• kurdî
  • Turkish
  • الرئيسية
  • اخبار
  • مقالة
  • بحث
  • التحليل السياسي
  • حقائق
  • الكل
    • الدراسات الاستقصائية
    • الإعلانات
    • ريبورتاج
    • المحررين
    • علم البيئة
    • اقتصاد
    • المرأة
    • الشبيبة
    • الصحافة الاجنبية
    • تاريخ ولغة كوردستان
    • من نحن
    • تصريحات صحفيه
    • تحديثات
    • التاريخ
    • وثائقي
    • نصوص
    • من القارئ
    • وجهات نظر
    • المشاركات
    • تكنولوجيا
    • حقائق
Sonuç yok
Tüm Sonuçları Göster
  • الرئيسية
  • اخبار
  • مقالة
  • بحث
  • التحليل السياسي
  • حقائق
  • الكل
    • الدراسات الاستقصائية
    • الإعلانات
    • ريبورتاج
    • المحررين
    • علم البيئة
    • اقتصاد
    • المرأة
    • الشبيبة
    • الصحافة الاجنبية
    • تاريخ ولغة كوردستان
    • من نحن
    • تصريحات صحفيه
    • تحديثات
    • التاريخ
    • وثائقي
    • نصوص
    • من القارئ
    • وجهات نظر
    • المشاركات
    • تكنولوجيا
    • حقائق
Sonuç yok
Tüm Sonuçları Göster
Sonuç yok
Tüm Sonuçları Göster
Anasayfa اقسام دراسات

AKP-MHP Faşizminin Yükselişi ve Çöküşü –YAZI DİZİSİ 5 Faşizmin Dış İlişkileri

Yayınlayan Lekolin
3 أبريل 2022
Kategori: دراسات, نصوص
273 3
A A
AKP-MHP Faşizminin Yükselişi ve Çöküşü –YAZI DİZİSİ 5                     Faşizmin Dış İlişkileri
Facebook İle PaylaşınTwitter İle Paylaşın
FacebookX

HABER MERKEZİ – T.C. ‘nin kuruluşundan bu yana derinleşen bir oranda bağlı olduğu Batılı hegemonik güçler ve onların lideri olan ABD ile Suriye iç savaşının başlangıcından itibaren görünür olan kökeni ise 3. Dünya savaşının başlangıcında saklı olan aynı strateji ve ideolojik perspektif fakat farklı politikaları söz konusuydu. Suriye iç savaşını bölgesel güç hülyalarının gerçekleşebilme zemin olarak gören AKP bu savaşa daha başında müdahil oluyordu.

Faşizmin ülke içi dayanaklarının ardından esas desteğini bulduğu dış güçlerle ilişkilerine bakabiliriz. AKP-MHP faşizmi her şeyden önce 3.Dünya Savaşı koşullarında ortaya çıkmıştır. 1990’larda itibaren daha çok ideolojik mücadele ile ve kısa süreli askeri çatışmalarla kendini gösteren Önderliğin ‘kaos aralığı’ olarak adlandırdığı bu dönem 2010’larla birlikte açık çatışma evresine geçiyordu. Tarafları mevcut statükocu güçler, yeni bir dizaynı hedefleyen emperyalist merkezler ve halkların demokrasi güçleri olan bu çatışmada ideolojik olarak ise yalnızca iki cephe söz konusudur. Kapitalizmin aynı ilkeler temelinde yeniden organizesini hedefleyen devletçi güçler ve daha özgür, daha eşitlikçi bir sistem inşa etmek isteyen demokrasi güçleri. Bu mücadele geçici ittifaklar, derin çelişkiler ve kazanımların kalıcılaşması temelinde sürürken eski uluslararası düzenin kurumları önemsizleşmektedir. Bu şekilde içte kendini bağlayan yasal bir zemini zaten rafa kaldıran faşizm uluslararası arenada da BM Sözleşmeleri gibi saldırganlıkları sözel düzeyde de olsa sınırlayan ilkeleri kolaylıkla hiçe sayabilmektedir. Bu çerçevede faşist zihniyeler kendilerini daha rahat ifade etmekte hem kendi toplumlarına hem de dışarıya saldırılarını yoğunlaştırabilmektedir. AKP-MHP faşizmi dünyadaki bu kaotik süreçten bağımsız değildi ve iktidarını bu karmaşadan beslenerek sürdürüyordu. Hala iktidarı uzatma devrelerini yaşayabiliyorsa bunun da nedeni dünyadaki ama özellikle bölgemizde yoğunlaşan kaostur.

