Cemil Bayık: Türkiye'nin iç koşulları, bölge koşulları ve dünya koşulları da AKP-MHP ittifakı ne kadar saldırırsa saldırsın başarılı olamayacağını gösteriyor. Direnecek ve başaracak olan kesinlikle bizler olacağız
Türkiye’deki referandum ’da “evet” kampanyası başarı
kazanırsa PKK’nin buna cevabı ne olacak?
Biz 15 Temmuz darbe girişimi gerekçe yapılarak ilan edilen
20 Temmuz Olağanüstü Hal’in 12 Eylül 1980 darbesi gibi bir darbe olduğunu
düşünüyoruz. Referanduma sunulan anayasa değişikliklerini 1982 Anayasası’nın
daha otoriter yönetime kavuşturulması anlayışıyla restore edilmesi olarak
görüyoruz. 12 Eylül anayasası da Kürt soykırımını hedefliyordu. Bu anayasa
değişikliklerini demokrasi güçlerinin ve Kürt halkının özgürlük mücadelesinin
Türkiye'yi demokratikleşmeye zorlaması karşısında, Türkiye demokratikleştiğinde
iktidarını kaybedecek AKP ve MHP’nin ittifakının demokrasi güçlerini ve Kürt
Özgürlük Hareketini ezme yönetimini yaratma girişimi olarak görüyoruz. Savaşı
daha da şiddetlendirme, yayma yönetimini sağlama olarak görüyoruz. Bu açıdan
biz bu referandumda yapılmak istenen değişikliklere karşıyız. Bu değişikliklerin
ne Türkiye halklarına ne de Kürt halkına herhangi bir yararı vardır. Aksine
daha otoriter bir sistem kurulmak istenmektedir. Bizim açımızdan, yani Kürtler
açısından herhangi bir değişikliğe evet ya da hayır dememizin ölçüsü demokratik
olup olmadığıdır. Kürtler demokratik olan her gelişmeye evet derler, demokratik
olmayan her gelişmeye de hayır derler. Çünkü demokratik olmayan her gelişme
Kürt düşmanlığını ifade eder; demokratik her gelişme de Kürt sorununun çözümü
için bir adımı, bir gelişmeyi ifade eder. Biz anayasa değişikliklerine bu
çerçevede bir yaklaşım gösteriyoruz. Bu bakımdan da hayır’ın Türkiye için
hayırlı olacağını düşünüyoruz. Hayır, bu otoriter hegemonik anlayışı frenler,
bu da Türkiye'nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümü açısından yeni
imkanlar, fırsatlar doğurabilir.
Evet çıkması zaten savaşın tırmandırılması ve
şiddetlendirilmesi demektir. Lozan Antlaşmasının yıldönümü olan 24 Temmuz’da
savaş başlatıldı, şiddetlendirildi. Referandumda evet’in çıkmasıyla birlikte bu
daha pervasız yürütülecektir. Türkiye ve Kürdistan savaş alanı haline
getirilecektir. Biz referandumdan evet çıkmasını böyle anlıyoruz. Zaten Erdoğan
bir savaş yönetimi olmak istiyor. İktidarını demokratikleşmeyle, bir başka
yolla sürdürmeyi düşünmüyor. MHP ile birlikte Kürtlere karşı savaşarak, savaş
ortamında herkesi susturarak iktidarını sürdürmek istiyor. Bu bakımdan 16
Nisan’da eğer evet çıkarsa Türkiye ve Kürdistan'da savaş daha da şiddetlenecek;
bu savaş Türkiye dışına da yayılacaktır. Bunun ne Türkiye halkları açısından ne
de Kürtler açısından bir yararı olduğunu düşünüyoruz. Bu açıdan böyle bir savaş
yönetimine karşı Kürt Özgürlük Hareketi olarak direneceğiz, direnişi daha da
kapsamlılaştıracağız. Evet çıkması, direnişin daha da güçlü hale getirilmesini
gerektirecek. Savaş daha kapsamlı hale gelecek, Türkiye'ye de yayılacak. Bunu
söyleyebiliriz. Artık savaşın sadece Kürdistan’la sınırlı olması söz konusu
olamaz. Geçmişte de Türkiye'de bazı eylemler yapılıyordu, ama yeni dönemle
birlikte Türkiye’de en az Kürdistan kadar savaş alanı haline gelecektir. Çünkü
demokrasi güçlerini ezmek istiyor, Kürtleri ezmek istiyor, demokratik yollardan
sorunu çözmek istemiyor. Demokrasiye inanmıyor. Demokrasinin Kürtlerin işine
yarayacağını düşünüyor. Zaten Türkiye şimdiye kadar bu nedenle
demokratikleşmiyor. Kürtler yararlanır diye demokratik adım atmıyorlar.
