25 Mart 2016 Cuma Saat 12:17
Bakurê Kürdistanlılar, NATO üyesi olan Türk devlet ordusu ve AKP
çetelerine karşı aylardır direnmektedir. Direnişle birlikte gelişen, direnişi
daha örgütlü ve yüksek bir boyuta taşıyan YPS ilanları, Sykes-Picot
antlaşmasıyla başlatılan Kürt İnkâr Politikasına karşı tarihi bir intikam adımı
olmaktadır.
Giriş:
4 Nisan’da Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerinde
ağırlaştırılmış tecridin tekrar yoğunlaştırılmaya başlanması ile birlikte, Türk
Devleti hem Bakurê Kürdistan, hem Türkiye’ de Kürt Özgürlük Hareketi ve
Demokrasi güçlerine karşı savaş başlatmıştır. Bu savaş son olarak özellikle
Amed, Sur ve Cizire’ de yoğunlaşmıştır.
Aylardır Farqin, Sur, Cizre, Nusaybin, Kerboran, Hezex, Silopi, Şırnak
halkı
YPS
İlanı: “Ben Varım Demektir
YPS güçlerinin ilanı ”Sen yoksun” diyenlere karşı ”Hayır, ben
varım” demektir. Genel olarak birinci ve ikinci dünya savaş sonraları Orta
Doğu üzerinde kurulmuş dengelerin anlamsızlaştığı ve yeni dengelerin oluştuğu
süreç yaşanmaktadır. Suriye, Irak, Libya ve son olarak Bakurê Kürdistan ile
birlikte Türkiye’ de gelişenler bunu göstermektedir ve bu gelişmelerde
Uluslararası güçlerin önemli payı olduğu görünmektedir. Böylece Bakurê Kürdistan’
da gelişen süreçte de Uluslararası güçlerin önemli etkisi vardır. Yeni
dengelerin inşa edildiği bir süreçte en dikkat çekici husus olarak İngiltere,
Fransa, Almanya, ABD Suriye’ de Kürtleri DAİŞ çetelerine karşı en etkin müttefiki
olarak görürken, Bakurê Kürdistan’ da DAİŞ çetelerine açıkça destek veren AKP’
nin uyguladığı katliamlara karşı sessiz kalması paradoksudur.
AB,
İngiltere ve Fransa Tarafından Yapılmış Sykes-Picot Antlaşma Politikasını
Sürdürmektedir
AB’ nin Kürt sorunu ve halkına yönelik politikalarının temelleri
İngiltere ve Fransa öncülüğünde 19. yy. ortalarında gelişen sömürgeci dönemlere
dayanmaktadır. 1. Dünya Savaşı sonrası neredeyse tüm dünyayı aralarında
paylaşan İngiltere ve Fransa Orta Doğu’ da sahte sınırlar çizip kendi
denetimleri altında ‘Ulus-devletçikler’ inşa ederken Kürdistan’ ı parçalayarak
Kürt gerçekliğini inkâr etme ve bastırma stratejisini kendine esas almıştır. Bu
siyasetin başta İngilizler üzerinden Türkiye’ de de kendisini başat kılmıştır.
Avrupa’nın
Türk Devleti’nin Kürt İnkar Siyasetine Geçmişten Günümüze Desteği
1924 Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin adını Türk Büyük Millet
Meclisi’ne değiştirilmesi bu dönemlerde gerçekleşmesi tesadüf olarak
değerlendirmemek gerekiyor. 1924′ den günümüze kadar kendi varlığını Kürdistan
ve Kürt inkârı ve imhası üzerinden ayakta tutan Türk Devletine bu politikasını
sürdürmede İngilizler ve birçok Avrupa Ülkeleri destekleyici rol oynamıştır.
Başta Irak, Suriye, Türkiye ve bununla birlikte tüm Ortadoğu bu gerçeklik
temelinde şekillendirilmiştir. Ancak bu
sahte sınırlar nedeniyle derinleşen toplumsal sorunların 2011 ”Arap baharı”
dönemiyle patlak vermesiyle birlikte Uluslararası güçler Ortadoğu’yu yeniden
dizayn etme sürecine başlatmıştır. Bu süreçte belirleyici bölge tarihi
kendisini tekrarlıyormuş gibi yine Kürdistan olmaktadır. Ancak 20 yy. başlarında
Kürtler siyasette bir irade olarak görünmezken, 21. yy. da bölgedeki siyasete
ve dengelerinin şekillendirilmesinde yok sayılamayan bir güç konumuna
gelmiştir. Rojava’ da bunu gerçekleştiren güç PYD ve YPG olurken, Bakurê Kürdistan’
da YPS ve Öz Yönetim ilanları olmaktadır. Bunun yansıması Uluslararası güçlerde
de görünmektedir. Ancak bu statükodan vazgeçmek istemeyen büyük bir kesimin var
olduğunu da görmek gerekiyor. Bunun başta İngiltere ve sonrası Almanya olduğunu
söyleyebiliriz. Bu temelde Rojava’ da Kürtsüz bir siyasetin gerçekleşemeyeceği
kabul görünürken, Bakurê Kürdistan’ da AB içi güçler bu stratejiyi kısmen
sürdüre bileceklerine inanmaktadırlar.
