• kurdî
  • Turkish
  • الرئيسية
  • اخبار
  • مقالة
  • بحث
  • التحليل السياسي
  • حقائق
  • الكل
    • الدراسات الاستقصائية
    • الإعلانات
    • ريبورتاج
    • المحررين
    • علم البيئة
    • اقتصاد
    • المرأة
    • الشبيبة
    • الصحافة الاجنبية
    • تاريخ ولغة كوردستان
    • من نحن
    • تصريحات صحفيه
    • تحديثات
    • التاريخ
    • وثائقي
    • نصوص
    • من القارئ
    • وجهات نظر
    • المشاركات
    • تكنولوجيا
    • حقائق
Sonuç yok
Tüm Sonuçları Göster
  • الرئيسية
  • اخبار
  • مقالة
  • بحث
  • التحليل السياسي
  • حقائق
  • الكل
    • الدراسات الاستقصائية
    • الإعلانات
    • ريبورتاج
    • المحررين
    • علم البيئة
    • اقتصاد
    • المرأة
    • الشبيبة
    • الصحافة الاجنبية
    • تاريخ ولغة كوردستان
    • من نحن
    • تصريحات صحفيه
    • تحديثات
    • التاريخ
    • وثائقي
    • نصوص
    • من القارئ
    • وجهات نظر
    • المشاركات
    • تكنولوجيا
    • حقائق
Sonuç yok
Tüm Sonuçları Göster
Sonuç yok
Tüm Sonuçları Göster
Anasayfa اقسام تاريخ ولغة كوردستان

Tarih Şimdidir-Kürdistan Tarihine Özlü Bir Bakış-14

Yayınlayan Lekolin
15 مارس 2020
Kategori: تاريخ ولغة كوردستان
280 3
A A
Tarih Şimdidir-Kürdistan Tarihine Özlü Bir Bakış-14
Facebook İle PaylaşınTwitter İle Paylaşın
FacebookX

19 Nisan 2017 Çarşamba Saat 17:22

Modernite, çokça iddia edildiği gibi insanlığın en özgür düşünüp kendini özgür iradesiyle var kıldığı bir devir asla olmamıştır. Bu sadece bir propagandadan ibarettir. Zira, merkezi kapitalist hegemonyanın robotlaştırıcı ve insani en temel özelliklerinden soyutlayıcı uygulamalarına karşı toplumsal rıza ve meşruiyet sağlamasının vazgeçilmez retoriklere ihtiyacı vardır

7-Sabetaycılık, Yahudilik ve Türkçülük Üzerine

Bir Kaç Çarpıcı Söz

 Oysa tam tersine modernite, en çok dogmaları olan baskı ve teşhir edici
tüm propagandist yöntemleri kullanarak özgür düşünceyi ve tartışmayı en fazla engelleyen
ve yasaklayan tarihin en büyük manipülatif devridir. Burada tartışacağımız ve
kapitalist modernitenin ırkçı ve vahşi veçheleriyle Anadolu ve Kürdistan’ı en
erken tanıştıran kesimlerin serencamları, dünya çapında benzeri rolleri ele
alındığında anti-semitizm şeklinde damgalanıp adeta cehennemlik bir günah
olarak sunulmaktadır. Bizim burada böyle bir amacımız asla olamayacağı gibi,
ele alıp değerlendirdiğimiz kesimler Yahudi Halkı’nın Siyonist elitleridir ve
gerçek anlamda sosyal bilimlerin sosyoloji, siyaset ve tarih disiplinlerinin
olmazsa olmaz gereğidir.

Bilindiği üzere İspanya’daki Engizisyon zulmünden kaçan
Yahudiler 1391, 1492 ve 1550’li yıllarda dalgalar halinde Osmanlılara ve
İngilizlere sığınmaya başladılar. Özellikle 1492 yılında Osmanlılar tarafından
resmen kabul edildiler. Başta Selanik ve İzmir olmak üzere, çeşitli şehirlere
yerleştirildiler. Yahudiler giderek Osmanlı İmparatorluğu’nda etkili bir yer
edindiler. Yer edinmekle kalmayıp, tarihsel oluşum ve deneyimleri sürecinde
edindikleri kültürel birikim sayesinde Osmanlı saraylarında söz sahibi oldular.
Bu durumu önceleri saraya bir şekilde kızlarını sızdırarak, padişahlarla
evlilikler yoluyla sağlarlarken, tarihin ilerleyen safhalarında Sabetaycılık
ideolojisiyle daha etkin hale geldiler. Özelde İttihat ve Terakki ile tamamıyla
iktidara oturup, yüzyıla en çok damgasını vuranlar oldular. Türkiye
Cumhuriyeti’nin kuruluşu üzerinden çok geçmeden halkların ve kültürlerin başına
balyoz gibi inecek olan tek devlet, tek dil, tek millet, tek bayrak söylemi de,
yine Yahudi Türklerin marifeti olarak tarihe geçecektir. Tuhaf gelebilir ama
yıllar sonra gelişecek olan özgürlük hareketine en çok karşı duracak ve
saldıracak olanlar yine Siyonist ya da Sabetaycı kökenli Türkler yani Beyaz
Türkler olacaktır. Başkan Apo’nun yüzyılın en büyük korsanvari komplosuyla esir
alınarak Türklere teslim edilmesinde yine en büyük rolü bu dönme “Yahudiler
oynayacaklardır.

Denilebilir ki, Kürdistan’da ihanetle Yahudilerin ya da
Sabetaycılığın ne ilişkisi vardır?  Ne var
ki, yakın tarih ve güncellikteki durumları hiç de sanıldığı kadar mahsum
değildir. Kürdistan’da bugün gelişen özgürlük hareketine en çok karşı duran ve
komplo tezgahlayanlar Siyonistlerdir. Yine Türkiye içerisinde Türkleşmiş
Yahudiler olan Sabetayistlerdir. Kürtler arası birliği engelleyen, barajlayan
ve Ortadoğu’da Kürtleri yalnızlık siyasetine itenler hem Türkiye’deki
Sabetayistler olurken, hem de Kürtler arasında Sabetaycılığa geçen, bu bağlamda
İsrail’le her şart altında kader birliği yapan Kürtlerdir. Tüm bu
söylediklerimizin kapsamlı bir ihanet şebekesini oluşturduğunu iddia etmemiz
çokta yanlış olmaz.

İşte bunun için Osmanlılardan başlayarak, Türkiye
Cumhuriyeti’ne ve sonrası döneme kadar Yahudilerin, Siyonistlerin ve
Sabetaycıların gelişimini kısaca ele almanın da faydalı olacağını düşünüyoruz.