Evet çıkması karşısında özgürlük güçlerine, demokrasi
güçlerine düşen görev, direnişi çok boyutlu örmektir. Askeri alandan demokratik
sivil alana kadar çok geniş alanda bu direniş sürecektir. Referandum sonucu
soykırımcı faşist bir yönetim ortaya çıktığında buna karşı direnişimiz tarihi
olacaktır, tarihi bir direniş yürüteceğiz. Bir nevi seferberlik halinde bir
savaş yürüteceğiz. Zaten onlar “16 Nisan sonrası savaşı büyüteceğiz,
yaygınlaştıracağız, şöyle asacağız, şöyle keseceğiz, şöyle bitireceğiz”
diyorlar. Bu, aslında savaşı yükseltmek anlamına geliyor.
AKP-MHP İTİFAKININ SALDIRILARINI BOŞA ÇIKARACAĞIZ
Kuşkusuz bunlar hayali hedeflerdir. Bizi ezmek için onlarca
hükümet kuruldu, ama hep başarısız kaldılar. Kürt direnişi ani bir parlamayla
ortaya çıkmış bir direniş değildir. Yüzyıllık bir temeli vardır. Özellikle 45
yıldır bir mücadele veriyoruz. Demokratik devrim, sosyal devrim, kültürel
devrim gerçekleştirmişiz; toplumsal değişim yaratmışız. Güçlü ideolojik ve
siyasal temellere sahibiz, öngörüye sahibiz. Sadece Kürdistan'ın değil,
Türkiye'nin ve Ortadoğu'nun sorunlarını çözecek ideolojik ve siyasi bir
yaklaşımımız bulunmaktadır. Bu açıdan bu ezme naraları kesinlikle boştur;
kendilerini kandırmaktırlar. Bütün faşistler iktidarlarını sağlamak için böyle
iddialarda bulunurlar, böyle hedefler ortaya koyarlar. AKP iktidarı hiçbir
biçimde bu hedeflerine ulaşamayacak ve kaybedecektir. AKP iktidarının
yenilgisi, kaybetmesi, Kürt Özgürlük Hareketi'ne karşı yürüttüğü savaşın
başarısız olmasıyla gerçekleşecektir. Bu açıdan biz demokrasi güçleriyle
birlikte AKP-MHP ittifakının 16 Nisan’daki saldırılarına karşı da direneceğiz
ve bunları kesinlikle boşa çıkartacağız.
Türkiye'nin iç koşulları, bölge koşulları ve dünya koşulları
da AKP-MHP ittifakı ne kadar saldırırsa saldırsın başarılı olamayacağını
gösteriyor. Direnecek ve başaracak olan kesinlikle bizler olacağız. Bu nedenle
“Mutlaka kazanacağız” şiarıyla 2017 yılında mücadeleyi AKP iktidarına karşı her
yerde sürdüreceğiz. O bize karşı her yerde savaşı yürütmek istiyorsa biz de ona
karşı her yerde bütün imkanlarımızı kullanarak direneceğiz. Bizim cevabımız
böyle olacaktır.
KÜRDÜN TASFİYE EDİLMEK İSTENDİĞİ ORTAMDA BARIŞ OLUR MU?
Halihazırda Türkiye ile barış sürecini yeniden başlatmak
mümkün mü?
Türkiye'de barış süreci diye bir süreç başlatmak mümkün
değil. Çünkü Türkiye'de barış süreci Kürt sorununu çözme anlayışıyla olur. Kürt
sorununun çözüm anlayışının olmadığı yerde nasıl barış olacak? Önder Apo büyük
emek ve çaba göstererek 28 Şubat 2015’te çok makul Dolmabahçe Mutabakatını
hazırlattı ve bunu HDP heyeti ile hükümet yetkilileri birlikte Türkiye ve dünya
kamuoyuna sundu. Bu mutabakat, Önder Apo'nun makul, kabul edilebilir
yaklaşımıyla hükümet ve HDP arasında yapıldı. Hatta biz bazı ekler yapılsın
dediğimizde Önder Apo “yok, böyle yayınlansın” dedi. Önder Apo Dolmabahçe
Mutabakatıyla demokratikleşmenin önünü açmak istedi. Böylece Türkiye'deki
otoriter hegemonik Kürt soykırımcı sistemi kırılmaya uğratmak istedi. Önder
Apo, Erdoğan’ın hegemonik, otoriter bir sistem kurmak istediğini gördü, bunu
boşa çıkarmak için Dolmabahçe Mutabakatını hazırlattı. Dolmabahçe Mutabakatı
Türkiye'nin önüne demokratikleşme hedefi koyuyordu. Ama Tayyip Erdoğan
demokrasi karşıtı olduğu için, otoriter hegemonik bir sistem kurmak istediği
için Önder Apo’nun hazırladığı Dolmabahçe Mutabakatının kendisinin otoriter
hegemonik sistem kurmasının önünü almak istediğini gördü, bunun için yok saydı.
