Hemen belirtelim ki, çokça dile getirilen “29 Kürt İsyanı” tam bir; sahte, uydurma ve sanal bir hikayedir. Çünkü Kürdistan’da bir-iki isyan dışında 20. yy da yaşananların tümü ama tümü soykırıma karşı direniştir
Şeyh Said İsyanı Sonrası Yaşanan Direnişlere İlişkin Kısa
Bilgiler
TC Devleti yok etmek niyetiyle saldırmıştır, Kürtler ise buna karşı
durmuşlardır. Saldırıya karşı yapılan kendini korumadır, savunmadır, yaşama çabasıdır.
Çünkü isyan en genel manada: “Her-hangi bir amaçla kurulu düzene veya devlet
güçlerine karşı gelme, baş kaldırma, ayaklanma”dır. Ancak Kürtler böyle
yapmamışlardır, Kürtler sadece ve sadece kendi varlıklarına karşı geliştirilmiş
olan soykırıma karşı direniş içerisine girmişlerdir.
Belirttiğimiz bir-iki isyan kategorisine de -yine direniş
tanımıyla ilişkisini kurmak şartıyla- bir Şeyh Said’in Direnişi girebilir, bir
de çok büyük bir zorlamayla İhsan Nuri Paşa’nın Ağrı Direnişi girebilir. Başka
da 1920’lerde yaşananların tek biri isyan kategorisine girmez.
Beytüşşebap Direnişi (3 Eylül 1924 ): Şeyh Said Direnişi’nin
fi-tilini Beytüşşebap’ta İhsan Nuri Paşa çakacaktı. O dönem yüzbaşı rütbesiyle
görev yapmaktadır. “İşlerin yolunda gittiğini” belirten, Yusuf Ziya tarafından
gönderilen şifreyi “başlatın” olarak anlayınca direnişi başlatırlar. Kazayı ele
geçirdikten sonra etrafta hiçbir sesin çıkmaması ardından, bir yanlış
anlaşılmanın yaşandığını İhsan Nuri Paşa anlayacak ve hızla Suriye’ye geçmek
amacıyla İran’a geçecektir. Direniş başlamadan bitmişti.
Beytüşşebap Direnişi esasta Azadî örgütünün bir
planlamasıydı. Yaygın ayaklanmalar ardından ise genele yayılmış bir strateji
takip edilmek istenmişti, ancak Beytüşşebap’taki durumla yapılmak iste-nen
deşifre olmuş ve TC Devleti uyarılmıştı. Bunun sonucunda ekim ayında Cibranlı
Xalıt, Yusuf Ziya ve onlarla birlikte hareket eden bir-çok Kürt direnişçi
yakalanıp Bitlis zindanına atılmışlardır.
Reşkotan ve Raman Direnişi (9-12 Ağustos 1925): İsyana
ha-zırlandığı gerekçesiyle Sinkan, Reşkotan ve Bukran aşiretlerine karşı;
“isyan hazırlığı yapıyorlar” gerekçesiyle tedip yani terbiye etme ha-reketi
başlatılır. Bu harekette TC, aşiretler arası çelişkileri de kulla-narak kimi
aşireti öncü birlik olarak kullanacaktır.
Guyan Direnişi (1925)
Nehrî Direnişi (10 Haziran 1925)
Eruh Direnişi (1926)-
Sözde Şapka uygulamasını kabul etmedikleri gerekçesiyle
başlatı-lan TC devlet operasyonu büyük kıyımla biter.
Pervari Direnişi (1926)
Şeyh Abdurrahman ve çevresi sürgün edilmek istenince, karşı
durmuş, iki hafta yoğun süren çatışmalar ardından Şeyh Abdurrah-man
katledilince, direniş son bulmuştur.
Hazro Direnişi (21 Ocak 1926)
Hewerkan Konfederasyonu ve Malla HACO Direnişi (1926)
Colemêrg Direnişi (1926)
Sürgün kararına karşı Hakkari çevresindeki birçok Ertuşi
Konfe-derasyonuna bağlı aşiret direnişe geçer, ancak direniş bütünlüklü
olmadığı bastırılır.