Ancak Sabetaycılığı ele almadan önce Osmanlı sarayına bir
şekilde düşen bazı Yahudi kökenli kadından söz etmek iyi olabilir:

Hürrem Sultan, (1506 -1558) Kanuni Sultan Süleyman’ın eşi ve
Osmanlı tarihinde önemli roller oynamış bir sultandır. Bir Osmanlı padişahıyla
nikâhla evlenmiş tek kadın olarak bilinir. Leh asıllı Yahudi bir ailede doğan
Hürrem Sultan, küçük yaşta 1520 tarihinde Ukrayna’dan kaçırılır. Sonra da bir
şekilde Osmanlı sarayına sunulur. Hürrem Sultan, sarayda özel bir eğitim görür.
Kadınsılığı, zekâsı ve becerisi ile padişahın dikkatini üzerine çekmeyi
başarır. Harem kadınları ve saray ileri gelenleri arasında da kendine yer
edinir.

Hürrem Sultan saraya geldiğinde, Kanuni’nin cariyelerinden biri
olan Mahidevran Sultan’dan Mustafa isimli bir oğlu vardır. Mustafa zamanla çok
sevilen bir şehzade haline gelir. Mustafa’nın Kanuni’den sonra padişah olmasına
kesin gözüyle bakılır. Bu da Mahidevran Sultan’ın, Valide Sultan olacağı
anlamına gelir. Oysa Hürrem Sultan her bakımdan Mahidevran Sultan’ın önüne
geçecek ve Kanuni’nin güven ve sevgisini kazanarak, onun nikâhlı eşi olacaktır.
Rakibi olan veziri azam İbrahim Paşa’yi tasfiye edip Rüstem Paşa’yı veziri azam
yaptıracak ve kızı Mihrimah Sultan’ı Rüstem Paşa ile evlendirerek, onunla bir
ittifak oluşturacaktır. Kanuni, yeniçeriler tarafından çok sevilen oğlu
Mustafa’yı kendisini tahttan indirmeyi planladığı inancıyla öldürtür. Bunu
yapanın Hürrem Sultan olduğu çok yazılır, çizilir. Unutmayalım nikâhlanmış tek
kadındır. Bu olayın arkasında daha farklı şeylerin döndüğü açıktır. Yahudilerde
soy anadan oğula geçer. Dolayısıyla ana, yani kadın çok önemlidir.

Nurbanu Sultan (1525-1587) Osmanlı Padişahı III. Murat’ın
annesi, Valide Sultan ve II. Selim’in eşidir. 1520’lerde henüz 10 yaşlarında
bile değilken, Osmanlı korsanları tarafından kaçırılmış ve İstanbul’da pazarda
satılmıştır. Osmanlı kaynaklarında Yahudi bir ailenin çocuğu olarak geçer. Onlu
yaşların başındaki bu küçük kız, bir saray görevlisi tarafından hizmetli
yetiştirmek maksadıyla satın alınır. Henüz çok küçük yaşta kendisini sarayda
bulan kız, saraydaki diğer hizmetçiler gibi eğitimden geçirilir. Ve ne hikmetse
Hürrem Sultan onu tesadüfen görecek ve ona vurulacaktır. Hürrem Sultan sonra da
bu kızı oğlu olan Şehzade Selim ile evlendirir. Tabii bu arada kızın ismi
Nurbanu Sultan olmuştur. Yani “tanrının ışığını saçan kraliçe ! Tesadüfen mi
diyelim, Selim’in tüm kardeşlerinin ölmesiyle, Selim önce Kanuni’nin varisi,
sonra da Osmanlı imparatoru olur, Nurbanu da bir kraliçe. Selim ve Nurbanu’nun
oğlu Murat, Selim’in ölümüyle Osmanlı Padişahı olur ve Nurbanu hayatına valide
sultan olarak devam ederken, Hürrem’den sonra uzun yıllar Osmanlı
imparatorluğunu kapı arkasından yönetir. İlginç değil midir?

Devam etmeden önce, tesadüfen kardeşlerinin ölmesi demişken,
bir parantez açarak Osmanlılarda “tesadüfen ölen kardeş, yeğen ve oğullara
kısaca değinelim.

“Osmanlılarda kardeş katli meselesi şöyledir. Osman Gazi’nin
kardeşi Dündar beyi katli, birinci Murad’ın kardeşleri Halil ve İbrahim’le oğlu
Savcı’yı katli, Yıldırım Beyazıt’ın kardeşi Yakup’u katli, İkinci Murad’ın
amcası Mustafa ile kardeşi Mustafa’yı katli, Fatih Sultan Mehmet’in kardeşi
Ahmet’i ve oğlu Orhan’ın katli, İkinci Beyazıt’ın kardeşi Cem Sultan’ın oğlu
Oğuz’u katli, Yavuz Sultan Selim’in babası İkinci Beyazıt’ı zehirlemesi ve
kardeşleri Korkut ve Ahmet’le sekiz yeğenini katli, Kanuni Sultan Süleyman’ın
Cem Sultan’ın oğlu Murat ile onun oğlunun idamı, oğlu Mustafa ile oğlu Mehmet’i
katli ve yine oğlu Beyazıt ve onun beş oğlunun katli, Üçüncü Murat’ın
beşkardeşini katli, Üçüncü Mehmet’in 19 kardeşini ve oğlu Mahmut’u katli,
İkinci Osman’ın kardeşi Mehmet’i katli, Dördüncü Murat’ın kardeşleri Beyazıt,
Süleyman ve Kasım’ı katli, nihayet Üçüncü Osman’ın amcazadesi şehzade Mehmet’i
katli… İlk akla gelen kardeş katilleridir (Dr. Mehmet Akman: Osmanlı
Devleti’nde Kardeş katli, Eren yayınları) diyerek parantezimizi kapatıp,
konumuza devam edelim.

Safiye Sultan (1550-1618) Osmanlı Padişahı III. Mehmet’in annesi,
Valide Sultan ve III. Murat’ın eşidir. Henüz 14 yaşındayken Akdeniz’de gemiyle
yapılan bir seyahat sırasında, Osmanlı korsanları tarafından kaçırılır ve
Safiye de Osmanlı sarayına düşer. Safiye de Yahudi’dir. Safiye Sultan’a bu kez
Nurbanu, oğlu Sarı Selim için taliptir. Satın alınır, Sofia olan ismi Safiye
yapılır ve 17 yaşında III. Murat’a sunulur. Hemen ardından Osmanlı tahtının
gelecekteki imparatoru III. Mehmet’i doğurarak, saraydaki yerini
sağlamlaştırır.

Hürrem Sultanla başlayan süreç, Safiye Sultan ve
başkalarıyla devam etmiştir. Esasta artık Osmanlı tahtında Yahudiler hem
ekonomik güçleriyle, hem de sarayda padişahlara eş olmalarıyla önemli etkilerde
bulunurlar. Örneğin o yıllarda Osmanlı sınırları içerisinde yer alan kimi
Hıristiyan gruplara gösterilen tahammülsüzlük, İspanya’da Yahudilere yaşatılan
pogromlara cevaben yaptırıldığı iddiası düşündürücüdür. Ayrıca çok sonraları
Ermenilere karşı yapılacak korkunç soykırımda birçok Sabeteyist Jön Türkün yer
alması manidardır.

