasını istemiyor. Tutumuyla, duruşuyla, politikalarıyla bunun önünde engel oluyor. Şu anda aslında Suriye’nin demokratikleşmesi ve demokratik karakterde bir muhalefetin gelişmesi önündeki en önemli engel Türkiye’dir. Türkiye’nin şu andaki karakteri olmasaydı Suriye’deki muhalefet daha demokratik karakterde olacaktı. Ulusal Konsey denen muhalefet daha kapsayıcı ve demokratik olabilecekti. Bu da Suriye’de büyük kayıplara yol açan krizin kısa sürede bir demokratik Suriye yönünde sonuçlanmasını beraberinde getirecekti. Ancak mevcut Türkiye’nin politikaları bir yönüyle de muhaliflerin demokratik karakterde güç olmasını engellediğinden, demokratik karaktere kavuşmasını zayıflattığından rejimin ömrünü uzatmaktadır. Rejim zaten Selefilerin, El-Kaide’nin varlığına ve ihvan-ı Müslim’in demokratik olmayan karakterine dayanarak kendisine meşruiyet kazandırmaya ve varlığını bir süre daha sürdürmeye çalışmaktadır. Yaşanan durum budur. Rejim, haklı olarak Suudi Arabistan mı, Katar mı, Türkiye mi, İhvan-ı Müslim mi demokrasiyi getirecek diyerek varlığını sürdürmektedir. Bu açıdan Türkiye’nin politikası gerçekten Suriye’nin demokratikleşmesi önünde engel durumdadır.
Türkiye tampon bölge kuracağım diyor. Kriz ve çatışmaları derinleştirmesinin nedeni budur. Annan Planı’nın daha baştan etkisiz kalmasında Türkiye’nin politikaları etkili olmuştur. Türkiye, çözümden çok sorununun derinleşmesini ve çatışmaların kapsamlılaşmasını arzulayarak bir tampon bölgenin kurulmasını ve en uzun sınıra sahip ülke olarak kendisine rol verilmesini istemektedir. Ama Türkiye’nin politikası Suriye gerçeğine uymadığı için etkin olması zordur. Kürtlerin kazanım elde etmesini engellemeyi politikasının merkezine alması Suriye gerçeğine ters davranmaktır. Şu andaki Kürt politikaları dolayısıyla bölgede nasıl ki bir çıkmaza girmişse, nasıl ki kendi iç siyasetinde bir çıkmazı yaşıyorsa, Kürt sorununun çözümsüzlüğü Türkiye’nin iç ve dış politikalarını sıkıntıya sokuyorsa gelinen aşamada Suriye politikasını da sıkıntıya sokmuştur. Bütün çabalarını Kürtlerin demokratik hak elde etmesinin önüne geçmek için sarf eden bir Türkiye, Suriye’deki dengeleri dikkate almayan bir politika izlediğinden başarısız kalacaktır.
Kürtlerin yer almadığı bir demokratik muhalefetin başarılı olamayacağı görülmüştür. Kürtlerin Suriye’deki en dinamik demokratik güç olduğu da görülmüştür. Eğer demokratik bir Suriye gerçekleşecekse bunda Kürtlerin etkin rol oynaması gerekir. Kürtlerin rol oynadığı bir Suriye’de kesinlikle demokratikleşme kaçınılmaz hale gelecektir. Suriye krizinin ilk başlarında İhvan-ı Müslim merkezli bir değişim çok fazla dillendiriliyordu. Gelinen aşamada artık Kürtlerin demokratik haklarının ve demokratik özerkliğinin tanınması temelinde yeni ve demokratik bir Suriye’nin oluşabileceği düşüncesi ağırlık kazanmaktadır. Suriye’deki en dinamik demokrasi güçleri Kürtler, Aleviler, Dürziler, İsmailliler, Ermeniler, Süryaniler, emekçiler ve kadınlar olduğundan böyle geniş yelpazedeki demokratik bir muhalefetin, demokratik bir hareketin yeni bir Suriye’nin ortaya çıkmasında en dinamik ve en etkili güç olacağı giderek daha iyi anlaşılmaktadır. Böyle bir eksen etrafında muhalefet birleşirse, yani bu farklılıkların demokratik haklarını, özgürlüğünü tanıyan bir muhalefet oluşursa Suriye’nin demokratikleşeceği daha iyi anlaşılmıştır.