NATO-Türkiye
ve Soğuk Savaş Mirası
AB’nin, Bakurê Kürdistan’ da Türk devletinin yaptığı katliamlara
karşı suskun kalması NATO’ nun tutumunda bağımsız ele alınamaz. NATO, 2. Dünya
Savaşı sonrası dünya dengelerinde AB ülkelerinin Dış Politikalarında
stratejisinin genel çerçevesini belirlemiştir. Her NATO üyesi kendi devlet
çıkarlarını bu temel strateji çerçevesinde örgütlemiştir ve şekillendirmiştir.
NATO stratejisini kapitalist dünya çıkarlarını sağlamak için iki
”tehditte” karşı oluşturmuştur. Birincisi Sovyetler Birliği öncülüğünde Reel
Sosyalist blokuna karşı, ikincisi ise iç ve dışta başka özgürlükçü
hareketlerine karşı kurulmuştur. Bu temelde Türk Devleti, Sovyetlere karşı
NATO’nun doğu cephesini genişletmek ve Türkiye’ de yoğun bir şekilde oluşan
özgürlükçü hareketleri tasfiye etmek için 1952′ de NATO’ya dâhil edilmiştir.
Türk Devleti’ nin Avrupa ve Dış ilişkileri bu çerçevede şekillendirilmiştir.
Türk
Devleti Darbelerindeki Başat Güç NATO
Türkiye Cumhuriyetin her darbesinde başat gücün NATO olduğu ve bu
darbeleri başta içten gelişen sosyalist ve demokrasi güçlerine yönelik olduğu
günümüzde açığa çıkmıştır. NATO’ nun temel kuralını (Herhangi bir NATO üyesine
açılan savaş tüm NATO devletlerine karşı açılmış olarak değerlendirilmesi) da
göz önünde bulundurarak, Kürt Özgürlük Hareketine karşı 30 yıldır süren savaşı,
Türk Devleti üzerinden aslında NATO yürütmektedir. NATO’nun siyaseti AB için de
belirleyici olmaktadır. NATO, Türk Devleti’ ne yaklaşımı günümüzde ”Soğuk
Savaş” dönemlerinden çok farklı yaklaşmamakta.
NATO’nun
Ortadoğu’ya Giriş Kapısı: Türk Devleti
Türkiye NATO’ nun hem Ortadoğu’ ya giriş kapsısı, hem Ortadoğu
Demokrasi Hareketlerini tasfiye etme aracı olma konumunu korumakta. Türkiye’nin
bu konumunu yitirmesi NATO güçleri tarafından istenmemektedir. Benzeri AB için de
geçerli. Göründüğü gibi, AB’nin Türk Devletinin katliamlarına suskun kalması
stratejik bir karardır. Ancak bu kararın gerçekleşmesinin belirleyici gücü
Alman Devleti olduğunun da söylenmesi gerekiyor. Alman Devleti, İngiltere ve
Fransa Avrupa’ da belirleyici güçlerdir. Bu çerçevede Alman Devleti dünyada
PKK’yi ‘’Terör Listesine’’ alan ilk devlet olmaktadır ve diğer AB ülkelerinde
de bunun gerçekleşmesini kendisine esas almıştır.
AB’
nın Mülteci Akımlarını Kısıtlaması ve Erdoğan İle Kirli Anlaşması
AB, Ortadoğu’nun yeniden şekillendirilmesi ile birlikte gelişen
mülteci akımların barınma ülkesi haline gelmiştir. AB ülkeleri ucuz iş gücünü
her zaman dışarıdan almaktadır. Örnek olarak Almanya 1880’ lerde Polonya’ dan
Prusya’ ya ve 1960’larda İtalya ve Türkiye’ den işçilerin akın edilmesi ya da
İngiltere’nin kendi sömürgeciliği altında olan ülkelerden başta Hindistan olmak
üzere Londra’ ya getirmesi, bunu
kanıtlamaktadır. Benzerini bugün Suriye, Irak ve Afganistan’dan kaçan
mülteciler ile yapmaktadırlar. Ancak bu akımın kontrollerinden çıkmasıyla
birlikte, yeniden kontrolü gerçekleşmesi sağlanmak istenmektedir.