Ancak devam etmeden önce Önderliğin bahsettiği başka bir
konuyu da aydınlatalım. Osmanlı sarayında sadrazamları katledecek kadar etkili
olabilecek bir Safiye Sultanı bilmek anlamlı olacaktır. Bu sadrazamlardan bir
tanesi Sokullu Mehmet Paşa (1505-1579)’dır.

Bu olay ve ondan önce Şehzade Mustafa’nın katledilmesi gibi
olaylar, Yahudilerin iktidara yakın olmak ve iktidarı ele geçirmek için ne
kadar iddialı olduklarına örneklerdir.

Sabetaycılığa giriş için yukarıda söylenenler önemliydi.
Şimdi Sabetaycılığa adını veren Sabetay Sevi’ye geçelim. Tarih kitapları
Sabetay Sevi için ’17. yüzyılda Yahudiler arasından ortaya çıkan Sahte Mesih’
ifadesini kullanıyor. Ancak ortaya çıktığı dönemde tüm dünyadaki Yahudiliği
ikiye bölen, sadece Osmanlı’da bir milyon kişiyi etrafına toplayan, Avrupa,
Asya, Afrika ve hatta Amerika’ya kadar uzanan, Yahudilik gibi İslamiyet’i ve
Hıristiyanlığı da etkileyen bir harekettir. İspanya, Portekiz, Provence,
İtalya, Sicilya, Almanya ve Avusturya’dan gelen Yahudilere ‘Sefarad’, aynı
dönemde Orta ve Doğu Avrupa’dan gelenlere de ‘Aşkenaz’ deniyordu. Dönmeye ise
genel manada ‘Avdeti’ deniyordu.

Sabetay Sevi, 1 Ağustos 1626 tarihinde dünyaya gelir.
Yahudilikte cumartesi günü doğan çocuklara mümkünse ‘Sabatai’ adını verme
geleneği gereği bu ismin verildiğinin altı çiziliyor. Bu tarih aynı zamanda
Yahudilerin, Birinci ve İkinci Tapınakları’nın yıkılışını andıkları gündür.
İzmirli Sabetay Sevi, 1648’de 22 yaşında Mesihliğini ilan edip tarihin en
gizemli hareketini oluşturur.

Sabetay Sevi, önce İsrail’e oradan da Mısır’a uzun bir
yolculuk yapar. Bu yolculukta Mesih olduğu kabul görür. Ardından Sabetay Sevi
tekrar İzmir’e döner. Sabetay 1666 yılının ilk günlerinde İzmir’den ayrılarak,
İstanbul’a doğru yola çıkar. Müritleri onun İstanbul’a, iktidarı Padişah IV.
Mehmet’ten almak üzere gittiğine inanırlar. İzmirli hahamların şikâyetiyle
saray da bu durumdan haberdar olur. Sadrazam Fazıl Ahmet Paşa’nın emriyle,
Sabetay’ın içinde bulunduğu gemi Çanakkale Boğazı’nda durdurulur. Sabetay
elleri ve ayakları zincire vurularak İstanbul’a getirtilir. Hemen ardından da
kürek mahkûmlarının tutulduğu Haliç’teki Bagno Zindanı’na kapatılır. Sevi üç
gün sonra yargılanmak üzere Sadrazam’ın başkanlığındaki Divan’a çıkarılır.
Girit Seferi öncesinde ortalığın karışmasını istemeyen Osmanlı yönetimi,
Sabetay’ı Çanakkale Gelibolu’da bulunan bir kaleye hapsetmeye karar verir.
Ancak ne hikmetse Sabetay Sevi burada daha etkili olacaktır. Binlerce müridi
onu ziyaret edecek ve çevresi daha fazla genişleyecektir. Yapılan şikâyetler
üzerine IV. Mehmed, Sabetay’ın Edirne’ye getirilmesini emreder. Edirne’de
Padişah’ın da paravan arkasından izlediği bir sorgudan geçirilen Sabetay’a iki
seçenek sunulur. Karşısına bir okçu yerleştirilen Sabetay’a, “Peygamber
olduğunda ısrarlıysan sana ok attıracağız. Mucizeni göster de kurtul. Yok,
ısrarlı değilsen o zaman ceza olarak Müslüman olacaksın” denilir. Sabetay
Müslümanlığı seçtiğini bildirince, hayatı bağışlanacaktır. Edirne Sarayı’na
kapıcı başı tayin edilerek maaşa bağlanır. Sabetay’ın Müslüman oluşu müritleri
arasında bir dalgalanmaya neden olur. Bazıları onu izlemekten vazgeçerken,
bazıları da bunu ‘Mesih’in’ anlamını henüz bilemedikleri bir hareketi olarak
yorumlayıp ona sadık kalırlar. Zaten bir süre sonra Sabetay da çevresine bunun
bir oyun olduğu mesajını yayar. Bunun üzerine müritler tıpkı onun yaptığı gibi
Yahudilikten çıkarak, Müslümanlığı kabul etmeye başlarlar. Bu tarihten sonra da
‘Avdeti’ ya da ‘Dönme’ olarak adlandırılırlar.

Edirne Sarayı’nda yedi yıl kalan Sabetay, bir süre sonra
Padişah IV. Mehmed’in takdirini kazanır. Zaman zaman İstanbul ve Selanik’e
gider. Bu ziyaretlerinde sinagoglara gitmesi ve müritleriyle beraber Yahudi
ayinlerine katılması, bir süre sonra şikâyet konusu olacaktır. Faaliyetlerine
devam ettiği anlaşılınca, Arnavutluk taraflarına sürgüne gönderilir ve orada
ölür. Ama kendisini takip eden 200 aile Selanik’e yerleşerek dış görünüşte
Müslüman, gerçekte ise Sabetaycı-Yahudi olarak yaşamaya devam eder.

Bilindiği üzere, Selanik sonradan gelişecek olan Türklük
akımı için önemli bir merkez olacaktır. Uzun bir süre Türklerin siyasetine
damgasını vuracak olan tüm siyasetçiler buralıdır ya da buradan yetişmedir.

Sabetay’ın ölmesine rağmen, müritleri ona sadık kalırlar. Bu
nedenle onun tavsiyelerine uyarak toplum içinde Müslüman kimlikleriyle yaşayıp,
gizli gizli Yahudi inançlarını sürdürmeye başlarlar. Diğer Yahudiler onları
Müslüman olarak kabul ettiklerinden cemaatlerinden ayrı tutarlar. Sabetaycı
yahut dönme olarak adlandırılan bu grup, Selanik’in Yunanistan’da kalması ile
1924 yılında yapılan nüfus mübadelesi sonucu Türkiye’ye göç eder ve başta
İstanbul’un Şişli ve Nişantaşı semtleri olmak üzere, çeşitli bölgelerine
yerleşirler.