Tabii ki İhvan-ı Müslim de, şu andaki Ulusal Konsey içindeki muhalifler de yeni oluşacak Suriye içinde yerini almalıdırlar. Ama Suriye’nin demokratikleşmesinin özü olan bu farklılıkları esas alan bir demokratik muhalefet Suriye’nin geleceğine yön verecektir. Nitekim dengeler de bu yönde değişmektedir. İlk başlardaki o sesi çok çıkan muhalefet yerine farklı etnik ve dinsel toplulukların da güç olacağı ya da demokratikleşmenin en temel bileşenleri olacağı yeni bir Suriye’nin şekillendiği görülmektedir. Kuşkusuz Suriye sadece bunlardan meydana gelmiyor, ama demokratik Suriye esas olarak da bu bileşenlerin sistem içinde etkin olarak yer aldığı bir Suriye olacaktır.
Annan Planı’nın böyle bir Suriye’ye imkân verme karakteri ve potansiyeli vardı. Çatışmasızlık ortamında daha geniş bir yelpazede demokratik bir muhalefetin ve iktidar alternatifinin ortaya çıkma imkânı artacaktı. Ancak hem mevcut iktidarın hem de Suriye’yi kendi hâkimiyetlerinde görmek isteyen muhalif güçlerin Annan Planı’nı güç ve taktik savaşları haline getirmeleri bu şansı giderek ortadan kaldırmaktadır. Ancak ister mevcut iktidar, ister iktidarı kendi tekellerine almak isteyen yeni güçler bu politikalarıyla istedikleri sonucu aklamayacaklardır. Sonuçta yine geniş yelpazede demokratik bir muhalefet olan güçler Suriye’nin kaderini belirleyeceklerdir. Özcesi Kürtlerin de içinde yer aldığı daha geniş yelpazedeki demokratik muhalefetin yeni Suriye yaratma şansı ve imkânı tüm diğer güçlerden daha fazladır. Hatta eninde sonunda ulusal konsey içindeki muhalif güçlerin önemli bir bölümü de bu gerçeği görerek tutumlarını değiştirip demokratik Suriye mücadelesi içinde yer alacaklardır.
-Bu kriz çerçevesinde Kürtleri bekleyen tehlikeler nelerdir ve buna karşı nasıl bir strateji benimseyebilirler?
Kürtler Suriye’nin en canlı, en demokratik gücüdür. Bunu bütün dünya görüyor. Şimdi Kürtler açısından önemli olan tabii ki birlik sağlamalarıdır. Suriye’deki demokratik Kürt hareketinin ortak tutum sağlayacak bir anlayışa sahip olması gerekmektedir. Eğer böyle olunursa Suriye’nin dönüşümünde Kürtleri dışlamak mümkün değildir. Kürtlerin demokratik özerkliğini tanımak zorunda kalacaklardır. Ama ortak davranmazlarsa Türk devleti zaten parçalamak istiyor. Yine çeşitli Kürt partileri Suriye’nin en demokratik dinamiği olan PYD’yi dış güçlerin desteğiyle, hatta Türkiye ile ilişki içinde yeni oluşacak Suriye’de saf dışı etmek istiyorlar. Bunlar tehlikeli yaklaşımlardır. Hem Türkiye’nin yaklaşımları hem de bazı Kürt gruplarının kendilerini topluma dayanarak değil de çeşitli dış güçlere dayanarak güç yapma yaklaşımları tabii ki Kürtler açısından tehlikeler arz etmektedir.
