• kurdî
  • Turkish
  • الرئيسية
  • اخبار
  • مقالة
  • بحث
  • التحليل السياسي
  • حقائق
  • الكل
    • الدراسات الاستقصائية
    • الإعلانات
    • ريبورتاج
    • المحررين
    • علم البيئة
    • اقتصاد
    • المرأة
    • الشبيبة
    • الصحافة الاجنبية
    • تاريخ ولغة كوردستان
    • من نحن
    • تصريحات صحفيه
    • تحديثات
    • التاريخ
    • وثائقي
    • نصوص
    • من القارئ
    • وجهات نظر
    • المشاركات
    • تكنولوجيا
    • حقائق
Sonuç yok
Tüm Sonuçları Göster
  • الرئيسية
  • اخبار
  • مقالة
  • بحث
  • التحليل السياسي
  • حقائق
  • الكل
    • الدراسات الاستقصائية
    • الإعلانات
    • ريبورتاج
    • المحررين
    • علم البيئة
    • اقتصاد
    • المرأة
    • الشبيبة
    • الصحافة الاجنبية
    • تاريخ ولغة كوردستان
    • من نحن
    • تصريحات صحفيه
    • تحديثات
    • التاريخ
    • وثائقي
    • نصوص
    • من القارئ
    • وجهات نظر
    • المشاركات
    • تكنولوجيا
    • حقائق
Sonuç yok
Tüm Sonuçları Göster
Sonuç yok
Tüm Sonuçları Göster
Anasayfa اقسام التحليل السياسي

Faşizme Karşı Direnmek Yetmez, Esas Olan Onu Yenilgiye Uğratmaktır

Yayınlayan Lekolin
15 مارس 2020
Kategori: التحليل السياسي
249 10
A A
Faşizme Karşı Direnmek Yetmez, Esas Olan Onu Yenilgiye Uğratmaktır
Facebook İle PaylaşınTwitter İle Paylaşın
FacebookX

19 Aralık 2018 Çarşamba Saat 09:06

Kapitalist emperyalist sistem, bağrında taşıdığı kriz ve kaosla boğuşmaya devam etmektedir.

Kapitalist emperyalist sistem, bağrında taşıdığı 
kriz ve kaosla boğuşmaya devam etmektedir. Bu durumu aşmaya dönük tüm çaba
ve  girişimlerine rağmen, kriz derinleşmekte, kaos alanlarına her geçen
gün yenileri eklenmektedir. Bu nedenle sistemin hakimi durumundaki hegemon
güçler,  tamamen bir savunma refleksiyle hareket etmekte, tabandan gelişen
rahatsızlığı dizginlemeye, kontrolde tutmaya çalışmaktadırlar.  Kendisini
dünyanın hakimi gören kapitalist modernite sistemi,  bir çöküş dönemini yaşamakta,
son iki yüz yıldaki baskın etkisini hızla kaybetmektedir. Serbest Pazar
ekonomisini geliştirme ve bunu yaygınlaştırma iddiasıyla ortaya çıkan ve bir
dönem sermayenin rahatça dolaşımı adına sınırların anlamsızlığından dem vuran
sistem, gelinen aşamada  aksi yönde bir içe büzülmeyi yaşamaktadır.
Merkezi hegemon sistemin hamiliğine soyunan ve son çeyrek asırda,  dünyayı
tek başına yönettiğini söyleyen-öyle görünen ABD, günümüzde dışardan ülkesine
giren mallara sınır koymakta, bu kapsamda vergi artırımına gitmekte, ülkesine
dönük göçmenliği imkansız hale getirmektedir. Yakın döneme  kadar, ‘Artık
eski haline gelemez, toparlanamaz’ denilen Rusya   yaptığı 
hamlelerle,  tekrardan  dünyadaki çıkar kavgasının etkili bir aktörü
olmaya başlamıştır. Fakat  sistemindeki çarpıklık, çürümüşlük onun her
adımda tökezlenmesine yol açmaktadır. Birkaç  yıllık hızlı
büyüme-toparlanma ile yakaladığı düzey son iki yılda tersine dönmüş, son bir
yılda ise Suriye-Ukrayna savaşları, Kırım ilhakı ve ABD-AB ambargolarının
etkisi ile yeniden küçülme trendine girmiştir. Petrol  fiyatlarında
düşüşün devam etmesi Rusya’yı sadece ekonomik küçülme değil, yeniden büyük bir
ekonomik krizle karşı karşıya bırakacaktır. Son yıllarda attığı siyasi,
iktisadi ve askeri adımlarla,  bu sahnede yeni bir güç odağı olarak
konumlanan Çin’in durumu da benzerdir.  Çin’in gelişme ve büyüme hızı son
birkaç yıldır ciddi olarak düşme trendindedir. Yüzde 12 olan yıllık büyüme hızı
gelinen  aşamada yüzde 4-5’lere düşmüştür. Özelikle ABD’nin yıl içinde Çin
mallarına karşı gümrük duvarlarını yükseltmesi, Çin’i ciddi sorunlarla karşı
karşıya bırakmıştır. Petrolde büyük oranda dışa bağımlı olan Çin ekonomisinin
ticaret savaşlarına karşı ciddi bir kırılganlığı vardır.  Ekonomik daralma
işsizliği büyütmekte, bu durum ise sistemin sürdürülebilirliğini tehlikeye
düşürmektedir. Bundan dolayı ABD’nin ticaret savaşına karşı kimi misillemelerde
bulunsa da son derece temkinli davranmaktadır.