AKP Suriye İç Savaşını Rüyalarını Gerçekleştirmenin Zemini Olarak Görüyor

Uluslararası dengeler faşist ittifakın manevra olanaklarını artırıyordu. T.C. ‘nin kuruluşundan bu yana derinleşen bir oranda bağlı olduğu Batılı hegemonik güçler ve onların lideri olan ABD ile Suriye iç savaşının başlangıcından itibaren görünür olan kökeni ise 3. Dünya savaşının başlangıcında saklı olan aynı strateji ve ideolojik perspektif fakat farklı politikaları söz konusuydu. Suriye iç savaşını bölgesel güç hülyalarının gerçekleşebilme zemin olarak gören AKP, bu savaşa daha başında müdahil oluyordu. İŞİD başta olmak üzere cihadist çeteler üzerinden Rojava devrimini bastırıp egemenlik alanı elde etmeyi amaçlayan T.C. bu konuda ABD ile kısmen ayrı düşüyordu. 2015’e gelindiğinde bu durum ilişkilerin oldukça soğuk bir konuma gelmesine yol açmıştı. ABD kendi planları için Erdoğan’ın iyi bir yardımcı olmadığını düşünüyordu. Tam o tarihlerde tartışmalı bir şekilde Rus uçağının düşürülmesi AKP-MHP faşizminin körfez devletleri dışında güçlü müttefikinin kalmamasına yol açtı. Fakat Erdoğan 2016 baharı ile birlikte bu durumu Rusya’ya çok fazla taviz vererek, ilişkilenerek aşmaya çalıştı. ABD ise Trump yönetimi ile beraber zikzaklı politikalarla T.C.’yi bir yandan cezalandırmaya diğer yandan ödüllendirme yöntemi izliyordu. Bu şekilde kendi oyun sahası olan Türkiye’de Rus nüfusuna azaltmayı ve kendi çizgisi ile çelişen yönleri törpülemeyi başarmayı umuyordu. Rusya’dan alınan S-400’lere karşı F-35 uçak projesinden T.C.’yi çıkartması bu tür cezalandırma hamlelerinden biriydi. Lakin faşist iktidara verdiği desteğin her geçen gün azaldığını göstermekte hiçbir çekince görmüyordu.  Kısaca faşizm bugünde kısmen sürdürdüğü Rusya ve ABD arasında manevralarla kendine alan açma politikalarını uluslararası sistemde var olan krizli durumdan yararlanarak pratikleştirdi. Bu durum başlarda faşizmin içerde rahat hareket etmesine olanak sağladı. Fakat bu manevralar 2019’un ortasından itibaren onun için bir çıkmaz haline geldi.

Rusya ve Türkiye İlişkisi

Rusya ise Türkiye’yi Suriye özelinde çatışan politikaları(bu İdlip’te sıcak çatışmaya da döndü, bu noktaya geleceğiz.) olmasına karşın onu ABD’nin güdümünden ne denli uzaklaştırabilirse bunu başarı olarak ele aldı. Nitekim ABD’nin en azından kısmi onayına sahip 15 Temmuz darbe girişiminden AKP-MHP faşizmini aktif olarak korudu. Efrin’de yaptığı ise sadece Halep’i kazanma değil, T.C.’yi tam olarak kendine bağlama hamlesiydi. Nitekim simgesel olarak stratejik olan S-400 sözleşmesi bunun ardından geldi.  2018’in sonundan itibaren S-400 gibi konularla birlikte iki merkez devlet arasında daha net seçim yapma zorunda kalınca manevra yeteneği de sınırlandı. Tarihsel olarak bağlı olduğu ABD öncülüğündeki bloktan kopması iki taraf için de çok zor olan Türk devletinin Suriye özelinde somutlaşan çelişkileri aşması da mümkün olmuyordu. Rusya ile verilen onca tavize karşı tam bir eklemlenme gerçekleşemiyordu. S-400 füzelerinin kendisi bile aslında silahlanma çılgınlığından ziyade Rusya’ya taviz, ABD’ye ise mesaj anlamını taşıyordu. Yine de Rusya’nın isteklerine de bu çerçevede cevap vermesi gittikçe zorlanıyordu. İdlib bu kördüğümün oldukça can alıcı adıdır. Rusya aynı pragmatist tavrı ile AKP-MHP faşizmine yaklaşmaya devam etse bile farklı biçimlerde de Erdoğan’ın döneminin kapandığını ve buna göre planlamalara gideceğinin işaretlerini de 2019’dan itibaren gösterdi. Moskova 2019 Sonbaharında ve 2020 başında verilen Putin-Erdoğan görüntüleri ile bunu simgesel olarak ifade etti.