Ağrı Direnişi (16 Mart 1926):
TC Devleti İbrahim Paşa’yı yani Bıroyê Heskê Telî’yi ele
geçirmek için saldırıya geçer. Serhat’ın en büyük aşiretlerinden biri olan
Celalî aşiretinin Hesesorî bavekına bağlı bir aileye mensup olan Bıroyê Heskê
Telî ise Ağrı dağına çıkar. Birçok Kürt aşiret reisi ve egemeni gibi Bıroyê
Heskê Telî’de Osmanlının yanında Ruslara karşı savaştı, mesele Ermeni meselesi
olduğunda yine devletin yanında yer almıştı. 1925 Şeyh Said İsyanı ve yaşanan
farklı direnişler ardından TC Dev-leti bölgede etkili olan isimleri kendisi
için tehlikeli gördüğü için Ba-tı’ya sürme kararı aldı. Nitekim TC Devleti’nin
sürgüne göndermek istediklerinden biri de Bıroyê Heskê Telî’ydi.
1926 yılının bahar aylarında kendisine ve ailesine dönük
alınan karar uygulanmaya konulmak istendiğin de karşı çıkmış ve gelen asker ve
jandarmalarla çatışarak dağlara çıkmış ve direnişe geçmiştir. Direnişe geçen
Bıroyê Heskê Telî’ye daha önce sürgüne gönderilen Şemkan aşireti reisi Temîre
Şemkî ve kardeşi ile Sakan aşireti reisi Şeyh Abdulkadir gibi tanınmış birçok isim Ağrı’ya gelerek, onlar da
direnişe katılmışlardır.
Sürgün demişken bir iki hususu daha eklemek gerekiyor. TC
Dev-leti benzer bir kararı -ancak bu kez daha geniş çapta -1927 Yılı’nda
almıştı. 1400 tanınmış Kürt ailesini Batı’ya sürme kararı alan devlet, kendince
ciddi tedbirler almaktaydı. Birçok tanınmış kişi bu sürgünle Kürdistan'da
uzaklaştırıldı. Bunlardan bir tanesi ise Serhatlı Kör Hü-seyin Paşa ve
ailesiydi. Daha önce çok sayıda Hamidiye Alayı’nın bi-zatihi sorumluluğunu
yapmış olan Kör Hüseyin Paşa, Ruslara karşı da Osmanlıya büyük hizmetler sunmuş
bir isimdi. Öyle ki kimi tarihçi: ”Doğu Anadolu’yu Kazım Karabekir Paşa değil,
Kör Hüseyin Paşa; Rus ve Ermenilerden kurtardı“ diye bilecek kadar büyük rol
atfetmiş-lerdir. Osmanlıya böyle hizmetler sunulmuş olsa da, Kürt’tür,
sürül-mesi gerekmektedir. Hem de ailesinin her ferdi Türkiye’nin farklı
yerlerine sürülerek, bütünlük sağlamamaları için her şey yapılmıştır. Böyle de
olsa Ağrı Direnişi geliştiğinde yönünü ilk ülkeye çevirenler-den birisi Kör
Hüseyin Paşa olur. Savaşta büyük tecrübesi ve halk nezdinde büyük itibarı olan
böyle bir kişiliğin Ağrı’ya ulaşması demek büyük bir tehlike olacağı için,
Kürdistan’a Kör Hüseyin Paşa yöneldiğinde, TC Devleti özel bir ayarlamayla,
yakın akrabası olan Hacı Musa’nın oğlu Medeni’nin eliyle, namazın üstündeyken
katledilir, diğer iki oğlu ise benzer bir şekilde yıkanırlarken vurulurlar.
Böy-lelikle bir halkın kaderini etkili bir şekilde tayin edecek önemli bir isim
iç ihanetle katledilir.
Sason Direnişi (1925–1937): Çeşitli süreçlerde Türk Ordusu,
Sason’a dört kez saldırı düzenler. Hedef halkta bulunan silahları top-lamaktır.