Beklentilerden daha fazlası mülteci sayısının gelmesiyle birlikte AB üyesi
devletler akımları kısıtlamaya çabalamaktadır.
AB
Mültecilerin Kontrolü İçin AKP’nin Bakur’da Yaptıklarına Göz Yummakta Anlaşmıştır
Birçok AB ülkesi Shengen (AB üyesi devletlerarası sınır kontrolü
yapılmamakta, ticarete açık sınır kapıları) antlaşmasına zıt olarak sınır
kapılarını yeniden kapatmaktadır. Bu siyasetten başta Almanya, Macaristan ve
Fransa etkilenmektedir. En yüksek
mülteci sayısını Suriye mülteciler oluşturmaktadır. Bu mülteciler ezici
çoğunlukla Türkiye üzerinden Avrupa’ ya geçiş yapmaktalar. AKP burada AB’ ye
karşı bir kozunu daha oynamış durumunda. AB’ ye kaçan mülteciler Türkiye
sınırlarına geçişle birlikte, Türk Devleti’nin denetimi altında göç etmekteler.
Anlaşılan şu ki AB, Türk Devleti’nin mülteci akımlarını kontrol etmesi için,
karşılık olarak AKP’ nin yaptıklarına göz yumacağına dair anlaşmıştır. Bu
temelde 1 Kasım seçimi öncesi, Türk Başbakanı A. Davutoğlu ile Alman Başbakanı
A. Merkel Ankara’ da bir toplantı gerçekleştirmesi ardından, Avrupa Birliğinin
Türkiye üzerinde hazırlamış olduğu ‘Son Durum” raporunun açıklanması 1 Kasım
seçimleri sonrasına ertelenmiştir. Almanya bu siyaseti yürüten pilot ülke olarak
genel AB siyasetini etkileyebilmiş durumundadır. Bu kirli anlaşma sonrası Alman Devleti AKP’nin
yaptıkların göz yummaktadır. Alman devleti bu tutumu ağırlığı olduğu Avrupa ülkelerinde
de geliştirmiştir, böylece AB’nin Bakurê Kürdistan’ da gerçekleşen katliamlara
suskun kılmıştır.
Sonuç
Yerine: Son olarak şöyle bir belirlemeye gidilebilir Kürtlerin kendi öz
gücüne dayalı direniş sonucu olarak uluslararası arenada siyasi bir irade
olarak kabul edilmiştir. Böylelikle, Kürt Özgürlük Hareketi ve dinamikleri
Ortadoğu’nun şekillenmesinde başat bir güç olarak rol oynamaktadır. Bundan en
çok rahatsızlık duyan kesimler Türk Devletiyle birlikte Sykes-Picot Antlaşmasının
sürdürülmesini isteyen kesimlerdir. Bu başta İngiltere olmaktadır. Üstüne savaş
sonucu olarak gelişen mülteci akımları kontrol etmek için Türk Devleti ile
anlaşmalar gerçekleştirme zorunluluğu ortaya çıktığında, AB devletleri güncel
ya da uzun vadeli, kendi devlet çıkarları için Kürtleri kurban etmeye
hazırdırlar. Ortadoğu’ da halkın iradesine dayalı bir hareketinin gelişmesi, Avrupa
kapitalist-modernite güçleri tarafından zaten istenmemektedir.
Fardin
Hosseînî-New York/Queens
Kürdistan
Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.com
– www.lekolin.org – www.lekolin.net – www.lekolin.info – www.navendalekolin.com
:” ”
:””
“Liberation Serif”,”serif”
:ZH-CN
:HI
Giriş:YPS
İlanı: “Ben Varım DemektirAB,
İngiltere ve Fransa Tarafından Yapılmış Sykes-Picot Antlaşma Politikasını
SürdürmektedirAvrupa’nın
Türk Devleti’nin Kürt İnkar Siyasetine Geçmişten Günümüze DesteğiNATO-Türkiye
ve Soğuk Savaş MirasıTürk
Devleti Darbelerindeki Başat Güç NATONATO’nun
Ortadoğu’ya Giriş Kapısı: Türk DevletiAB’
nın Mülteci Akımlarını Kısıtlaması ve Erdoğan İle Kirli AnlaşmasıAB
Mültecilerin Kontrolü İçin AKP’nin Bakur’da Yaptıklarına Göz Yummakta AnlaşmıştırSonuç
Yerine:Fardin
Hosseînî-New York/QueensKürdistan
Stratejik Araştırmalar Merkeziwww.lekolin.com
– www.lekolin.org – www.lekolin.net – www.lekolin.info – www.navendalekolin.com