AB 2010’dan itibaren Fransa ve Almanya arasındaki rekabet ve birlikteliğin damgasını vurduğu daha çok da Almanya’nın baskın olduğu bir politik birim konumuna geldi. AB özellikle bir türlü gerçekleşmeyen Brexit sonrası içe gömülmüş bir politika yürütmek durumunda kalmıştı. Türkiye ile uzun zamandır formaliteye dönen üyelik müzakereleri çerçevesinde yürüyen vasat ilişkiler 2015’ten itibaren mülteci sorununa kilitlendi. Mültecileri bir sopa ve ekonomik yardım aracı olarak kullanan AKP-MHP faşizmi bu yöntemle AB’den ama özellikle Almanya’dan coşkun olmayan bir destek sağladı. Özyönetim süreci ile berber gelişen vahşi saldırılara ve OHAL darbesinin ardından sistematik hale gelen faşist uygulamalara karşı AB gözünü kapadı. Kürt halkına karşı yapılan saldırılar kapsamında bu süreçte AİHM taşınan neredeyse hiçbir dava hakkında olumlu bir karar vermemesi bu desteğin açık göstergesiydi. AİHM, Önderliğe yapılan fiziki işkenceyi yasal gören bir karar dahi alabildi. Tüm bunlar 90’lardaki vahşete yakılan yeşil ışığa paralel bir tutumdu. Rojava’ya yönelik saldırılara sessiz kalma da bir kez daha açıkça görülen ama onun da ötesi politikalarla Almanya’nın AKP-MHP ittifakına desteği ile görünür olan bir onay hala söz konusudur fakat faşizmin gittikçe gerilemesi ile beraber AB’nin desteği de azaldığını da görebilmekteyiz. Bu açıdan Fransa’nın tutumu daha açıktır. Faşist iktidarın gerek Rojava gerekse Libya hamlelerine yüksek perdeden karşı çıkan Fransa’nın bu konuda ne kadar pratik adım atacağı ya da mülteci sopası karşısında cevap verme kapasitesinin ne olduğu hala cevabını arayan bir sorudur. Yine Libya meselesinde doğrudan çıkarlarını zedelediği İtalya ve Yunanistan’ın ne yapacağı belirsiz olmakla birlikte AKP-MHP’nin kredisini azalttığı açıktır. Doğu Akdeniz’de sürekli artan hak talepleri Kıbrıs üzerinden Yunanistan’la çelişkileri artırdığını ve bunun da faşist hükümet üzerinde bir baskı unsuru olduğunu da eklemeliyiz.

AKP-MHP Faşizmin Libya’ya Müdahale Gücünü Nereden Alıyor!