Kuşkusuz Suriye’deki Kürt demokratik hareketi küçük-büyük demeden bütün siyasi güçleri ortak mücadele içine çekmelidir. Bir birleşmede küçük güçler de dışarıda bırakmamalıdır. Kürtleri güçlü kılacak, özgür iradeye kavuşturacak, Suriye’deki demokrasi mücadelesinde daha etkin bir mücadeleye kavuşturacak, daha etkin davranmasına yol açacak bir zihniyetle, bir anlayışla, ortak hareket etmeleri önemlidir. Bunu sağlarlarsa Kürtlerin Suriye’deki değişimde, demokratikleşme mücadelesinde belirleyici güç olacakları açıktır. Çünkü en dinamik güç Kürtlerdir. Suriye’nin demokratikleşmesine en fazla katkı sunan, demokratik zihniyete en yatkın güçtür. Yediden yetmişe herkes bu toplumsal mücadelenin içindedir. Özellikle de kadın hareketinin gelişmesi, güçlenmesi Suriye’deki demokratikleşmeye de önemli güç katacaktır. Bu açıdan Suriye’deki Kürtler ortak hareket ederek kendi taleplerini, programlarını ortak bir stratejiyle ortaya koymalıdırlar. Bu konuda herhangi bir güce angaje olmamaları gerekir. Birlik içinde iradeli ve bağımsız bir tutum ortaya koyarlarsa, Suriye’nin demokratikleşmesinde de, yeni Suriye’nin oluşmasında da herkesin dikkate alacağı bir güç haline gelirler. Böyle bir tutum içinde olan Kürtleri hiç kimse dışlayamaz. Bunun dışındaki her yaklaşım ya etkisiz kalmayı ya da bir güce yamalanmayı beraberinde getirir. Bu da ortaya çıkan tarihsel fırsatın demokratik bir statüyle sonuçlanmasında büyük zafiyet yaratır.
Kürtlerin ortaya koyduğu talepler ve demokrasi anlayışı aynı zamanda Suriye’nin demokratikleşmesi talepleridir. Kim kabul ederse zaten o Suriye’nin demokratikleşmesini kabul ediyor demektir. Kürtlerin ve diğer etnik ve dinsel toplulukların ortaya koyduğu talepleri kabul eden bir taraf kesinlikle Suriye’nin demokratikleşmesini isteyen taraftır. İster İhvan-ı Müslim olsun, ister mevcut iktidar olsun, ister başka bir güç olsun, kim olursa olsun Kürtlerin taleplerine olumlu yaklaşılıyorsa o demokratik bir tutum takınıyor demektir. Bu açıdan Kürtler hiçbir yere angaje olmadan, Suriye’nin demokratikleşmesini kim istiyorsa, gerçekten etnik ve dinsel toplulukların özgürlüğünü, demokrasisini kim tanıyorsa onunla Suriye’nin demokratikleşmesi konusunda ortak hareket edebilirler. Çünkü bu talepleri reddedenler zaten Suriye’yi demokratikleştiremezler. Mevcut iktidar bu talepleri reddettiği için zaten kendini değiştiremedi, otoriter bir rejim haline geldi. Eğer Kürtlerin bu taleplerini doğru anlasaydı, anlayışla karşılasaydı bu bir zihniyet değişimini ve bu temelde de politika değişimini, sistem değişimini beraberinde getirirdi. Ama bunu yapmak yerine, mevcut Suriye rejimi Türkiye’yle birlikte hareket ederek Kürt Özgürlük Hareketi’ni bastırmaya çalıştı. Niye otoriter karakterini sürdürdü, niye bu duruma düşüldü denilirse, bu Türkiye ile yaptığı bu gerici ittifaktan dolayıdır.