Halktan 430 kişi öldürülür. Düşmanın saldırısına uğrayan bölge yakılıp yıkılır.
Direniş tümden bastırıldıktan sonra tamamen hakimiyet kurmak
için bu kez “Sason Islahat Programı” adı altında tedbirler geliştirilir.
Askerin hızlı bir şekilde Sason’a ulaşıp, varsa bir direniş bastırabil-mesi
için; yollar, köprüler, kışlalar ve yeni idari biçimleri devreye konulur. Bu
yolların, köprülerin ve kışlaların hangi nedenlerle yapıl-dıklarını ise bizler
halen yaşananlardan bilmekteyiz.
1926 Koçuşağı Direnişi (7 Ekim- 30 Kasım): Dönemin
Diyar-bakır Valisi Ali Cemal’in: "Yalnız Çemişgezek’in 22 km kuzey
doğusun-da Kozluca'da yerleşik Kör Seyit Han (Koçuşağı aşiretinden) şakiliği
sanat edinmiş alışkanlığıyla, Koçgiri hadisesinin mahkûm ve sanıkla-rından
bazılarını yanına toplayarak Çemişgezek, Arapgir, Kemah, Kemaliye taraflarına
saldırılarda bulunmaktadır. Silahlarını teslim edeceğini ve itaat edeceklerini
sanmıyorum. Çemişgezek’teki alay ve süvarilerle yok edilmeleri mümkündür ve çok
iyi olacaktır. Böyle bir hareket ötekiler üzerinde tesirli olacaktır"
diyecek ve kısa sürede saldırı başlatılacaktır. Albay Mustafa Muğlalı
tarafından yürütülen saldırı 4 Ekim’de uçak filolarıyla havadan ve karadan
yapılan saldırılarla her taraf tarumar edilecektir. Şiddetli saldırının altında
yatan hedef devletin ne kadar güçlü olduğunu göstermektir. Halk tabiriyle
gözdağı verilmek istenmiştir.
Saldırı ardından Albay Mustafa Muğlalı: ”Öteden beri
Dersim’in ye-nik olmayan aşireti ve milli kahramanları adını taşıyan Koçuşağı
haydutlarının son sığınağı olan Kılabuz deresini temizleme ameliyesinin son
bulduğu, saat 17 30‘da Kuzey cephesi komutanlığından bildirilmektedir” emrini
28 Kasım 1926’da Cephe komutanlarına vermektedir. Ertesi gün ise yani 29 Kasım
1926 günü ise saldırının sonuçlarını: ”29 Kasım günü Havali komutanlığı emrine
göre hareket edildi ve yapılan arama ve taramada erkek, kadın ve çocuk olmak
üzere bir miktar asi ve hayli miktarda da hayvan ele geçirildi…
Güney Cephesi Komutanlığı: aynı günün sabahından itibaren
Ali boğazının Tagar deresi adıyla güneye doğru uzanan kısıklarından Ekrek
deresinin Tagar deresi ile birleştiği kısmın her iki tarafındaki mağaraları,
taş oyukları kamilen araştıracak ve taranmadık hiç; bir yer kalmayacaktır…
Koçuşağı tedip harekâtının başlangıcından bu yana, kuzey
cephesi birliklerinden (10. ve 13 Alaylar) bir subay, 31 er Şehit, 1 subay, 53
yaralı vermiş ayrıca 10 Er’de kaybolmuş ve buna karşılık asilere bir hayli
zayiat verdirilmiş ve 1084 küçükbaş, 342 büyük baş hayvan ganimet alınmıştı…”
diye rapor yazdığını Genelkurmay Belgelerinde Kurdistan İsyanları adlı kitapta
öğreniyoruz. Bunlar resmi rakamlar birde gerçekler acaba nasıldır?
1927 Mutki Direnişi (26 Mayıs–25 Ağustos): Bitlis Valiliği,
toplam 8 aşirete mensup 35 köyde yaşayan halkın hem silahlarının toplatılması
hem de başka bölgelere sürgün edilmesini emretmesi üzerine harekât başlar.