Radikal İslamcı düşünce Sabetaycılığı, Siyonizm’in bir
uzantısı olarak görmektedir. Günümüzde Sabetaycılık’a, Türkiye’de bir ilgi söz
konusu iken, bu ilginin Polonya, Rusya, Hollanda, Amerika (1759’da
Polonya’daki Frankistler toplu halde Hıristiyanlığı benimsemiş Yahudilerdir)
ve Akdeniz ülkeleri gibi dünyanın birçok yerinde de söz konusu olması
ilginçtir.

İttihat-Terakki’nin kurulmasıyla siyasi rolleri
belirginleşen Sabetaycılar, Masonluk ve Melamiliğe (Niyazi-i Misri’nin kurduğu
tarikat) karşı da özel bir ilgi göstermişlerdir. Mesela, Abdülhamit’e tahttan
indirilme kararını tebliğ eden İttihat ve Terakki heyetinde, Selanik Yahudi
cemaatine mensup Emanuel Karasu da bulunmaktadır. Abdülhamit’in tahtan
indirilmesine ilişkin tarihçeler şu noktada birleşiyorlar:

Abdülhamit ile Siyonistler çokça görüşme talep ettikleri
biliniyor. Hatta Siyonist hareketin en etkili isimlerinden olan Herzl’in
1900’lerin başında ise Abdülhamit ile bir kez görüştüğü de biliniyor. Bu yüz
yüze görüşmede ve görüşmelerde Abdülhamit’ten daha önce Siyonistlerin
Filistin’de bir Yahudi devletinin kurulması bunun için Yahudilerin bunun karşılığında
büyük paralar verecekleri hatta Osmanlının var olan borçlarını
karşılayabileceklerini de söylemişlerdir. Ne var ki Abdülhamit’in bu taleplere
olumlamayarak çok sert cevaplar verdiğini de tarihi belgeler bizlere
söylemektedir.

Abdülhamit’in sarf ettiği : “Bu toprakların bir karışını
bile satman, çünkü bu topraklar bana değil, halkıma aittir. Halkım bu
toprakların her karışı için kanını feda etmiştir… Türk İmparatorluğu bana değil
Türk Halkı’na aittir. Bu yüzden hiçbir parçasını geri vermem. Bırakın Yahudiler
paralarını kendilerine saklasınlar sözleri öyle görülüyor ki Yahudi daha
doğrusu Siyonistlerce hiç unutulmamıştır. Unutmadıklarını bizler Abdülhamit’in
başına gelenlerden biliyoruz.

Yine Selanik’te o dönemde, mason locaları ve tarikatlarda
etkili olan Türk ve Müslüman kimlikli aydınların pek çoğu Sabetaycıdır. Örneğin
1908 başında tarihçi Dumont Veritas’ın locaya bağlı Müslüman üyeler diye
sunduğu Osman Adil, Faik Nuzhet (daha sonra bakanlık da yapacaktır), Talat
İsmail, Fazlı Necip ve Mehmet Servet Bey’in Sabetaycı kökenli oldukları
sonradan anlaşılmıştır. Sabetaycılar Yakubiler, Kapancılar ve Karkaşlar olmak
üzere –değişik dini yorumlar sonucunda– üç kola ayrılmışlardır.

Masonluğun kuruluşundan itibaren Yahudiliğin etkisinde
olduğu ve masonluğu Yahudilerin yönettiği artık sır olmaktan çıkmıştır.
Yahudilerin, Tanrı tarafından seçilmiş ırk oldukları ve diğer bütün insanları
yönetmekle görevlendirildikleri şeklindeki inançlarını iyi bilmek gerekir.
Masonluk, Yahudilerin dünyayı yönetme ideallerine hizmet eden ve Yahudiliğin
kontrolünde olan gizli bir teşkilattır.

Sabetaycıların ekonomik güçleri, yüksek kültür seviyeleri ve
masonluğun gücü de dikkate alındığında, bu grubun çok önemli bir güç haline
geldiği kendiliğinden ortaya çıkar. Sabetaycıların siyasette İttihat Terakki
ile etkili olmaya başladıklarını söylemek yanlış olmaz. Nitekim İttihat
Terakki’nin ilk kabinesinde Maliye Nazırı yani bakanı olan Cavid Bey, Sabetaycı
bir siyasetçiydi. Cumhuriyet döneminde de ilk kabinede yine Maliye vekili
olarak bulunan Cavid Bey, Atatürk’e karşı düzenlenen İzmir suikastına katıldığı
gerekçesiyle idam edilmiştir.

İsmail Cem, Rahşan Ecevit, Tansu ve Özer Çiller, Coşkun
Kırca, Yılmaz Erdoğan, Gülben Ergen, Süleyman Demirel ve daha nicelerinin
Sabetayist olduklarını bugün bize bu konuda uzman geçinenler belirtiyor.

Anlaşılıyor ki Sabetaycılar, Osmanlı ve Türkiye tarihinde
göz ardı edilmeyecek derecede, siyasi, sosyo-ekonomik ve kültürel gelişmelere
olumlu-olumsuz damgasını vurmuşlardır. Belirtilmeli ki bazı Sabetaycılar
Türkiye’nin demokratikleşmesi ve iç barışını oluşturması çabası ile sürecine
karşı, çok olumsuz bir tutum ve faaliyet içinde olmuşlardır.

Konunun başında da belirttiğimiz gibi Türkçülüğün
geliştirilmesi de, Yahudilerin marifetidir. Yahudiliğin “Türk rengine
bürünerek, Türkçülüğü geliştirmesi bu davranış tarzının en çarpıcı
örneklerinden biridir. Türk Milliyetçiliği’ni Türklerden önce Yahudiler
geliştirmiş ve bunu Ortadoğu’daki tarihi amaçlarının bir parçası olarak ele
almışlardır. Osmanlı yönetiminde Türklük hor görülen ve aşağılanan bir kimlik
iken, bu devletin son dönemlerinde Yahudiler tarafından öne çıkarılarak, kendi
stratejilerinin bir bileşeni kılınmıştır. Bu yönüyle resmi ya da
devletleştirilen Türkçülük özü itibariyle bir Yahudi-Siyonist icadıdır.