Suriye’de dengeler değişti, ABD farklı bir politikaya yöneldi. Türkiye bunu görünce bu defa Suriye karşıtı bir politika izledi. Bu, Suriye’nin otoriter olmasına karşı çıkmaktan değil, ABD’nin bölge politikalarından dolayı oldu. Öte yandan Suriye’deki hem dış hem de iç etkenlerden dolayı eski rejimin ayakta kalmayacağını görerek saf değiştirip ABD’nin tarafına geçerek ve Suriye içindeki İhvan-ı Müslim gibi belirli muhalif kesimlerle ortak hareket ederek yeni oluşacak Suriye’de etkili olup Kürtlerin haklarının önüne geçmeyi planladı. Dün mevcut Suriye rejimiyle ilişkisi de esas olarak Kürtlere tüm bölgede hak tanınmaması üzerine kuruluydu.
Mevcut Suriye rejiminin antidemokratik karakteri esas olarak Türkiye ile kurduğu bu ilişkilerin sonucuydu. Suriye rejimi hala bu gerçeği kavramış değildir. Türkiye ile ilişkisinin kendisini nereye getirdiğini göremeyecek kadar kördür. Hâlbuki kendisini geçmişte Türkiye ile yan yana getiren tamamen Kürt düşmanlığıydı. Kürt düşmanlığının Suriye’yi getirdiği nokta burasıdır. Bir zamanlar Irak’ta Kürt sorununu çözemeyenlerin başına gelenler ortadadır. Eğer bu konuda rejim ciddi adım atsaydı bu, zihniyet ve politika değişimi anlamına gelirdi. Bunu yapamadığı için kendisini demokratik temelde güçlendirip yeni koşullarda varlığını sürdüren daha geniş yelpazede bir iktidar bloğu haline gelememiştir.
Bugün Suriye’deki muhalefetin bir kesimi hala bu gerçeği anlamış değildir. Özellikle de Türkiye ile ilişkide olan kesimler Türkiye’ye dayanarak, başka güçlere dayanarak Kürt sorununu çözmeden Kürtler üzerindeki eski politikayı yeni koşullarda sürdüreceğini düşünmektedirler. Bu tabii gericiliğin başka bir biçimde devamıdır. Kürtler bunu da kabul etmemelidir. Buna karşı da açık tutum takınmalıdırlar. Kürtler Suriye’nin değişim stratejisinin, demokratikleşme yolunun Kürt halkının taleplerini kabul etmekten geçtiğini açıkça ortaya koymalıdırlar. Bu yaklaşım içinde olmayan hiçbir güçle de bir siyasi ortaklık yapamayacağını açık ilan etmelidirler. Bunu yaparlarsa o zaman Suriye’nin gerçek demokrasi güçleri, dinamikleri daha hızlı bir biçimde ortaya çıkacaktır ve mevcut dengeler yerine tamamen Suriye’nin demokratik değişimini hedefleyen yeni ittifaklar, yeni dengeler ortaya çıkacaktır. Bu da Suriye’nin gerçek anlamda demokratikleşmesi yönünde sonuçlar ortaya çıkaracaktır.
-Arap Baharından, ayaklanmalardan söz edildiği ve eski iktidarların bir kısmının yıkıldığı bir dönemde, en yoğun ve en kitlesel eylemlerin Kürt halkı tarafından gerçekleştirilmesine rağmen, Batılıların “Kürt Baharı karşısındaki sessizliğini nasıl yorumluyorsunuz?