AKP-MHP hükümeti Rojava’ya yönelik saldırılarının ardından 2019’un sonlarına doğru askeri olarak yeni bir dış meseleyi gündeme soktu. Bu Akdeniz’de kritik bir konumu olan fiilen ikiye bölünmüş çetin bir iç savaşın sürdüğü Libya sorunuydu. Oldukça zayıflamış Trablus hükümeti ile yaptığı T.C. ‘nin Libya’nın hem deniz hem de karadaki yer altı kaynaklarını sömürmesine izin veren antlaşmaya ile beraber doğrudan iç savaşa dâhil oldu. AKP-MHP faşizminin Libya müdahalesi Osmanlı hayali temelindeki bölgesel hegemonyasının nasıl olacağını göstermesi açısından da önemliydi. Şimdi faşizm ya büyüyeceğiz ya yok olacağız argümanına sarılıyordu oysa işgallere muhtaç olan kendi iktidarıydı. İç meşruluk tartışmaya girdiği andan itibaren dış askeri seferler devreye konuyordu. Bölge ülkelerini sömürecek ve bunun için gerekirse zor kullanacak. Bölgesel barış, Osmanlı Barışı gibi tüm cafcaflı lafların ardındaki gerçek buydu ve Libya meselesi bunu tüm açıklığıyla ortaya koydu. Ve politikalarını uygulamak için kullandığı araçlarda tipikti. Yıllardır cihadist çetelerin AKP-MHP faşizminin paralı askerleri olduğu hakikati biliniyor, dillendiriliyordu fakat bunun bu kadar pervasızca sergileneceğini tahmin etmek güçtü. Adı sözde “Suriye Milli Ordusu” olan çeteler yüzlerce kilometre ötedeki Libya’ya açıkça taşınıyordu. Uluslararası örgütlerin buna karşı herhangi bir işlem yapmamış olması aslında 3. Dünya savaşının 20. Yüzyıl kurumlarını tasfiye ettiğini bir kez daha kanıtladı. Çünkü T.C. ‘nin yaptığı operasyon BM sözleşmesinin neredeyse tüm maddelerine aykırıydı. Yabancı bir devlet başka bir devlete terör örgütlerini transfer ediyordu. Uluslararası ilişkiler zaten 90’lardan itibaren tekrardan özüne yani çıplak zora, güçlünün haklı olduğu ve bunu gizleme gereğinin duyulmadığı dönemlere geri dönmüştü. 21. Yüzyılın ilk on yılı sonrası artık bu durum tüm açıklığıyla ortaya çıkmıştı. Fakat askeri hareketten bölge ülkeleri gerekli mesajı aldılar. T.C. ‘nin nasıl bir bölgesel güç olmayı istediğini tahmin ediyorlardı fakat Libya bunu herkese net bir şekilde gösterdi. Kelime oyunlarına, sahte tehdit algılarına dayanarak Suriye topraklarına giren T.C. ‘nin Libya’da çıkar dışında ifade edebileceği hiçbir gerekçe yoktu. Aynı zamanda İhvancı tarafa cihadist örgütlerle müdahil olması bölgeye dayatacağı ideolojiyi de sergiliyordu. Fakat bu maceranın faşizmin beklediği gibi sonuçlanmayacağı daha baştan belli oldu. İhvancı Trablus hükümeti sürekli gerilerken Almanya’dan Rusya’ya birçok ülke bu sorunu çözmek için T.C.’yi dışlayan mekanizmalar geliştirmeye yöneldiler. General Hafter’in güçleri sadece ülkenin büyük kısmını elinde tutmuyor, dış dünyada da ağırlıklı(Rusya’dan ABD’ye İtalya’dan Mısır’a kadar) olarak benimseniyor. Gizlenemeyen kayıplar Libya’daki seferinde bozguna dönme olasılığının ne kadar güçlü olduğunu gösteriyor. Erdoğan’ın şahsi ilişkileri ile bağlı olan şirketlerin insansız hava araçlarının ne kadar güçlü olduğu güzellemelerine karşın Libya’da faşizm “Dimyat’taki pirince giderken evdeki bulgurdan olma” deyimi ile anlatılan sonuca çok yakındır. Ve bu askeri sefer hem çöküşünün göstergesi hem de bu süreci hızlandıran bir nokta olarak tarihe geçebilir.