19. yüzyılın başlarından itibaren başta İngilizler olmak
üzere, dıştan dayatmayla Osmanlı’da başlatılan “Batılılaşma hareketleri 1865
tarihine geldiğinde, Yeni Osmanlılar Cemiyeti (Genç Osmanlılar) ile ilk
örgütlülüklerini oluşturmaya başlarlar. Bu örgütlenmelerin en faal üyelerinden
biri de Fransız vatandaşı Yahudi Leon Kahun’dur. Bu harekete 1867 yılından
itibaren Jön Türkler (Genç Türkler) denmeye başlanmıştır. Leon Kahun daha sonra
Türkçülüğün teorisyenliğine soyunur. İlkin 1869 tarihinde, “Asya Tarihine
Giriş Türkler ve Moğollar kitabını yazar. Türkler hakkında abartılı
bilgilerin bulunduğu bu kitap, sonradan Türk ırkçılarının temel kaynaklarından
biri olur. “Türkçülüğün Esasları eserini yazan Ziya Gökalp’ın temel başvuru
kaynaklarından biri olan bu eser, Mustafa Kemal’in de sıkça başvurduğu bir
kitap olacaktır. Yazar Cemil Meriç kitap için “Türk Milliyetçiliği’nin Kur’anı
Kerim’i demektedir. Leon Kahun, 1876 tarihinde de bu sefer benzer nitelikteki
“Gök Bayrak romanını yazmıştır.

Türk Milliyetçiliği’nin mucitlerinden olan diğer bir Yahudi
ise, Armin Herman Vambery’dir. Vambery, Macaristan’ın başkenti Budapeşte
Üniversitesi’nde 1870 yılında ilk Türkoloji kürsüsünü kurmuştur. Vambery, 1908
yılında yine Budapeşte’de açılan dünyadaki ilk Türk Derneği’nin de onursal
başkanıdır. Yine 1910 yılında kurulan “Turan Cemiyeti nin de onursal
başkanlığını yapmıştır.

Osmanlı Devleti’nde gerek Jön Türk Hareketi, gerekse onun
devamı olan İttihat Terakki Partisi, Batı’daki Yahudi–Mason örgütleri ve
localarına bağlı olarak çalışıyor ve onlar tarafından finanse ediliyordu.
İngilizlerin de bu hareketlerin gelişimindeki yönlendiriciliği belirgindir. Jön
Türklerin Yahudi desteğiyle, Osmanlı yönetimine yönelik gerçekleştirdiği ilk
darbenin tarihi 1876’dır. Kurucuları arasında Abdullah Cevdet ve İshak Sükûti
gibi Kürtlerin de yer aldığı ve Jön Türk mirasını devralan İttihat Terakki
Partisi ise 1908’de iktidarı ele geçirdikten sonra, 10 yıl boyunca ülkeyi
darbeler ve krizlerle yönetmiştir. İttihat Terakki Partisi, İtalyan Mason
Karborani örgütünü örnek almış ve bu örgütün gizlilik esaslarına göre
yapılanmıştır.

Bilindiği gibi Karborani Mason örgütü 1800’lerin başlarına
kadar uzanan bir geçmişi bulunmaktadır. “Karbonariler bütün sosyete
sınıflarından mensuplarını toplayarak devlet içinde devlet haline gelmişlerdi.
Mensuplarına askerî emirler vererek, onların suçlarını bile gizli
mahkemelerinde yargılıyorlardı, Umumî mahkemeye kendi gizli mahkemelerinin
müsaadesiyle müracaat edilebiliyordu.

Yukarıda yapılan alıntıda da görüldüğü gibi temel yöntemleri
gizli çalışarak, içten fethetme yöntemi olmaktadır. İttihatçıların da benzer
bir yöntemi zamanında ve bugün ki İttihatçıların, Ergenekoncuların, JİTEM’cilerin,
Özel Harp’çıların halen de Türkiye’de kullandıkları bilinmektedir.

Osmanlı’dan sonra Cumhuriyet döneminde de Yahudi
müdahalesinin sürdüğü görülmektedir. Bu dönemin öne çıkan ismi Avram
Galanti’dir (sonradan Soyadı Kanunu gereğince Bodrumlu soyadını almıştır).
Galanti’nin Türkçülük çalışmaları, Kahun ve Vambery’nin çalışmalarına göre daha
sistematik ve daha derindir. Üniversitelerde profesörlük yapan Galanti,
Cumhuriyetin ilk dönemlerinde bir dönem CHP’den, bir dönem de bağımsız olmak
üzere iki defa milletvekilliği yapmıştır. Türk ırkçılarından çok daha ırkçı bir
“çizgi tutturan Galanti, Türkiye’deki tüm halkların asimilasyonunu savunmuş,
bugünkü “tek çi anlayışın teorisyeni olmuştur. Türkçü görüşlerini birçok
kitapta dile getiren bu Yahudi, Mustafa Kemal hakkında yazdığı yazılarında onu
adeta göklere çıkarmıştır. Galanti bir yazısında da hızını alamayarak
Tevrat’tan yola çıkıp Yasef’in oğullarından Togarma’nın, Türkler olduğunu dile
getirir ve bu biçimde Türklükle Yahudiliği kendince birleştirmeye çalışır.
İlginç görülebilir ancak altı yaşından başlatılıp ergenlik yaşlarına kadar her
okul günü çocuklara okutulan 23 Nisan 1933 yılında yazılmış Türk andı olarak
bilinen faşist yemini yazan yine bir Sebatayist olan Dr. Raşit Galip isimli bir
kişidir.

Meselenin ilginç bir boyutu ise, Türkçülüğün bu
Yahudi–Siyonist karakterinin Cumhuriyet tarihi boyunca gizlenmesidir. Okullarda
okutulan tarih kitaplarında ve yayınlanan diğer eserlerde Türk
Milliyetçiliği’nin kökenleri ve yaratıcıları sır gibi saklanmış olup,
Siyonistlerin stratejik programlarının bir ürünü değil de sanki kendi iç
dinamikleriyle ortaya çıkmış gibi anlatılır. Bu yaklaşımın kendisi dahi
Siyonist–takiyyeci bir tarzdır.

Londra, Selanik, Budapeşte, Paris ve İstanbul gibi
merkezlerde Siyonist–Mason tarzıyla pişirilen Türkçülük gibi Kürt
Milliyetçiliği ve Kürtçülük de, Finans Kapitalin belli başlı merkezlerinin
kumandasıyla Güney Kürdistan’da bilinen ve palazlandırılmış olan ailenin eliyle
geliştirildi, geliştiriliyor. Bu projenin geçmişi 150 yıl öncesine dayanır.
Şimdi ana merkezleri Hewler ve Süleymaniye’dir. Tarz aynıdır. Renk Kürt ancak
özü Siyonizm tarzı örgütlenmedir.

8-İttihat ve Terakki’ye Kısa Bir Değerlendirme

Modern Türkiye Tarihi üzerine tarihsel, toplumsal ve siyasal
çalışmalarıyla bilinen ünlü düşünür Şerif Mardin, İttihat ve Terakki Hareketi
için: “Yeni Osmanlılar dediğimiz ihtilalci örgüt ve devlet adamlarından, askeri
bürokratlardan ve ulemadan oluşan bir Cunta Hareketidir demektedir.