ARALARINDAKİ ÇELİŞKİLERE RAĞMEN
TÜMÜ SİSTEMİN FARKLI MEZHEPLERİDİR

AB kendini bir denge unsuru olarak var etmek ve
konumlandırmak istemektedir. Fakat İngiltere’nin birlikten ayrılması, Almanya
ile Fransa arasındaki itilaflar ve bu durumun yarattığı çift başlılık ile diğer
yapısal sorunlar AB’yi önemli oranda denklem dışı bırakmaktadır. Almanya,
Fransa ve İngiltere gibi Avrupa ülkelerinin  yaşanan krizlere dahil olma
biçimleri daha çok dengeleme ve ABD’nin peşine takılmadır. ABD’nin İran
politikasına itiraz etme biçiminde kimi aykırı duruşlar olsa da  yıl
boyunca bağımsız bir güç olma iradesi göstermemiştir. Aynı durum küresel
çaptaki çatışmalı bölgeler ve kangrenleşen sorunlara yaklaşımda da
yaşanmaktadır. Bu anlamda yıl boyunca AB, kimi itirazlarına rağmen ABD ile
hareket eden bir güç merkezi olmaktan kurtulamamıştır. Son dönemde gündeme
getirilen Avrupa ordusu vb. söylemlere ve bu güçlerin birbirleriyle çıkar
ilişkileri temelinde,  bir çatışmaları söz konusu olsa da, esasta hepsinin
sistemin devamından yana tutum sahibi olduğu tartışma götürmez bir gerçektir.
Aralarındaki çelişki ve çatışmalara rağmen tümü sistemin farklı mezhepleri
konumundadırlar. Bir filozof yeni dünya sistemini tarif ederken, piramit
örneğini vermektedir. Yaşanan çatışmaların piramidin basamakları arasında
gerçekleştiğini ifade etmektedir. Yani eskiden olduğu gibi karşı karşıya gelen,
cepheler biçiminde savaş yürüten bloklardan  ziyade,  aynı sisteme
hizmet eden fakat  her birinin de kendi çıkarını esas aldığı bir
değişim  söz konusudur. Küresel güçler kendi aralarında çatışmalı olsalar
da  esas kavga ve savaşları sistem muhalifleriyledir. Bu anlamıyla eğer
taraflardan söz edilecekse   bir yanda sistemin devamından yana olan ve
bunun kavgasını veren devletçi-egemen güçler,  diğer yanda ise halkların
adalet ve eşitlik mücadelesini veren özgürlükçü güçler bulunmaktadır.  Bir
yanda elit -zengin bir sınıfın denetimindeki kapitalist modernist sistem  
diğer yanda var olan sistemden zarar gören, gençler ve kadınlar başta olmak
üzere halklar vardır. Dikkat edilirse, günümüz dünya siyasetinde,  genel eğilim
sağ ve milliyetçi siyasete kayıştır. Sağ siyaset genel olarak muhafazakarlık,
korumacılık, tutuculuk olarak kendini gösterdiğinde gelişen durumun
yorumlanması zor olmayacaktır. Gerek Kuzey Amerika’da, gerek Avrupa’da ve son
olarak Güney Amerika’da oluşan iktidarların, ekseriyetle sağ iktidarlar olması
bu savunma refleksinin dışavurumudur.  Dünya halkları üzerinde giderek
daha fazla yüke dönüşen ve her geçen gün daha ciddi tepkilere neden olan bu
durum, toplumları tam bir patlamanın eşiğine getirmektedir. Halkların yaşadığı
sorunlara dönük bir çözüm yaklaşımı gelişmeyince, yaşanan kriz ve kaos hali
ağırlaşarak devam etmektedir. Önümüzdeki yılda bunun daha da derinleşeceğine
ilişkin güçlü veriler bulunmaktadır. AB, Çin ve Rusya’nın yaşadıkları yapısal
sorunları gelişmekte olan beş ekonomi olarak tanımlanan Brezilya, Hindistan, G.
Afrika, Endonezya ve Türkiye’nin yaşadıkları sorunlar takip etmektedir.
Gelişmekte olan bu beş ülkede ciddi ekonomik kriz ve siyasi çalkantılarla karşı
karşıyadırlar. Tüm bu ülkelerde yüksek enflasyon, büyük cari açık, d üşük
büyüme, yüksek işsizlik oranları ve sıcak paraya büyük bağımlılık bu
alanlardaki krizi her an yeni kaos alanlarına dönüştürme potansiyeli
taşımaktadır.