Faşizm İttifakı ve Körfez Ülkelerin Tutumları

Baştan itibaren AKP-MHP faşizminin temel destekçisi konumunda olan Körfez ülkelerinin tutumlarına da dikkat çekmeliyiz. Faşizmin ekonomik olarak her sıkıştığında yüksek petrol gelirlerinden ayırdığı sıcak para ile yardımına koşan Körfez ülkelerinin AKP-MHP’den umudu cihadist güçleri pratikte daha fazla desteklemesi ve İran ile Suudi Arabistan arasında sıkışmış olan konumlarını rahatlatmasıydı. Her ne kadar Osmanlı söylemleri bu ülkelerin bazılarında(BAE gibi) derin hoşnutsuzluğa yol açsa bile genel eğilimleri çaplarından büyük olan gelirlerini onları doğrudan tehdit etmeyen bir güçle sağlamlaştırmaktı. Fakat Katar gibi ülkelerin yardımları gittikçe ne ekonomik kriz için ne de uluslararası tecrit konusunda yeterince yardımcı olmamaya başladı. Ortadoğu’da etkinliği açık olan belli başlı ülkeler AKP’nin bölge politikalarını haklı olarak kendilerine karşıt ele aldılar. Mısır’da İhvan iktidarının darbe sonrası düşmesinin ardından AKP karşıtı tutumu kemikleşti, sıradan diplomatik ilişkiler bile en aza indi. Rojava yönelik saldırıları ve Libya’daki iç savaşa doğrudan müdahalesi ise Arap ülkelerinin genelinde faşist iktidarın tehdit olarak görülmesine yol açtı ve bu durum T.C. ‘nin uzun zaman sonra bölgede bu denli yalnızlaşmasını getirdi. Öyle ki Suudi Arabistan’la olan geleneksel iyi ilişkiler bile kopma noktasına(Kaşıkçı suikastı bunun simgesiydi)  yaklaştı. Bu da AKP’nin bölgede zora dayalı hamleler dışında politik seçeneğinin kalmaması anlamına geliyordu.

TC ve İran

İran’ın Ortadoğu’da T.C. ile bölgesel hegemonya mücadelesi tarihe dayalı bir ülke olduğu bilinmektedir. İki sömürgeci güç anti Kürt ittifakını bir an bile elden bırakmaksızın bölgesel konularda rekabet ederler. Mezhep kimliği bu rekabette önemli bir etken olmakla birlikte iki imparatorluğun kalıtçıları için esas mesele bölgesel gücün hangisi olacağıdır. Bu genel duruma karşın İran devleti AKP hükümetleri ile baştan itibaren yakın bir politika izlemiştir. İran rejimi AKP’yi ABD ile çelişkilerinde bir tür arabulucu aynı zamanda ekonomik ambargoları etkisiz bırakma zemini(Rıza Zarrab dosyası hatırlanabilir) olarak görmüştür. 2011’de Suriye iç savaşının başlaması ile bu ülkeye dair politikaları kökten zıt olan iki güç yine de çeşitli defalar(2011 Kandil Savaşı, 2017 Güney Referandumu) Kürt düşmanlığında hızla bir araya gelmişti. İran faşist ittifakın kurulmasıyla beraber faşizme örtük bir destek vermiştir. Bu destekle İran ABD ile artan çelişkilerinde T.C.’yi kendi yanına çekmek ya da en azından tarafsız kılmak istemektedir. Fakat hem Suriye konusunda hem de ABD ile ilişkilerinde beklediği değişikliği görmeyen İran bu desteğini T.C. ‘nin Rojava’ya ve Başur’a düzenlediği işgal hareketlerini kendi egemenlik alanlarına zarar verdiği düşüncesiyle azaltmıştır. İran’ın faşist ittifakı daha uzun süre destek vermesi için kendi cephesinden pek bir gerekçe görünmemektedir.