Kürt baharı 20 yıldır sürüyor. 1990’lardaki serhıldanlar ve bugüne kadar Kürt halkının sürekli ayakta oluşu Kürdistan’ı büyük devrimlerin yaşandığı büyük baharlar haline getirmiştir. Kürdistan’daki devrim kadar toplumsal sonuçları olan başka bir devrim yoktur. Öyle bir günlük, altı aylık, bir yıllık mücadele değildir bir iktidardan diğer bir iktidara geçiş de değildir. On yıllarca sadece sömürgeciliğe ve Kürt halkını inkâr eden güçlere karşı mücadele yürütmemiştir, en başta da kendini değiştirmiştir-dönüştürmüştür. Kürt halkını özgürlük ve demokrasiye sevdalı ve bunun için direnen bir toplumsal gerçek haline getirmiştir. Bu açıdan Kürt toplumu 20 yıldır devrim içinde devrimleri gerçekleştiren bir baharı yaşamaktadır.
Arap Baharı deniliyor Tunus’ta bir iki ay sürüyor, Mısır’da birkaç hafta sürüyor. Kürt Özgürlük Hareketi’nin yürüttüğü devrim mücadelesi böyle değildir ki! 1990 öncesini saymazsak bile 1990’dan beri 25 yıla yakındır büyük bir toplumsal mücadele sürüyor. Kendini değiştiriyor, Türkiye’yi değiştiriyor, Ortadoğu’yu değiştiriyor, kadını değiştiriyor, gençliği değiştiriyor, siyaset anlayışını değiştiriyor, bireye ve topluma irade kazandırıyor toplumun gücünün farkına varmasını sağlıyor. Tüm bunlar bu yıllarda sağlandı. Kürtler üzerinde eskiden ağa, bey, şeyh otoritesi vardı şimdi bunun yerine demokratik ulus, demokratik toplum iradesi ortaya çıkmıştır. Kürt halkı artık birilerinin yönlendirdiği bir toplum değildir. Bu bakımdan demokratik devrimi derin yaşayan bir toplumdur. Devrimler içinde devrim yaşamıştır. Büyük bir duygu devrimi, düşünce devrimi, toplum devrimi, ulusal devrim, siyasal devrim, sosyal devrim, kültür devrimi yaşamıştır. Bundan daha büyük bahar olabilir mi?
Kürt hareketine bakıldığında çocuktan analara, yaşlı ninelerden dedelere kadar herkes bu mücadele içerisindedir. Kürt analarının, kadınlarının mücadele içindeki yeri bu devrimin karakterini ortaya koymaktadır. Bu açıdan Arap Baharı denen siyasal mücadeleden ya da iktidar değişikliği yaratan hareketlerden katbekat bir demokratik devrim gerçeğini ifade etmektedir. Eğer bir bahardan söz edilecekse bu, 20 yıldır Kürtlerin yaşadıklarıdır. Siyasal anlamda özerklik gibi Kürtlerin kendi kendini yönetme hakkı dünya tarafından, Türkiye tarafından, bölgesel güçler tarafından tanınmamışsa bu baharın eksikliğinden, yetersizliğinden değildir, bu güçlerin zalimliğinden ve arkasındaki uluslararası güçlerin başta Türkiye olmak üzere zalim devletleri desteklemesindendir. Bugün Arap baharını destekliyoruz diyenler, Arap baharından söz edenler, Türk devletinin on yıllardır dünyada görülmemiş bir baharı yaşayan, kendi içinde demokrasi, sosyal ve kültürel devrimi yaşayan bir hareketi, bir toplumsal dinamizmi bastıran Türk devletine destek vermişlerdir.
Kürdistan’da Kürt toplumu yirmi yıldır ayaktadır, sürekli yürüyüştedir, direnmektedir. Direniş içerisinde on binlerce şehit vermiştir. Bu açıdan kim Kürtler az direndi diyebilir? Kim Kürtler toplumsal mücadele, devrimci mücadele yürütmedi diyebilir? Bu devrimin başarısını engellemek için Türk devletine destek veren batılılardır. Bu bakımdan Kürt baharı karşısındaki sessizlikleri anlaşılırdır. Kürtlerin mücadelesinin gerçek bahar olduğunu görmediklerinden, anlamadıklarından değil, çıkarları buna uymuyor. Kürt baharı gerçek bir bahar olduğu için, hiç kimsenin kontrol edemeyeceği, denetleyemeyeceği bir güç kaynağı olduğu için görmezlikten geliniyor, Türk devletinin bastırmasına göz yumuluyor.