ÇÖZÜM YERİNE ÇÖZÜMSÜZLÜK DERİNLEŞTİRİLİYOR

Buna karşılık dünyanın belli başlı merkezlerinde
gelişen ve artarak devam eden toplumsal hareketleri, sistemin yaşadığı bu
krizden bağımsız ele almak mümkün değildir. Etki düzeyleri sınırlı olup,
genelleşmeleri, yaygın bir sistem karşıtlığına  dönüşmeleri istenen
düzeyde olmasa da, verili sisteme genel bir itirazın olduğu ve bunun mutlak bir
dönüşümü gerekli kıldığı anlaşılmaktadır.  Kapitalizmin tüm cilalama,
manipülatif girişimlerle krizi görünmez kılma yaklaşımlarına rağmen, sistemin
sürdürülemezliği gün geçtikçe daha fazla hissedilmekte ve bu durum en fazla da
Ortadoğu’da  açığa çıkmaktadır. Buralarda etnik, dinsel vb. biçimde patlak
veren çatışmalar özünde sistemsel sürdürülemezliğin sonuçları olmaktadır.
Bundan dolayı yapılan müdahaleler ve  hegemonik sistemin attığı tüm
adımlar, deyim yerindeyse  duvara çarpıp geri dönmekte, çözüm yerine
çözümsüzlüğü derinleştirmektedir. Afganistan, Irak müdahaleleri var olan
sorunları çözmemiş, daha da yaygınlaşmalarına ve karmaşık hale gelmelerine
neden olmuşlardır.  Suriye, Libya, Yemen vb.
ülkelerde
yaşananlar  bu durumun en somut göstergesi olmaktadır. Suriye krizinde
görüldü ki,
egemen sistemin halklara yönelik bir çözüm politikası yoktur,
olamaz. Kendi içinde çıkar çatışmaları vardır. Kuşkusuz! Suriye savaşında
dikkat çeken temel husus hegemon güçler kendi aralarında sorunlar  yaşayıp
dönem dönem karşı karşıya gelseler de mevzu muhalif özgürlükçü güçler olunca,
bir araya gelmeleri, birlikte hareket etmeleridir. Afrin örneği bu konuda
çarpıcıdır, halklar açısında öğreticidir.  Burada yaşananlar iyi
çözümlenmeden güncelde süregelen çatışmaları anlamak zordur. Dünya siyasetinde
karşı karşıya gelen, ABD, Rusya gibi küresel  merkezler ile  İran ve
Türkiye gibi karşıt mezhepçi yaklaşımlara sahip bölgesel güçler,  söz
konusu sistem karşıtı  Özgürlükçü güçler olunca   aynı safta yer
almış, özgürlük güçlerine birlikte karşı koymuşlardır. Görünüşte  çelişki
ve çatışma içinde olan bu güçler,  bir özgürlük vahası konumundaki Afrin’e
saldıran çetelere,  ya doğrudan yardımcı olmuşlar ya da dolaylı destek
sunmuşlardır. Sonuçta devletler arası bir mutabakatla Afrin,  faşist Türk
devletinin denetimindeki çetelere bırakılmıştır. El birliği ile 
Afrin’de  yeşeren özgür yaşamı ezmeye çalışan bu güçler, İdlib’e yönelik
saldırı gündeme gelince, Suriye’nin egemenliğini hatırlamış ve insani durumu
gündemleştirmişlerdir.