Aynı zamanda İran Kasım Süleymani suikastı ile alevlenen ABD-İran çelişkisinde AKP-MHP faşist ittifakının nasıl bir tutum alacağından emin değildir. Olay sonrası faşist hükümetin resmi sözcüleri suya sabuna dokunmayan bir tavır aldı. Faşist kalemşorlar ise görülmedik şekilde farklı tutum sergilediler. Faşizmin kimi kalemleri Süleymani’nin yasını tutup bunu özellikle onun resmi devlet kimliğini vurgulayarak karşı konulması gereken yasa dışı bir eylem saydı. Tabi bu şekilde sahte Bat karşıtlığı da körüklendi.  Kimi ise ABD’nin de bazen iyi şeyler yapabileceği söylemiyle Şii kimliği ve mezhepsel politikalarının AKP’nin bölgesel hegemonya iddiasının argümanlarından biri olan Sünni bloğa liderlik konumuna karşı önemli bir aktör olmasından kaynaklı onun ölümü karşısında coşkun bir sevinç gösterdi. İran’ın zayıflamasının kendilerine alan açacağını düşündüler. Süleymani suikastının bu şekilde oldukça zıt ele alınması faşist hükümetin net olmayan pozisyonundan kaynaklanmaktadır. Fakat İran-ABD çelişkisinde er geç bir tutum alınması gerekecek ve alınacak her pozisyon AKP-MHP ittifakını daha da zorlayacaktır.

2006’dan bu yana İsrail’in en büyük başarısı Ortadoğu’nun temel meselelerinden biri olan Filistin sorununu dünyanın gündeminden düşürmesidir ve ilhakları açıktan tartışır konuma getirmesidir. Uzun zamandır zaman zaman halkların sinir ucuna dokunan (Kudüs’ün başkent olmasını ABD yönetiminin tanıması gibi) hamleleri dışında çok gündeme gelmiyor olması İsrail’in Ortadoğu politikalarında etkisiz bir faktör haline geldiği ya da içine çekildiği anlamına gelmez. Aksine hala kapitalist modernitenin Truva atı olan bu faşist devlet belirleyici bir aktördür. AKP’yi baştan itibaren destekleyen, onunla büyük ekonomik ve askeri antlaşmalar imzalayan İsrail, AKP-MHP faşizmine de en büyük desteği örtük olarak sunmaktadır. Görünürde Erdoğan ile 2009’dan bu yana sürekli bir çelişki yaşayan İsrail aslında gizlice bu iktidarı desteklemektedir. Bunun iki nedeni vardır. İlki T.C. İsrail’in kuruluşundan bu yana bölgede onun temel müttefiki olmasıdır. T.C. ve İsrail sadece Kürt ve Filistin halkına karşı yürüttükleri soykırım saldırıları açısından değil, emperyalist sistemin benzer yöntemle inşa ettiği ileri karakollar olmaları nedeniyle de ortak kadere sahiptirler. Aynı zamanda iki devlet Ortadoğu’nun demokratikleşmesinin önündeki temel engellerdir. İkincisi AKP-MHP faşizminin tüm İslamcı retoriğe karşın Ortadoğu politikası İsrail ile tamamen uyuşmaktadır. Cihadist çetelerin yönü bu politika sayesinde Arap ve Kürt halkına İsrail’i rahatlatır bir şekilde çevrilmiştir. Hatta İsrail’in vahşet uygulamalarına Erdoğan’ın üst perdeden karşı çıkıp, pratikte hiçbir şey yapmaması İsrail’in politikalarını meşrulaştırmaktadır. Bu ortaklığı İsrail’in Rojava saldırısına söylemde karşı çıkıp pratikte hiçbir şey yapmamasında rahatlıkla görebiliriz. İsrail öncellikli gördüğü İran tehdidi karşısında da T.C.’yi daha fazla yanına çekmek istemektedir. Öte yandan Siyonist lobi faaliyetlerinin AKP-MHP faşizmine sürekli alan açtığı da unutulmamalıdır. İdeolojik temelde İslam’ın dezenformasyonu ve kapitalist modernite ile uyumlu hale gelmesi zaten Yahudi lobilerinin ana hedeflerinden biridir. Kapitalist merkez ülkelerinin politikaları ile doğrudan paralel olmakla birlikte bazen farklı arayışları da olan uluslararası mali sermaye önemli kazanç kaynakları olan Türkiye’nin ekonomisinin batmasını göze alamaz. Bu açıdan neredeyse sınırsız destek verdiği faşist ittifaka ilk dönemlerde önemli bir alan açtılar. Fakat yıllardır neredeyse kendi çalışanları olan bakan ve bürokratların(Mehmet Şimşek bu açıdan belirgin bir örnektir.) çeşitli nedenlerle tasfiye edilmesi ve faşizmin ekonomik çıkmazı daha da derinleştirmesi bu tekellerin tutumunda değişikliklere yol açtı. Güvenilmez bir aktör olarak Erdoğan’ın kredisi uluslararası finans tekelleri açısından da gittikçe düştü. Erdoğan’ın sürekli faiz lobisi diye onları düşmanlaştırması bu tavır değişikliği ile ilgilidir. Aynı zamanda pastadan daha fazla pay talep etmesi bu güçler nezdinde onu daha kuşkulu kıldı.  İçinde bulunduğumuz dönem bu tekellerinde arayışlarını hızlandırdıkları bir dönemdir. DEVA ve Gelecek Partileri’nin uzun zaman ayak direyerek 2020 başı itibariyle alenen partileşmeleri de hem bu arayışlarla ilgilidir hem de artık bu iktidarın son basamağa geldiğini göstermektedir. Finans kapitalin temsilcileri AKP’yi iktidara taşıdılar, bugünde iktidara yeni bir oluşum atamalarını sağlayacak araçlara sahiptirler.

Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi

Etiketler: ABDABD-NATOAKP-MHP Faşizmi
Önceki yazı

Kürtler, önderleriyle yeniden bir doğuş yaşadılar

Sonraki Haber

AKP-MHP Faşizminin Yükselişi ve Çöküşü –YAZI DİZİSİ 6 Faşist İttifakın Politik Seyri

Benzer Haberler

İşgalci Türk Devletinin Savaş Suçları ve Uluslararası Sessizlik
دراسات

İşgalci Türk Devletinin Savaş Suçları ve Uluslararası Sessizlik

14 ديسمبر 2022
TC’NİN İKİNCİ YÜZ YILINDA DEMOKRATİK CUMHURİYETİ
التحليل السياسي

TC’NİN İKİNCİ YÜZ YILINDA DEMOKRATİK CUMHURİYETİ

13 ديسمبر 2022
Devlet Eliyle Üzeri Örtünmek İstenilen Taciz Ve Tecavüz Olayları BÖLÜM – 2 SON
دراسات

Devlet Eliyle Üzeri Örtünmek İstenilen Taciz Ve Tecavüz Olayları BÖLÜM – 2 SON

12 ديسمبر 2022
Sonraki Haber
AKP-MHP Faşizminin Yükselişi ve Çöküşü –YAZI DİZİSİ 6               Faşist İttifakın Politik Seyri

AKP-MHP Faşizminin Yükselişi ve Çöküşü –YAZI DİZİSİ 6 Faşist İttifakın Politik Seyri

Öne Çıkan Yazılar

  • Komünar Sitesi Yayında

    Komünar Sitesi Yayında

    1186 Paylaşım
    Paylaş 474 Paylaş 297
  • Ermenistan 2 Gerillayı Neden Ve Nasıl Teslim Etti

    834 Paylaşım
    Paylaş 334 Paylaş 209
  • Sihad Barzani Komutasında MİT Yeni Üsler Kuruyor!

    1133 Paylaşım
    Paylaş 453 Paylaş 283
  • 30 Yıllık Serxwebûn Arşivi İnternette

    1015 Paylaşım
    Paylaş 406 Paylaş 254
  • İstihbarat ve Türk Devlet Geleneği –DOSYA 1

    994 Paylaşım
    Paylaş 398 Paylaş 249

Önerilenler

Özel Savaş Politikalarının Merkezi Amed

 Kerkük Karışacak! -ÖZEL HABER

2023’te Kürtleri Büyük Zafer TC’yi Yıkım Bekliyor Neden Mi?

MİT Rojava İşgal Operasyonu İçin Urfa’da Arap Aşiretleriyle Toplandı – ÖZEL HABER

Cinayet ve Katliam Çetesi MİT’in Unuttuğu Gerçek

  • Hakkımızda
  • İletişim
  • Tüm Yazılar
KÜRDİSTAN ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

© 2020 Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi

Tekrar hoşgeldiniz!

Hesaba giriş

Şifrenizimi unuttunuz?

Tüm alanlar zorunludur

Şifrenizi sıfırlamak için lütfen kullanıcı adınızı veya e-posta adresinizi girin.

Oturum aç

Add New Playlist