Halkta buna karşı çıkarak direnir ve böylece Mutki olayları başlar. Ordu 26
Mayıs 1927'de direniş bölgesini kuşa-tır. Direnişe Şeyh Evdirehmanê Mala Eliyê
Ûnis ve Zorikli Selim gibi isimler önderlik eder. Direniş önderlerinin
katledilmesi sonrasında, direniş bastırılır. Bu katletme planı ve talimatına
iyi bir örnek “Ge-nelkurmay Belgelerinde Kürt İsyanları” adlı kitapta, 9
Haziran 1927 günü merkezi Siirt’te bulunan 2. Tümen Komutanlığı’nın verdiği
emirdir: “Fiilen ayaklanmaya katılan ve askere silah kullanarak birçoklarının
şehit düşmesine sebep olan asilerin dehalet etseler bile, aflarının doğru
olmayacağı; Esasen bunların dehaletleri gönülden olmayıp askerin baskısı
dolayısıyla, başka çare bulamadıklarından ileri geldiği; bu sebeple bunların
ileride de zararlı olmalarını önlemek için eli silah tutanların kâmilen
(bütünüyle) yok edilmelerinin zorunlu olduğu; zira hepsinin silahlı direnmeleri
sırasında askerlerimize birçok yaralı ve şehit verdirmiş oldukları; ancak, şu
sıra dehalet etmekte olanların dehaletlerine engel olunmamak üzere teslim
alınanların 18. Alaya teslimi ve harekâtın sonunda sevkleri sırasında kaçmaya
yeltenenlerin, yok edilmeleri gerektiği” cümleleri ile ifade edilen emirlerdir.
Neredeyse tüm Kürt isyan ve direnişlerinde bir kene gibi
Kürt Halkı’nın boğazına yapışan ihanet burada da katmerli bir şekilde yaşanır.
Kürt Tarihi’nde isimler hep değişse de, değişmeyen ihanetin
ismi bu kez Cemile Çeto’dur. TC Devleti’nin yanına geçerek adeta dağ dağ
Mutki’de direnişçilere karşı düşmanın yanında hatta önünde yer alan bu haine,
Evdirehmanê Mala Eliyê Ûnis “Ger em taştê bin, tu yê firavîn bî.” Yani “eğer
biz kahvaltı olursak sende öğlen yemeğe olursun” diyerek, TC’nin karakterini
söylemeye, anlatmaya çalışır ancak Cemile Çeto TC’nin yanında yer alarak
direnişi bastırır.
Direniş bastırıldıktan sonra Cemile Çeto da idam edilir. Ve
idam edilirken “beni yedi köyün arasına gömün, mezarıma Cemile Çeto ji kerêde
keto” diye yazın-yani eşekten düşmüş-doğmuş anlamında- diyecektir.
Bir taraftan ihanet böyle yaşanırken, bir diğer taraftan da
Kürt’ün direnişçi geleneğini aynı bu direnişte Evdirehmanê Mala Eliyê Ûnis’ın
yanında, bizzat abisinin yani Mihemedê Elî’nin kızı Rindexanêyi görüyoruz.
Rindêxan yörede askerliği ve savaşçılığıyla tanınmaktadır. Uzun süren
çatışmalarda kardeşini ve yeğenini şehit verir. Ancak direnişine de devam eder.
TC Devleti, Cemile Çeto öncülüğünde, Mereto dağına kapsamlı saldırısı sırasında
Rindêxan yaralanarak düşmanın eline geçer. Olayın tanıklarından olan Azizoğlu
ile yapılan bir mülakatta, direnişi anlatırken yaşanmış olan bir kahramanlığı
da anlatmaktadır. Şöyle diyor Azizoğlu:
“Harekatın her anı beni etkilemiştir. Gökten yağan zulüm ve
yerden biten kahramanlıkların destansı özelliklerine tanık olup da etkilenmemek
mümkün değildir. Yaşamım boyunca unutmam mümkün değildir. Ancak her şeye rağmen
Mihemedê Elî’nin Yunus'ın kızı olayından çok etkilendim. Kızın adı Rindêxan'dı.