Suriye savaşında bir kez daha görülmüştür ki, ABD ve
Rusya etrafında bir araya gelen bloklar,  söz düzeyinde çözüm vadetseler
de,  pratikte birbirlerinden farksız bir siyasetin sahibidirler. Bu
nedenle Suriye sorununda krizin bir parçası ve kör düğüm haline gelmesinin baş
sorumlularıdırlar. ABD, bölgede kırılan otoritesini yeniden tesis etmek, enerji
merkezlerine, hatlarına hakim olmak ve rakip olarak gördüklerinin iradesini
kırmak için uğraşmaktadır.  Bu amaç uğruna bölgedeki varlığını meşrulaştıracak
saldırı ve kıyımlara zemin açmaktadır. İşit-TC vb. güçler eliyle gelişen bu
saldırılara karşı  halklara kendini kurtarıcı olarak sunmaktadır. Rusya
ise dünya genelinde olduğu gibi  Ortadoğu’da da  yeniden söz sahibi
olmak, eski gücüne ulaşmak istemektedir. Bu amaç doğrultusunda son derece
ilkesiz bir pragmatizmi esas almakta, geçici veya kalıcı kirli ittifaklar
geliştirmektedir. Bu çerçevede  Suriye üzerindeki sınırlı etkisini
bölgesel bir düzeye çıkarıp hakimiyet alanını genişletmek istemektedir. Fakat
tüm enerjisini harcamasına rağmen başta Suriye olmak üzere bölge genelinde eski
konumunu yakalayamamıştır.  Yanı başındaki Kırım ve Ukrayna sorunu her an
patlamaya hazır bir bomba olma özelliğini sürdürmektedir.

Suriye savaşında değerlendirilmesi gereken temel olgu,
özgürlük güçlerinin,  Kuzey-doğu Suriye alanında geliştirdikleri,
demokratik toplum sistemi olmaktadır. Halkın İşit ve faşist Türk devletine
karşı geliştirdiği direniş, gelinen aşamada yaşamın diğer tüm alanlarında
yürütülen inşa çalışmaları ile alternatif bir sisteme dönüşmeye başlamıştır.
Kuzey- Doğu Suriye’deki farklı etnik ve inanç kesimlerini kapsayan, tüm bu
kesimlerin ortak iradesi ile hayat bulan Rojava devrimi,  sadece bulunduğu
alanı etkilemekle kalmamış, peyderpey Suriye ve bölge halklarını etkiler hale
gelmiştir .Devrimin başından beri, hem bölgesel güçler,  hem de
uluslararası emperyal güçler,  devrimin öncü güçlerini denetime almak,
kendisine yedeklemek istemişlerdir. Bu yönlü çabalar, geçmişte olduğu
gibi,  bugün de söz konusudur. Fakat tüm bu girişimler devrim güçlerinin
özgürlükçü – iradi duruşları karşısında sonuç almamış, zor ve zahmetli de
olsa,  nihayetinde kabul gören, ilişkilere yön veren taraf, 
Kuzey-Doğu Suriye özgürlük güçleri olmuştur. Bundan sonrası için de belirleyici
olan, Rojava devrim güçlerinin savunmayı önceleyen toplumsal inşa faaliyeti
olacaktır.