1889 yılında İttihad-ı Osmanî Cemiyeti, askeri tıbbiyede
kurulur. Sonraları farklı adlar altında kurulan çeşitli örgütlerin bir nevi bir
araya gelmeleriyle, kendilerini önceleri Terakki ve İttihat ardından da İttihat
ve Terakki olarak adlandırırlar. Kuruluşu Ahmet Rıza, Prens Sabahattin, Bahaddin
Şakir, İbrahim Temo (Arnavut), İshak Sukuti (Diyarbakır’lı, Sükützadelerden,
Kürt), Mehmet Reşit Bey (Çerkez), Hüseyinzade Ali (Azeri) ve Abdullah Cevdet
(Malatya-Arapgir), Mahir Said gibi isimlerin öncülüğünde oluşsa da, ileride
sivrilecek olan ve harekete damgasını vuracak olanlar Talat Paşa, Enver Paşa,
Cemal Paşa, Dr. Nazım, Cavit Bey ve Abdullah Cevdet olacaktır. Aslen hasbehas
Kürt olmasına rağmen Türkçülüğün ilk babalarından olacak olan Ziya Gökalp da,
sonraları bu hareketin lider kadroları arasında yerini alacaktır. Bu kişi
“Vatan, ne Türkiye’dir Türklere, ne Türkistan! Vatan, büyük müebbed bir
ülkedir, Turan diyecek kadar Türkçü ve kendi halkına da bir o kadar düşmandır.
Paris’te 1902 yılında yapılan İttihat Terakki Kongresi’ne Abdurrahman Bedirxan
ve Hikmet Baban’ın da, katılmaları bu oluşuma gösterilen ilginin anlaşılması
açısından da ilginçtir. Ermeniler, Arnavutlar ve Yunanlar gibi birçok halktan
olan insanlar bir dönem en aktif olarak bu oluşumda yerlerini almışlardır.

Şerif Mardin’in de belirttiği gibi ağırlıklı olarak askeri
kökenlilerden oluşur. Örgütlendikleri merkez Selanik’tir. Selanik, aynı zamanda
o dönemlerde Sebataycılık ile Masonculuğun Osmanlı içerisinde en güçlü
merkezidir. Çoğu İttihatçı, aynı zamanda Mason Localarına üye olarak yer alır.
Ortak özellikleri Osmanlı’nın gidişatından rahatsız oluşlarıdır. Renkleri yer
yer farklı olsa da hepsi özünde imparatorcudur. Bir başka ortak bir özellikleri
ise, komitacı diye bilinen çete savaşında uzman oluşlarıdır. Balkanlarda
devletin yapamadıklarını, bu komitacılar kendi başlarına halklara kan
kusturarak yapmaktadırlar. Tuhaf olan ise bu hareketin içerisinde Ermeni ve
Kürtlerin de yoğun olarak bulunmalarıdır. Hatta örgütün beyin takımında bulunan
Abdullah Cevdet, dönemin ünlü bir Kürt Düşünürü’dür.

Başkan Apo Oligarşik Cumhuriyet Gerçeği kitabında bu örgütü
şöyle değerlendirmektedir: “İttihat Terakki içinde farklı uluslara mensup
şahsiyetler vardı. Bunların çıkarlarının çatışacağı açık! Farklı çıkarlar
savunanların bir komite içinde birlik oluşturmalarının bir nedeni olmalı. Tüm
ayrılıklarına rağmen, hepsi Sultan Abdülhamit’in baskıcı rejimine karşıydılar
ve yine hepsi Batıya derin bir hayranlık duyuyordu. Abdülhamit’in
Pan-İslamcılığı batıya hayran aydınlarda sıkıntı yaratıyordu. Bu rejimin
değiştirilmesi Ortak amaçlarına hizmet ediyordu. Başlangıçta bir Türk
Milliyetçiliği ideali yoktur. Türk Milliyetçi çıkarları savunulduğu kadar Kürt
Milliyetçi çıkarları da savunulur. Abdülhamit’in bazı engellemelerine rağmen bu
engellemelerden bir bütünen kurtulmak istiyor. Bunun sonucu olarak biraz
İttihatçı kesilmek zorundadırlar. İşte Abdullah Cevdet, İshak Sükûti biraz da
bu nedenle İttihatçılarla birlikte hareket eder… Bunlar İttihat Terakki’ye
girerek, kendi Kürtlüklerini herhalde canlı yürüteceklerini sanırlar. İttihat
Terakki aslında dolaylı bir Kürt Milliyetçiliği’ni de temsil eder. İlk başlarda
sadece bir Türk Milliyetçi örgütü değildir. En az Türk Milliyetçiliği kadar,
biraz da Kürt Milliyetçisi bir örgüttür. Başka şeyler de var Araplar da aslında
ilk milliyetçi kulüplerini İttihat Terakki içinde yetiştirirler. Hatta
Ermeniler az çok etkilenirler. Gerçi Ermeniler milli olarak güçlüdür.
Hınçak-Taşnak Partisi 1890’larda kurulur. Ama yine de ilgileri ve ittifakları
var. İttihat Terakki gerçeğinde karşımıza çıkan şudur: Kozmopolit bir yapısı
bulunan ve Abdülhamit’in İslamcılığı’ndan sıkıntısı olan ağırlıklı olarak Mason
Localarının içinde yetişerek Masonlaşanların etkilemesiyle geliştirilen burjuva
bir örgütlenme. Ama herkesin amacı biraz değişiktir. Örneğin Arnavutlar,
Arnavut Milliyetçiliği’ni, Kürtler, Kürt Milliyetçiliği’ni. Araplar, Arap
Milliyetçiliği’ni yapar ve geriye kalan en şoven olmak durumunda kalan Osmanlı
Paşa Milliyetçiliği’dir