Güzel, güzel olduğu kadar da kahraman bir kızmış. Rindêxan babası ile birlikte
Sason Hareketi'nin öncülüğünü yapıyor ve fiilen savaş içinde yer alıyordu. Harekat
bastırılırken yaralı olarak ele geçmişti. Güzelliği karşısında şaşkınlığa
kapılan ordunun komutanı onunla birlikte olmak ister. Cinsel taciz karşısında
çaresizleşen Rindêxan komutana; “Ben tutsağım. Bedenim üzerindeki her türlü
tasarruf hakkına sahipsiniz ancak ailemin egemenliği altında olan topraklarda
sizinle birlikte olmam mümkün değil. Bu sınırlar içinde bana el uzatırsan
kendimi öldürürüm” diyor.
Komutan ona “ailenin egemenlik sınırları nerede bitiyor?”
diye so-ruyor. Rindêxan “Batman Çayı bizim sınırımızdır. Malabadi Köprü-sü'nden
sonra bana sahip olabilirsin” diyor. Komutan kabul ediyor. Malabadi Köprüsü'ne
vardıklarında Rindêxan komutana “Babamın topraklarına son kez bakmak istiyorum”
diyerek komutandan köprüye çıkma izni alıyor. Ağır ağır köprüde yürüyen
Rindêxan birden hızlanarak kendisini Batman Çayı'nın serin sularına bırakıyor.
Geriye askerlerin şaşkın bakışları ve Rindêxan'ın sloganları kalıyor.”
Rindêxan köprünün üzerinde iken:
“Ez im rinda Rindêxan
Keça mîr û axa û çiyan
Ey tirkê Tacik
Karê we çi ye li van çiyan
Rinda bûye namdar
Ez dimirim, birîndar û bê zar
Teslîm nabim destê neyar û naçim bê arım” dedikten sonra
kendisini baharın çılgınca akan suların akıntısına bırakarak yaşamına son
verir. İşte bu da Cemile Çeto’ların karşısında gürleyen Kürt Direnişçiliği’dir,
Kürt Kadın Direnişçiliği’dir...
II. Ağrı Direnişi (13 Eylül 1927)
Biçar Direnişi (7 Ekim–17 Kasım 1927):
Şeyh Said İsyanı’nın yenilgisi ardından bir daha bellerini
düzelte-meyecek bir şiddet dersinin Kürt Halkı’na verilmesi planlanır. Bu
planlamayı en iyi ifade eden “Genelkurmay Belgelerinde Kürt isyanları” adlı
kitapta açığa vurulan niyet göstermektedir:
”Cumhuriyetten sonra, tenkil silahı; hükümet kapılarında
hükümet adamlarını ortadan kaldıran, öldüren ve hükümet aleyhine en alçakça
tecavüzleri korkmadan yapan ve kendisine hiçbir şey yapılmayan… Tek ferd
bırakmamış hükümetin yüksek kudretini bu gibilere tamamen tanıtmıştı. Ancak
büyük külfetler ve eziyetler ve akıtılan sonsuz Türk kanı karşılığı kazanılan
bu başaranın eserlerini en ücra köşelere dahi göstermek lazımdı… Ordu, her
yerde olduğu burada da yüklendiği görevi yapmış ve yapmakta bulunmuş,
ayaklanmayı tenkil (tepeleme), amellerini mahv, şeyh ve reislerinin çoğunu yok
etmişti. Bunların el’an görülen artıklarını ortadan kaldırmak, yaşanan basit
ruh ve ülkülerini ezmek, yok etmek, halkı hükümete, memlekete yararlı hale
getirmek işi de bu görevi uhdesinde sivil idare memurlarına düşen bir borçtu.