Suriye savaşına başından beri, en ön safta katılan,
savaşı  Neo Osmanlıcık politikasının bir aracı kılmak isteyen temel güç,
sömürgeci Türk devletidir. Ilımlı ya da radikal İslami unsurları kendisine
yedekleyip, ‘Kürtler bir statü sahibi olmasın’ ilkesini esas alarak 
sergilenen politikalar, Suriye topraklarının bir kısmını işgal etmeye dönüşmüş,
gelinen aşamada  ise TC’yi her alanda kaybetme ile yüz-yüze getirmiştir.
Rusya’nın Türkiye’yi bölgesel çıkarları için kullanma yaklaşımı, AKP-MHP
iktidarına nefes aldırsa da, izlenen politika giderek Türkiye’yi köşeye
sıkıştırıp- hareket alanını kısıtlamaktadır. İdlib’de Türkiye’ye biçilen rol-
beslediği çetelerin kendi eliyle temizletilmesi- tam da böyle bir anlama
gelmektedir. Türkiye’ye bağlı çetelerin denetimindeki yerlerin, kontrollü bir
politika ile ellerinden çıkarılması, Suriye’nin geleceğinde Türkiye’nin
etkisini sınırlama yaklaşımının sonucu olmaktadır.  Hem Rusya hem de
başını ABD’nin çektiği batı bloku,  Türkiye eliyle var olan radikal İslami
çetelerden kurtulmak istemektedir.  Türkiye’ye böylesi bir rol
verilmiştir. TC  kendisine verilen bu role denk davranmakta, çetelerle
yakın ilişkisini bir pazarlık unsuru haline getirip, kazançlı çıkmak
istemektedir. TC’nin izlediği siyasetin,  gelinen aşamada bir karşılığının
olmadığı her gün biraz daha görülmektedir. Hem ABD hem de Rusya’yı dengeleme
yaklaşımının,  uzun vadeli bir politika olmadığını yakın tarihten biliyoruz.
Önümüzdeki dönemde, bu iki gücü dengeleme yaklaşımı limitini
dolduracaktır.  TC  birinden yana tercihte bulunma zorunda
kalacaktır.  Bunun ise mutlaka siyasi sonuçları olacaktır.

SALDIRILAR SADECE KÜRT HALKINA DÖNÜK DEĞİL

Türkiye’nin kuzey-doğu Suriye özgürlük güçlerine dönük
saldırılarının, başta Kürt halkı olmak üzere bölge halkları tarafından kabul
edilmeyeceği bilinmektedir. Rojava halklarının bin bir emek ve çaba ile inşa
ettikleri devrimi, faşist Türk yönetimine terk etmeyecekleri açıktır. Yine
ABD’nin bölgesel çıkarları gereği, TC’nin Kuzey-Doğu Suriye’de Afrin benzeri
bir girişime izin vermeyeceğini öngörmek mümkündür. Suriye’de ABD’nin 
birlikte hareket ettiği temel güç Rojava özgürlük güçleridir. ABD, 
başkaca güçlere sunduğu destekten bir sonuç alamayınca, Rojava özgürlük güçlerine
yönelmiştir. Kobane savaşı ile başlayan ve giderek daha fazla boyutlanan bu
ilişkinin, ABD açısından oldukça önemli bir hal aldığı anlaşılmaktadır. ABD her
ne kadar Rojava devrimini kendi emellerine göre dönüştürmek, denetimine almak,
liberalize etmek istese de, artık  bir ilişkilenmeme durumunun  söz
konusu olmayacağını açıktır.  Rusya’nın bölge siyasetine müdahil olma
düzeyi, AB’nin almış olduğu pozisyon, yine bölgesel güçler olarak İran ve
Türkiye’nin izledikleri siyaset göz önünde bulundurulduğunda ABD’nin geri adım
atması, Suriye siyasetinden kendisini çekmesi mümkün gözükmemektedir.  Hem
bu nedenler, hem de halkların direnişi sonucu  Türkiye’nin bölgesel
hedeflerini gerçekleştirmesinin oldukça zor olduğu, bunun dönemsel olarak
yaşadığı sorunlarda da, kendisini dışa vurduğu görülmektedir.

