25 Haziran 2011 Cumartesi Saat 07:43
Türkiye’de 12 Haziran’da yapılan genel seçimlerin hemen ardından seçimlere girerek milletvekilliğe hak kazanmış tutuklu parlamenterlerin YSK ve mahkemeler tarafından tahliyelerine ret kararını tartışırken Türkiye dışişleri bakanı Ahmet Davutoğlu ve Türkiye başbakanı Recep Tayip Erdoğan Filistin devlet başkanı Mahmud Abbas ve Hamas lideri Halid Meşal ile görüşmeler ile meşguldü. Esas sorun ise Hamas ile El Fetih örgütü arasında kurulacak hükümette başbakanın kim olacağı noktasında ki anlaşmazsızlık noktasının giderilmesi olarak basına yansıtıldı. Diğer taraftan ise Türkiye ile en uzun sınıra sahip olan Suriye’de ki gelişmelerin Ürdün ve Lübnan sınırında ki kargaşanın Türkiye sınırına doğru kaymış olmasıdır. Sorunun Türkiye sınırına kaymasının sebebi sınırdaki kentlerde baş gösteren halk isyanı değildir? Türkiye sınırındaki bu kentlerin hiç birisinde iki haftadan önce ciddi bir halk isyanı söz konusu değildi. Peki, buralardaki karışıklık ne zaman başladı? Ne zaman ki Türkiye sığınmacılara kapımız açıktır ve onlar için çadır kentler kurmaya başladı o zaman sınırda karışıklıklar baş göstermeye başladı.Türkiye basını dikkatlice izlendiğinde bu işin ne kadar organizeli bir şekilde yapıldığı kolaylıkla anlaşılacaktır. Suriyeli vatandaşlar kadın, çocuk, yaşlı ve gençleri eşyalarıyla birlikte elini kolunu sallayarak yavaş yavaş Suriye devlet sınırlarını geçerek sınırda bekleyen Türk askerlerine teslim olmaktadırlar. Türkiye basını adeta sınırda kamp kurarak bu durumu an be an dünya kamuoyu ile paylaşarak bir taraftan tüm dikkatleri Suriye’de ki duruma çekerken diğer taraftan da Suriye’de yaşayan vatandaşlara sınırların açık olduğu ve Türk tarafının gelecek her Suriyeli vatandaşı rahatlıkla kabul edebileceğinin propagandasını yapmaktadır. Türkiye’nin bu durumu sadece dramatik bir durumu yaşayan Suriyeli yurttaşlara uzatılmış bir yardım eli olarak okunamaz. Türkiye devleti ve AKP hükümeti bu mülteci oyunu ile Suriye’ye yapılacak bir müdahalenin ön zeminin hazırlamaktadır. Bunun ilk adımı ise günlerdir yarım ağızla ifade edilen Suriye sınırları içinde kurulacak olan bir tampon bölge olayıdır. Türkiye devleti yetkilileri daha önceden Suriye’den gelebilecek mülteci akınına karşı Suriye toprakları içerisinde bir tampon bölge kurabileceklerini dillendirmişlerdi. Bu gün ise sınırlarını oldukça organizeli bir biçimde geliştirmiş oldukları mülteci göçüne açarak Suriye sorununu dünya gündemine taşımış bulunmaktadır.
Suriye devleti vatandaşlarının Türkiye’ye geçmemesi için müdahale ettiğinde ise sınırda askeri alarm verilmektedir. Suriye’nin Türkiye sınırına asker sevk ettiğini bunun olası bir çatışmaya yol açacağı tehditlerini yapmaktan ise kaçınmamaktadırlar. Bu pencereden Filistin devlet başkanı Mahmud Abbas ve Hamas lideri Halid Meşal’ın Türkiye ziyaretlerine bakıldığında bu görüşmelerin sadece her iki güç arasındaki anlaşmazlığın giderilmesi olmadığı, bölgedeki gelişmelerle direk bağlantılı olduğu kolaylıkla anlaşılabilinir. Suriye askerlerinin sınırdaki askeri hareketliliğine karşılık ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton bu gelişmeyi ‘kaygı verici’ bir gelişme olarak nitelemesi ve muhtemel bir çatışma yaşanabileceği konusunda uyarması ise herhangi bir durumda Türk askerinin Suriye sınırındaki duruma müdahale etmesine yeşil ışık olarak yorumlamak abartılı olmayacaktır. Suriye devleti bu uyarıyı ciddiye almış olmalı ki sınırdaki askeri hareketliliği hemen hafifletti sınırlı sayıda ki askerlerini de karakollara çekti.
Görünen odur ki Suriye’deki mülteci akımı organizeli bir biçimde devam edecek bu sayı beli bir rakama doğru gelindiğinde Türkiye uluslar arası kamuoyunda bu sorun üzerinden inisiyatif almak isteyecek ve Suriye’deki duruma müdahale için uluslar arası güçlere davetiye çıkaracaktır. Türkiye her şeyden önce buradaki Kürt sorunuyla çok yakından ilgilidir. Bu sorunun kendi inisiyatifi dışında çözülmesini istememektedir. Şayet bir çözüm olacaksa oda kendisinin ön gördüğü bir çözüm olmasını istemektedir. En büyük korkuları buradaki Kürt sorunun kendi düşündükleri çözümü aşan bir biçimde çözülmesidir. Şayet bu biçimde olursa Kuzey Kürdistan’da ki durumu direk etkileyeceklerini çok iyi bilmektedirler.
Türkiye’nin bölgede ki bu işbirlikçi dış politikası gelecekte ona neyi kaybettirip neyi kazandıracağı bölgedeki gelişmeler belirleyecektir. Şayet gelişmeler halklar lehinde olursa Türk devleti çok şeyi kaybedecektir. Yok, halklar değilde uluslar arası emperyal güçler kazanırsa Türkiye’ye bir taşeronluk payı düşme ihtimali olabilir. Ama gelişmeler öyle gösteriyor ki her ne kadar kısa sürede emperyal güçler kazanmış gibi görünseler de uzun sürede zafer halkların olacaktır.
Yusuf Ziyad
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.navendalekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net – www.lekolin.info