Batı’ya sürülenlerle, Şaki olarak dağlarda bulunan şerirlere
mensup ailelerden köy ve kasabalarda bulunanların durumu; iş ve gücü ile meşgul
ve mallarında tamamıyla sahip bulunan ve sayıları her bölgede oldukça kabarık
olan bu kasaba ve köy şerirler, özellikle idam ve ağır cezalarla batı
hapishanelerinde sevk edilenlerin aile ve akrabaları olup intikam hisleri ile
dolu, muzur propaganda vasıta ve bütün benlikleri ile asilere taraftar ve her
bakımdan şakilere yardım etmekte olan insanlardı. Öyle ki, dağdaki şakilerden
daha cani ve daha zehirli bir mikrop olan bu aşiretlerin kamilen ve süratle
Batı’ya sürülerek özel surette gözaltından bulundurmaları, memleketin selameti
bakımından gerekli idi” denilirken aynı kitabın başka bir yerinde ise 7 Ekim-12
Ekim 1927 Biçar Direnişi’de yaşananlara ilişkin:
“Harekâtın cereyan ettiği bu bölgedeki köylerin, asilerin
vatanı ol-duğu, eşkıyanın aile ve çocuklarının buralarda barındıkları ve köy
halkının hemen çoğunun birbirine akraba olması dolayısıyla, aile yakınlığının
verdiği bu kuvvetle bu ahalinin de manen ve maddeten asilere yardımda bulundukları
ve buralarda aşiretlerin birçok silah ve cephane bulunduğu anlaşılmış ve her an
eşkıya ve ahalinin baskın ve pusuna uğramak ihtimaline karış müfrezeler,
tertibat alınan arazi kısımlarının da dikkatle araştırılmasına hasıl olmuş,
tarlalar odun, ot, saman yığınları, ormandaki inler, mağaralar, komlar, tamamen
araştırılarak perakende bir surette buralara sığınan, çoğu erkek, kısmen de
kadın ve çocuklardan ibaret kümeler toplatılmış, yakalanan bu şahıslar arasında
kadınlar tecrit edilerek, silah tutan ve eşkıya ile ilişkisi olduğu
anlaşılanlar hemen kurşuna dizilmişti.” TC Devleti’nin kendi belgelerinden yola
çıkarak söyleyecek olursak, sadece bu alanda 280 köy yakıp yıkmış ve
boşaltmışlardır.
Bunun için direnişin en çok etkinlik gösterdiği sahalara büyük
çı-kartmalarla saldırılar yapılır. Dağ dağ, tepe tepe, dere dere, taş taş her
yer aranır. Birkaç yıl sonra Dersim’de geliştirilecek olan Sel Ha-rekatı’na
benzeyen bu harekât, yaklaşık 300 köyün yakılmasıyla so-nuçlanacaktır. Binlerce
insan katledilecektir. “Siz misiniz bu isyanı geliştiren!” diyerek yapılanlar,
tam bir intikam girişimidir.
Ali Resul Direnişi (22 Mayıs–3 Ağustos 1929)
Tendürek Harekâtı 1929 (14 Eylül– 27 Eylül): Tam da TC’ye
yaraşan bir harekâttır bu. Şeyh Abdülkadir ve aşiretine karşı 14 Eylül günü
saldırı başlatılır. Şeyh, Tendürek’te üslendiği için hızla İran’a geçer.
Böylece saldırı boşa çıkar. Ancak TC Ordusu, talancı karakteri-ni burada
gösterip aşiretin arkalarında bırakmak zorunda kaldıkları eşya ve hayvanlara
ele koyacaklardır.
Savur Harekâtı (20 Mayıs–9 Haziran 1930): Mardin’e bağlı
Sa-vur alanına TC Askeri Güçleri her taraftan saldırarak onlarca köyü yakarlar.
Yakıp yıkmalar ardından geri çekilirler.
Zilan Harekâtı(20 Haziran- Eylül1930):
Daha sonra da ele alacağımız Ağrı Direnişi sürerken,
direnişin li-derlerinden Kör Hüseyin ve Emin Paşa’nın oğulları Zilan merkezini
ve karakolunu basarlar. Karakol baskını ardından da direniş başlatırlar. Bu
direniş bölgenin diğer yerleşim merkezleri olan Patnos, Zilan, Çaldıran, Erciş
ve köylerine yayılır.