Bu Osmanlı paşa milliyetçileri, 23 Temmuz 1908 yılında
Abdülhamit’e karşı hürriyet ilan ederler. Sloganları “Herkese Eşitlik, Hürriyet
ve Kardeşlik idi. Ancak gerçek olan şudur ki İttihat Terakki, Türkiye
Tarihi’nin en karanlık sayfalarına adını kanla yazmaya başlar. Örneğin 31 Mart
Vakası olarak bilinen 1909 yılındaki profesyonelce yapılan darbeyi öyle
tertiplerler ki, yıllar sonra dahi kimse onlarla bağını kuramaz. Bu tertipte,
13 Nisan 1909’da yaşanan bir olay gerekçe gösterilerek Abdülhamit tahtan
indirilir ve yerine V. Mehmet Reşat Paşa getirilir. Daha sonra, 23 Ocak 1913’te
“Babıâli Baskını olarak bilinen eylemi yaparak Sadrazamı istifaya zorlarlar.
Bu eylemde ya da baskında Savunma Bakanı düzeyindeki Harbiye Nazırı’nı bile
vuracak kadar gözü karadırlar. Siyasal karşıtlarını en ince komplo yöntemleriyle
vurmaktan çekinmezler. Örneğin onlarca gazeteciyi sokaklarda gündüz ortasında,
şakaklarına tabancaları dayayarak katledebilmişlerdir. Hasan Fehmi- Serbesti
Gazetesi’nin Başyazarı, Zeki Bey- Şehrah Gazetesi Başyazarı, Hasan Tahsin,
Samim Bey- Sadayı Millet Gazetesi ve daha nicesi. Hepsi de “ülke ve vatan
düşmanları oldukları için, gerici, yaftacı teşkilat mensupları oldukları için,
ülkenin birliğini ve beraberliğini bozmak isteyen nifak tohumları eken
oldukları için katledilmişlerdir. Şu tarihsel ironiye bakın! Bugün de aynı
yöntemlerle, aynı kirli politikalar sürdürülmektedir.

İttihat Terakkiciler giderek asıl yüzlerini
göstereceklerdir. Önceleri sözde ortakçı ve yenilikçi görünenler, özünde ne
kadar militarist ve halklara düşman olduklarını göstereceklerdir. Çok erkenden
Ermeni Kıyımı’na geçeceklerdir. Gerekçeleri ise “savaş esnasında düşmanlarla
işbirliği yapma suçlamasını öne sürerek, 1,5 milyon Ermeni katledilecektir.
Ermenilerden sonra sıra Kürtlere gelecektir. 1916 yılında Anadolu’ya sürülen
Kürtlere-önceden hazırlanmış bir plan gereğince-, orada daha önce yaşayan
mevcut halktan ırkçı bir muamele görecekler. Nüfusları yüzde beşten fazla
olmayacak, ana dilleri yasak edilecek, aydınları ve büyükleri çocuklarından
kopartılacak ve Türkçe öğrenme zorunlu kılınacaktır. O meşhur “Zo gitti, lo
kaldı sözü bu dönemlerden kalmadır. Yani ‘Ermeniler katledildi sıra Kürtlere
gelmiştir!’ anlamında kullanılmıştır. Savaş esnasında Enver Paşa, 90 bin
askerin korkunç kış şartlarında öldüğü Sarıkamış Seferi’nden sonra yok yere şu
sözleri sarf etmemiştir: “Sarıkamış Çarpışması’na dıştan bakarsak yenildik
sayılır. Fakat gerçekten muzafferiz. Çünkü Sarıkamış Ormanlarından Erzurum’a
kadar uzanan yollar üzerinde on binlerce Kürt Genci’nin cesedini bıraktık
diyebilecek kadar Kürt Soykırımı’na angaje olmuştur.

İttihat ve Terakki Cemiyeti yalnızca Ermeni ve Yunanlılara
yönelmekle kalmayıp açıkça görüldüğü gibi, Talat Ermenileri, Enver Kürtleri
ve Cemal Paşa ise Arapları sindirmek için iş bölümüne gitmişlerdir. İttihat ve
Terakki Cemiyeti yönetiminin baskı ve gelişen zulmüne karşı Araplar içerisinde
büyüyen öfke aktif mücadele çağrılarına neden olmuştu. O dönemde yayınlanan bir
bildiride geçen şu sözler bu öfkeyi açıklar niteliktedir: “… Sana ve senin
diline düşmanlık gösteren bu kişileri ülkenizden temizleyin. Müslüman ve
Hıristiyan Araplar, düşmanınıza karşı birleşiniz, sakın bu Müslüman Arap’tır,
bu Hıristiyan Arap’tır demeyiniz. Hepiniz bir Allah’a bağlısınız ve din
Allah’ındır. Onun için birleşiniz… Ey Müslüman Araplar, şayet bu zalim idare
İslami idaredir diye düşünüyorsanız büyük bir hataya düşersiniz. Zira Allah
kitabında “zalimler kâfirlerin ta kendileridir.

Direnmek için örgütlenmeye başlayan Arap Aydınlarına karşı
tutuklama furyası başlatılır. Ardından ise, 20 Ağustos 1915 akşamı hapisten
çıkarılan aydınlar sabah 04.00’den itibaren infaz edilmeye başlanır. 10’u
Müslüman, 1’i Hıristiyan 11 Arap ileri geleni Beyrut’un ana meydanı El-Burç’ta
asılır. 17 Müslüman ve 4’ü Hıristiyan 21 kişilik ikinci grup ise 6 Mayıs 1916’da
şafakla birlikte idam edilir. 14’ü yine El-Burç’ta diğer 7’si ise Şam’daki
al-Marjeh meydanında infaz edilir. Kararı veren ve mahkemeyi bu kararı almaya
zorlayan Cemal Paşa’dır. Günümüzde nasıl ki Ermeniler 24 Nisan gününü MEDZ
YEGHERN (Büyük felaket, cinayet) yani soykırım günü olarak anıyorlarsa, Araplar
da 6 Mayıs gününü şehitler günü olarak anmaktadır.

Tabii, İttihat ve Terakki, en kanlı yüzünü
Teşkilat-ı-Mahsusa örgütünü kurarak gösterecektir. Çok ilginç ve düşündürücü
yönü ise bugün dahil hiçbir zaman Teşkilat-ı-Mahsusa’nın herhangi bir yasayla
kurulmuş olduğunu gösteren bir belgenin dahi bulunamamış olmasıdır. Bu örgütün
çeşitli alt birimleri vardır. Bektaşiler, Mevlevi Taburları gibi! Hepsi
ağırlıklı Balkan Gönüllüleridir. Başkanları Süleyman Askeri Bey, Halil Bey ve
en sonda ise Cevat Bey’dir. Oldukça fazla tetikçisi bulunmaktadır. Gözünü
kırpmadan insanları katleden canavarlara sahiptir. Hıristiyan esirleri nasıl
zoraki sünnet ettiklerini anlatışlarıyla meşhurdurlar. Yakup Cemil, Hüsamettin
Ertürk Bey, Eşref ve Hacı Sami kardeşler, Sapancalı Haki, Ömer Naci Bey, Nuri
Paşa, Eyüp Sabri ve daha niceleri. Hepsi de hukuk tanımadan, onlarca katliamı
bizzat yapmış kafatasçı tetikçilerdir. Ve bunların çoğu bu vahşi cinayetlerde
kullanıldıktan sonra ipleri dürülmüştür. Örneğin Yakup Cemil, 11 Eylül 1916
yılında 42 yaşındayken idam edilmiştir. Bu kadar yetkilerle donatılmış ve kirli
işlerde acımasızca kullanılmış tetikçiler, her zaman olduğu gibi raydan çıkarak
ağabeylerine karşı çıkabilmişlerdir. Böyle durumlarda aynen bugünlerde
gördüğümüz gibi tek tek ortadan ya kaldırılmışlardır, ya da çete örgütü
kurmuşlar gerekçesiyle yargılanmaya tabii tutulmuşlardır. Örgütün alt şubeleri
vardır. Çoğu paramiliter kuruluşlardır Müdafaa i Milliye Cemiyeti, Türk Gücü Cemiyeti,
Osmanlı Güç Dernekleri, Osmanlı Genç Dernekleri, Türk Yurdu Derneği, Türk Yurdu
Cemiyeti, Türk Ocağı, Milli Türk Cemiyeti, İstiklal ve İktisadı Milli Cemiyeti
ve adını burada sayamadığımız daha birçok örgüt bulunmaktadır.