Kürt baharının yarattığı toplum gerçeğini herhangi bir dış güç kontrol edemez. Buradaki özgürlük düşüncesi de, demokratik düşünce de derindir. Bu halk demokrasiyi ve özgürlüğü derinleştiren bir mücadele vermiştir. Bunun yarattığı derin duygular vardır. Özgürlük bilinci ve demokrasi bilinci derin ve kapsamlıdır. Batılılar işte böyle bir özgürlükçü zihniyeti ve yaşamı istemiyorlar. Onlar kendi kontrollerinde, yönlendirebilecekleri, yürütebilecekleri bir toplum istiyorlar. Ama Kürt baharı onların kontrol edemeyeceği bir toplum gerçeği ortaya çıkarmıştır. Batılıların sessizliği, bu baharı görmemeleri bundandır. Daha doğrusu çok iyi anladıkları, çok iyi gördükleri için sırt çevirmişlerdir.
Batılılar daha rahat kontrol edip yönlendireceklerini düşündükleri için Arap hareketlerine ilgi duyuyorlar. Zaten görüldüğü gibi öncülükten ve örgütten yoksun oldukları için bu hareketleri yönlendirmişlerdir. Kuşkusuz Arap baharı denen halk hareketleri yeni bir Arap ruhu, yeni bir Ortadoğu gerçeği ortaya çıkarmıştır. Artık Ortadoğu halklarını eskisi gibi yönlendirmek, yönetmek zor olacaktır. Bugün yönlendirilip kontrol edilseler de yarın bu halklar kendi iradelerini ortaya koymaya devam edeceklerdir. Amiyane deyimle cin şişeden çıkmıştır.
Mevcut durumda da uluslararası güçler bu halk hareketlerini yönlendirerek düşündükleri yeni Ortadoğu sistemi için kullanacakları bir çizgiye çekmede belirli bir başarı elde etmişlerdir. Ama Kürt baharı veya Kürt toplumsal gerçeği onların yönetemeyeceği, yönlendiremeyeceği bir karakter taşıdığı için bırakalım destek vermeyi sessiz kalmayı, bu hareketin ezilmesi için, etkisizleştirilmesi için hem Türk devletine destek vermektedirler hem başka güçlerin saldırılarına göz yummaktadırlar hem de kendilerine boyun eğecek, kendi isteklerini yapacak işbirlikçi Kürt ortaya çıkarmak için çaba harcamaktadırlar.
Kürt baharı o kadar güçlü ve etkilidir ki, artık bu toplumsal gerçeği eski haline döndürmek, kontrol edecek bir toplum haline getirmek mümkün değildir. Bu devrimin arkasındaki tarih, bu devrim kendi içinde sürekli yeni devrimleri tetikleyerek ortaya çıkardığı iradeli, özgürlükçü demokratik Kürt gerçeğini hem Türk devletine hem Batılı güçlere kabul ettirecektir. Eninde sonunda Kürt halkı örgütlü gücüyle, özgürlükçü ve demokratik duruşuyla kendi demokratik iradesini bütün güçlere kabul ettirecektir. Kürt halkının demokratik iradesi, kendi iradesini kabul ettirdiğinde bundan tüm Ortadoğu halkları ve tüm insanlık kazanacaktır. Demokrasi ve özgürlük isteyen herkes kazanacaktır. Kürt baharı arkasındaki tarih ve yarattığı sonuçların böyle bir demokratikleşme ve özgürleşme gerçeğini sağlayacağını, yalnız Kürdistan’da değil, Türkiye ve Ortadoğu’da etkilerini göstereceğini rahatlıkla söyleyebiliriz.-Behdinan
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.navendalekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net – www.lekolin.info