III. Ağrı Direnişi (7 Temmuz 1930)
Oramar Harekâtı (16 Temmuz–10 Ekim 1930)
Oramar Direnişi TC Devleti’nin faşizan uygulamalarına karşı
ya-şanan rahatsızlıkların yanı sıra Ağrı’daki direnişi desteklemek için Xoybûn
tarafından yapılan planlama ve örgütleme temelinde Şeyh Ahmet Barzani ve Melle
Hüseyin Şerif’in de içinde bulunduğu bir direniş olmuştur.
Pülümür Harekâtı (8 Ekim–14 Kasım 1930): Fevzi Çakmak’ın
yaptığı izlenimler sonucu Erzincan’a bir saldırı başlatılır. İzlenimle-rine
göre Kürtler, Erzincan’da nüfus üstünlüklerini kullanarak etrafta bulunan
Türkleri, Aleviliğin verdiği avantajlarla Kürtleştirmeye çalı-şırlar. 18 Eylül
1930 yılında Fevzi Çakmak’ın hazırladığı raporunun bir iki maddesi şöyledir:
“1- Erzincan ilindeki incelemelerim sırasında ekonomiyi
önemli surette zarara sokan ve bu il dahilindeki asayişsizliğin en önemli
amillerden olan Aşkirik, Gurk, Dağbey, Haryi köylerinin tedip ve tenkiline
zorunluluk olduğunu gördüm… Bu bakımdan Vilayet bu köylere; Vergi ve asker
vermelerini, silahlarının teslim etmelerini tebliğ ederek, olumsuz bir sonuç
alındığı taktirde, bu bölgede çok şımarık bir durum almış olan Kürt köylerine
bir etki yapmak ve devlet nüfuzunu hakim kılmak için Erzincan’a nakledilecek
bir hava kıtası ile bu köyleri tahrip etmenin uygun olacağı düşüncesindeyim.
2. Erzincan merkez ilçesinde 10.000 (on bin) Kürt vardır.
Bunlar Alevilikten faydalanarak mevcut Türk köylerini Kürtleştirmeye Kürt
dilini yaymaya çalışmaktadırlar. Bir kaç sene sonra Kürtlüğün bütün Erzincan’ı
istila edeceğinden endişe edilebilir, örfen Türk, fakat Alevi olan birçok Türk
köyleri, Aleviliğin Kürtlüğü ifade ettiği zihniyet ile ana lisanlarını terk
ederek Kürtçe konuşmaktadırlar. Bu işe ön ayak olan, her şehavete yataklık eden
Rusaray, Mitini, Şıncığı, Kürtkendi, Kelarik köylerinin esaslı bir şekilde
kayda tabi tutularak bunlardan gerekenlerin Trakya’ya nakli ve bu bölgedeki
bazı reislerin il merke-zinde ve polis nezareti altında ikamet ettirilerek
emniyete alınmaları gerekmektedir. Türk olan Alevi köylerinin Türkçe
konuşmalarına ve Türk dilinin bütün bölgeye yayılması için esaslı tedbirler
almaya ihti-yaç vardır” demekte ve devamında ise eğer önü alınmazsa, müdahale
yapılmazsa gelecek açısından vahim sonuçlar yaratacağını dile geti-ren Fevzi
Çakmak’ın raporu ardından, Erzincan’a bir saldırı başlatılır. Yüzlerce köy
yakılıp yıkılır. Adım adım Dersim’de olacakların ayak sesleri duyulmaktadır. Ne
yazık ki bu ayak sesleri fark edilmeyecek ve Dersim için yeterince tedbir
geliştirilmeyecektir.
Devam Edecek: Xoybûn Cemiyeti
Abdullah Öcalan Sosyal Bilimler Akademisi Yayınları
Tarih Şimdidir-Kürdistan Tarihine Özlü Bir Bakış
Kasım Engin
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.com - www.lekolin.org - www.lekolin.net –
www.lekolin.info -www.navendalekolin.com -http://kursam.org/index.html