Irak’ta 25 eylül referandumundan  sonra, 
gerçekleşen Kerkük’ün işgali ve   sonrası oluşan kriz, yapılan genel
seçimler ile bir nebze de olsa durulma sürecine girmiştir. Yapılan genel
seçimler, her ne kadar tartışmalara neden olup, hükümet kurma çalışmaları uzasa
da, nihayetinde tüm tarafların üzerinde hemfikir olduğu, ülkenin yeni yönetimi
belirlenmiştir. ABD ile İran arasındaki çıkar çatışmalarına fazlasıyla tanık
olunan Irak’ta, temel güçlerin üzerinde uzlaştığı yeni yönetim şekillenmiş,
fakat  var olan sorunlar yerli yerinde durmaktadır. Gerek Şiiler gerek de
Sünni Araplar arasındaki çelişkiler,  yine Araplar ile Kürtler arasındaki
çelişki ve çatışmaların,  önümüzdeki dönemde de devam edeceği görülmektedir.
Yer-yer durulsa da Irak zeminindeki çatışmalar devam edecektir.  Ne İran
ne de ABD  Irak’tan vazgeçmeyeceklerdir. Bu nedenle  gelecek dönemde
çatışmaların süreceği, Irak’ın bir nevi bu iki güç arasında  mücadele
sahası olmaya devam edeceği görülmektedir.  Aynı durum Kürtler ile
Arapların, Kerkük’ün yanı sıra, tartışmalı alanlar için de
geçerlidir.  

Başûrê Kürdistan’da, hakim iki güç konumundaki PDK ve
YNK’nin, yaşadıkları çürüme ve yozlaşma  derinleşerek devam etmektedir. Bu
iki güç bünyesindeki çürüme, yozlaşma ve iç kavga her geçen gün daha fazla
aleni hale gelmekte ve tahripkar olmaktadır. Her iki gücün arasındaki
ilişkilerde cumhurbaşkanlığı seçiminde görüldüğü gibi,  yer yer karşı
karşıya gelseler de, birlikteliklerinin  devam edeceği görülmektedir. iki
güç,  tarihsel olarak birbirini besleme temelinde ayakta kalmış,
iktidarlarını sürdürmüşlerdir. Son yapılan yerel seçimlere,  halkın
neredeyse yarısının katılmaması bu güçlere olan güvensizliğin göstergesidir.
Sadece genel seçim sonuçları dahi, bu iki gücün birbirine yakınlaşmasını,
birbirlerini kirli politikalarında kollamalarını beraberinde getirecektir.
Önümüzdeki süreçte baskı ve zor politikasına ağırlık verip- halktan
alamadıkları desteği dışardaki güçlerden almaya devam edeceklerdir.  Bu
çerçevede PDK’nin Türkiye ile, YNK’nin ise İran İle ilişkileri daha da
derinleşecektir. KDP’nin Maxmur saldırısı karşısında sessizliğe bürünmesi,
YNK’nin ise Tevger’e dönük saldırıları bu gidişatın ilk işaretleridir. KDP
önemli oranda bir ulusal güç olmaktan çıkmıştır. Şimdi aynı uğursuz zemine
YNK’yi de çekmek ve kendisinin bir uzantısı haline getimek istemektedir.
Tevger’e dönük saldırı bunun ilk işaretidir. Fakat halkın duruşu bu iki gücün
hızla aşılmalarını da fırsat sunmaktadır. Son yapılan seçimlere halkın
ilgisizliği, yer yer ayaklanmaya varan eylemsellikler, tabanda ciddi bir
rahatsızlığın olduğuna işaret etmekte ve doğru örgütlendirilirse demokratik bir
dönüşüme zemin oluşturmaktadır.