Bu bölümü Başkan Apo’dan bir alıntıyla kapatalım: “Ermeni
Soykırımı bu genel tablo içindeki en trajik bölümdür. Ulus-devlet için ayağa
kalktıklarında (1914 öncesinde ve savaşın ilk yılında), İttihat ve Terakki
yönetiminin 24 Nisan 1915 tarihli kararı temelindeki karşı saldırısıyla
kendilerini binlerce yıllık yurtlarından atılmak ve yollarda imha edilmekle,
geriye kalanların ise uzun süreli diaspora yaşamına mahkûm edilmesiyle karşı
karşıya bulacaklardı. Diaspora Ermenileri bir gerçekliktir ama çok mutsuz, ezik
ve yıkık bir gerçekliktir. Kurulan küçük Ermeni Ulus-Devleti belki de bir
teselli kaynağı olacaktı. Soykırımda sadece Türkçü Burjuvazi’nin değil, Kürt
Feodallerinin de payından bahsedilir. Bunlar sadece Ermeni Soykırımı’nda değil,
aynı dönemlerde daha değişik biçimlerde (özellikle Hamidiye Alayları’nda)
yürütülen Kürt Soykırımı’nda da asli suçlu unsurlar durumundaydılar. Halen
yürütülmekte olan Kürt Soykırımı’nda bunlar ‘köy korucuları’ olarak, Kürtlüğü
inkâr karşılığında mülklerini ve sermayelerini arttırarak ve gerektiğinde sahte
Kürtçülük yaparak lanetli rollerini oynamaya devam etmektedir.

İttihat ve Terakki’ye bu kadar geniş yer vermemizin nedeni
adeta halklara karşı bir soykırım makinesi olarak çalışmış olan bu zihniyetin
bugün de benzer bir şekilde devrede olmasıdır. Kullandıkları yöntemleri, bugün
TC Devleti’nin birçok gizli kurum ve kuruluşları uygulamaktadır. JİTEM
bunlardan sadece bir tanesidir. Halkların karşısına Sivil Toplum Örgütleri
olarak çıkarılan birçok örgüt, özü itibariyle paramiliter örgütlerdir. Ve ideolojik
olarak beslendikleri yapılanmalar aynen o günlerdeki gibi Sabetaycılık ve Mason
Localarıdır.

Devam
Edecek: 1900’lü Yıllarda Kürt Cemiyetleri,
Birinci Dünya Savaşı Öncesi, Süreci Ve

Sonrasında Kürdistan’daki Durum…

 

Abdullah Öcalan Sosyal Bilimler Akademisi Yayınları

Tarih Şimdidir-Kürdistan Tarihine Özlü Bir Bakış

Kasım Engin

Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi

www.lekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net –
www.lekolin.info -www.navendalekolin.com -http://kursam.org/index.html

Etiketler: araştırmaBakis-14BIRkurdiKurdishkurdistanLekolinOzluSimdidir-KurdistanTARIHTarihineTurkishTürkiye
Önceki yazı

KÜRDISTAN HALK İNISIYATIFI’NDEN 27 KASIM ÇAĞRISI

Sonraki Haber

Roj Hack Diyarbakır Polisinin Fişleme Belgelerini Ele Geçirdi

Benzer Haberler

Tanrıça Kültürüne Yüreğini ve Zihnini Dayayan Kürt Asıllı Hitit Kraliçesi Puduhepa
المرأة

Tanrıça Kültürüne Yüreğini ve Zihnini Dayayan Kürt Asıllı Hitit Kraliçesi Puduhepa

13 أبريل 2021
Tarih Şimdidir-Kürdistan Tarihine Özlü Bir Bakış-15
تاريخ ولغة كوردستان

Tarih Şimdidir-Kürdistan Tarihine Özlü Bir Bakış-15

15 مارس 2020
Tarih Şimdidir-Kürdistan Tarihine Özlü Bir Bakış-13
تاريخ ولغة كوردستان

Tarih Şimdidir-Kürdistan Tarihine Özlü Bir Bakış-13

15 مارس 2020
Sonraki Haber
Roj Hack Diyarbakır Polisinin Fişleme Belgelerini Ele Geçirdi

Roj Hack Diyarbakır Polisinin Fişleme Belgelerini Ele Geçirdi

Öne Çıkan Yazılar

  • Komünar Sitesi Yayında

    Komünar Sitesi Yayında

    1186 Paylaşım
    Paylaş 474 Paylaş 297
  • Ermenistan 2 Gerillayı Neden Ve Nasıl Teslim Etti

    834 Paylaşım
    Paylaş 334 Paylaş 209
  • Sihad Barzani Komutasında MİT Yeni Üsler Kuruyor!

    1133 Paylaşım
    Paylaş 453 Paylaş 283
  • 30 Yıllık Serxwebûn Arşivi İnternette

    1015 Paylaşım
    Paylaş 406 Paylaş 254
  • İstihbarat ve Türk Devlet Geleneği –DOSYA 1

    994 Paylaşım
    Paylaş 398 Paylaş 249

Önerilenler

Özel Savaş Politikalarının Merkezi Amed

 Kerkük Karışacak! -ÖZEL HABER

2023’te Kürtleri Büyük Zafer TC’yi Yıkım Bekliyor Neden Mi?

MİT Rojava İşgal Operasyonu İçin Urfa’da Arap Aşiretleriyle Toplandı – ÖZEL HABER

Cinayet ve Katliam Çetesi MİT’in Unuttuğu Gerçek

  • Hakkımızda
  • İletişim
  • Tüm Yazılar
KÜRDİSTAN ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

© 2020 Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi

Tekrar hoşgeldiniz!

Hesaba giriş

Şifrenizimi unuttunuz?

Tüm alanlar zorunludur

Şifrenizi sıfırlamak için lütfen kullanıcı adınızı veya e-posta adresinizi girin.

Oturum aç

Add New Playlist