İran, izlediği siyasette bir tekrarı
yaşamaktadır.   Dışarıda,  oluşturduğu savunma hatlarında son
dönemde  peş-peşe darbeler almıştır. Bu nedenle  İran,  daha
fazla içeriye yönelmektedir. Suriye ve  Yemen’de yaşanan gelişmeler, 
İran’ı gerileten temeldedir.  ABD’nin isteği ve yönlendirmesiyle oluşan
Arap bloku, İran’ı ciddi biçimde zorlamaktadır. Her ne kadar ‘Kaşıkçı’
cinayetiyle Suudilere, ABD tarafından belli bir baskı uygulanıp, tamamen teslim
alınmak istense de, esas hedef İran’dır.  ABD’nin son aldığı yaptırım
kararı, İran’ı önemli oranda zorlamış, büyük bir destek aldığı Çin’in dahi temkinli
yaklaşmasına- belli şirketlere yapılan uyarılara- neden olmuştur. Rusya her ne
kadar, ABD gibi düşünmese de İran’daki katı teokratik rejimi esnetmek
istemektedir. Bu noktada  İran ’a yönelik siyasal-diplomatik,
ekonomik  kuşatma ve saldırılar , içerden bir rejim değişikliğini 
hedefleyecektir.  Dışardan gelişen bu  kuşatma hareketine, İran’ın
daha fazla içe kapanarak cevap olmaya çalıştığı, attığı son adımlardan
anlaşılmaktadır. Hem gerçekleştirdiği idamlar, hem Koye saldırısı hem de içerde
gelişen halk eylemleri karşısındaki tutumu, demokratik bir değişim ve dönüşüme
kapalı olduğunu göstermektedir. Kuşkusuz İran’da başta Kürtler olmak üzere
halkların bir direniş geleneği mevcuttur.  Doğru örgütlendirildiği oranda
da içerden bir değişim ve dönüşüm mümkündür.

Geçen bir yıllık süreçte özgürlük hareketi çok yönlü
ve kapsamlı saldırılarla karşı-karşıya kaldı. Sömürgeci Türk  devleti
soykırımı amaçlayan saldırılarını nihayete erdirmek istedi.  Bu amaç
doğrultusunda tüm imkanlarını seferber eti. Anti özgürlükçü ittifaklar
kurdu.  Rusya’nın bölgedeki polisliğine soyundu.  Son teknoloji
ürünü  her türlü silahı devreye koydu. Her tür yöntem ve aracı devreye
koyarak soykırım saldırılarını zirveleştirdi.  Bu durumu  küresel ve
bölgesel güçlerinden değişik düzeydeki saldırıları izledi.  Bu anlamıyla
geçen bir yıl Özgürlük hareketinin tarihindeki  en ağır saldırılara
muhatap olduğu süreç oldu. Buna karşı tarihi bir direnişle ağır bedeller
pahasına da olsa saldırılar önemli oranda boşa çıkarıldı. TC’nin tüm imkanlarını
seferber ederek yapabileceğinin  kimi yönleri ile gelişimi sınırlama ve
zaferi ertelemeden öteye olmayacağını gösterdi. Doğru bir örgütleme, planlama
ve pratikleşme ile tüm saldırıları boşa çıkarmanın yanı sıra zaferin mümkün
olduğunu kanıtladı. Direniş bir yanda sömürgeci sistemi iktisadi olarak tüketme
ve dış yardım olmadan varlığını sürdürülemez hale getirirken, diğer yandan
yoğun savaşın yaratığı ekonomik çöküntü, siyasi  krizleri tetikleyerek
faşist blokta çözülme ihtimalini açığa çıkardı. Bu nedenle faşist bloklaşmada
çatırdama başladı.  Kerkük ve Afrin saldırılarında görüldüğü gibi
Kürdistan’daki sömürge statüsünün ana merkezi Türkiye’dir. TC, Bakur’da
sömürgeci güçtür. Başur ve Rojava’da ise işgalci durumdadır. Bu nedenle
Bakur’da sömürgecilik  darbelenmeden, varlığı sona ermeden diğer
parçaların özgürleşme şansı yoktur. Geçen bir yıl içinde yaşananlar bu
gerçekliği daha fazla kanıtlamıştır. TC diğer sömürgeci güçleri de yanına
alarak Kürdistan savaşını Misakı-milli sınırları dışına çıkarmaya  çalışmıştır. 
Fakat gelişen direniş savaşın geniş coğrafyaya yayılması  TC için
katlanması imkansız külfetler yaratmasını sağlamıştır. Bir birini tetikleyen
krizler ve yönetememe durumu bu zemin üzerinde boy vermiştir. Mevcut durumu TC
için bir yıkıma dönüştürmek her zamankinden daha fazla imkan
dahilindedir.  TC’nin devreye koyduğu, insanı, iradeyi inancı
yadsıyan  gelişmiş teknolojiye dayalı savaş stratejisi  en güçlü
olduğu yerde en zayıf olmayı da bağrında taşımaktadır. Bir vidanın eksilmesi
durumunda devasa düzeydeki son teknoloji ürünü bir makinanın işlevsiz hale
gelmesine benzemektedir. Bu noktada eskiden, alışkanlıklardan ısrar etmemek,
koşulların gerektirdiği yenilenmeyi sağlamak, yeniden örgütlenmek, yeni
planlamalara gitmek ve yaratıcı-güçlü bir pratikleşmeyi yakalamak zafere giden
yolu açacaktır.

Can Toprak

Kürdistan
Stratejik Araştırmalar Merkezi

www.lekolin.com
– www.lekolin.org – www.lekolin.net – www.lekolin.info -www.navendalekolin.com
-http://kursam.org/index.html- http://kursam.net/index.html

Can ToprakKürdistan
Stratejik Araştırmalar Merkeziwww.lekolin.com
– www.lekolin.org – www.lekolin.net – www.lekolin.info -www.navendalekolin.com
-http://kursam.org/index.html- http://kursam.net/index.html

Etiketler: araştırmadirenisfasizmkurdiKurdishkurdistanLekolinTurkishTürkiye
Önceki yazı

YXK’den Öğrenciler Birliği Konferansı’na Katılım Çağrısı

Sonraki Haber

Tükür Yüzüne Celladın, Fesatçının, Hainin…

Benzer Haberler

Özel Savaş Politikalarının Merkezi Amed
التحليل السياسي

Özel Savaş Politikalarının Merkezi Amed

15 يناير 2023
2023’te Kürtleri Büyük Zafer TC’yi Yıkım Bekliyor Neden Mi?
التحليل السياسي

2023’te Kürtleri Büyük Zafer TC’yi Yıkım Bekliyor Neden Mi?

10 يناير 2023
Yemen Senin Değil De Kürdistan Mı Senin?
التحليل السياسي

Teşhir Oluyorlar ! – EDİTÖRDEN

6 يناير 2023
Sonraki Haber
Tükür Yüzüne Celladın, Fesatçının, Hainin…

Tükür Yüzüne Celladın, Fesatçının, Hainin...

Öne Çıkan Yazılar

  • Komünar Sitesi Yayında

    Komünar Sitesi Yayında

    1186 Paylaşım
    Paylaş 474 Paylaş 297
  • Ermenistan 2 Gerillayı Neden Ve Nasıl Teslim Etti

    834 Paylaşım
    Paylaş 334 Paylaş 209
  • Sihad Barzani Komutasında MİT Yeni Üsler Kuruyor!

    1133 Paylaşım
    Paylaş 453 Paylaş 283
  • 30 Yıllık Serxwebûn Arşivi İnternette

    1015 Paylaşım
    Paylaş 406 Paylaş 254
  • İstihbarat ve Türk Devlet Geleneği –DOSYA 1

    994 Paylaşım
    Paylaş 398 Paylaş 249

Önerilenler

Özel Savaş Politikalarının Merkezi Amed

 Kerkük Karışacak! -ÖZEL HABER

2023’te Kürtleri Büyük Zafer TC’yi Yıkım Bekliyor Neden Mi?

MİT Rojava İşgal Operasyonu İçin Urfa’da Arap Aşiretleriyle Toplandı – ÖZEL HABER

Cinayet ve Katliam Çetesi MİT’in Unuttuğu Gerçek

  • Hakkımızda
  • İletişim
  • Tüm Yazılar
KÜRDİSTAN ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

© 2020 Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi

Tekrar hoşgeldiniz!

Hesaba giriş

Şifrenizimi unuttunuz?

Tüm alanlar zorunludur

Şifrenizi sıfırlamak için lütfen kullanıcı adınızı veya e-posta adresinizi girin.

Oturum aç

Add New Playlist