Ne mutabakatı; ne demokratikleşmesi, bunun demokratikleşmeyle alakası yok,
dedi. Reddetti. Çünkü Erdoğan o dönemde zaten bir iç güvenlik yasasını
meclisten geçirmişti. Bu iç güvenlik paketi 7 Haziran seçimlerinden sonra
yapacağı saldırının hukuki zeminini yaratmak için gerçekleşmişti. Dolmabahçe
Mutabakatı reddedildikten sonra Önder Apo üzerinde de koyu bir tecrit
uygulandı. Buna rağmen Önder Apo 7 Haziran seçimleriyle öngörülen savaşın önünü
almak istedi. Ama Tayyip Erdoğan 7 Haziran seçimlerini de yok saydı. MHP ile
ittifak kurarak Lozan Anlaşmasının yıldönümünde savaş başlattı.
Bu savaşın amacı o güne kadar güçlenen Kürtlerin gücünü
kırmaktı. Kürtler, Kürt Özgürlük Hareketi Bakurê Kurdîstan'da, Rojava’da,
Başur’da, Rojhilat’ta güçlenmişti. Tüm Ortadoğu'da Kürt Özgürlük Hareketi güçlü
hale gelmişti. Ama Türk devleti bir çözüm politikası olmadığı için Kürtlerin bu
güçlenmesini kendisi için tehlikeli buldu ve savaş başlattı. Savaş bunun için
bugüne kadar sürmektedir. Kürt’ün gücü bitirilmek, ezilmek, tasfiye edilmek
isteniyor. Böyle bir zihniyette, politikada olan bir hükümetin, bir devletin
Kürt Özgürlük Hareketini tasfiye etmek istediği ortamda bir barış süreci
olabilir mi, bir Kürt sorununun çözümü açısından bir süreç ortaya çıkabilir mi?
Tabii ki çıkmaz. Çünkü ezmek istiyor. Kürtlerin gücünü ezip yeniden 20.
yüzyıldaki gibi Kürtleri soykırımcı sömürgeci sistem altına almak istiyor.
Türkiye sadece Kuzey Kurdîstan’da değil, Suriye'de de
Kürtlerin hak kazanmasını istemiyor. Başurê Kurdîstan'da eğer KDP ile ilişki yürütüyorsa
nedeni PKK’dir. Birinci tehlike şimdi PKK görülüyor. Bunun için PKK'yi tasfiye
etmek için KDP ile ilişki kuruluyor. Böyle bir tasfiye harekatının, saldırı
harekatının olduğu ortamda Türkiye'de herhangi bir barış süreci olmaz, bir
çözüm süreci gelişmez. Bu yönüyle zihniyeti değiştirecek gelişmelerin olması
lazım. Bunun için de Türk devletinin yüz yıldır izlediği Kürt’ün iradesini
kırıp sindirerek soykırımı tamamlama politikasını boşa çıkarmak gerekiyor. Bu
politikanın başarılı olamayacağını daha net ve açık biçimde göstermek
gerekiyor. Kürtler üzerinde uyguladığı bu politikanın Türk devletini de
çökerteceğini, Türk devletini de bitireceğini göstermek gerekiyor. Bu açıdan
yeni bir barış sürecinin, daha doğrusu bir çözüm sürecinin ortaya çıkması için
direnmek gerekiyor. Direnmekten başka Türkiye'de Kürt sorununun çözümünü ve
Türkiye'nin demokratikleşmesini ortaya çıkaracak, bu temelde barışın olmasını
sağlayacak başka bir yol yoktur.
Türkiye'nin Bakurê Kurdîstan’daki, Rojava’daki politikası
açık değil midir? Şehirleri yakıp yıkmadı mı, yerle bir etmedi mi? Demokratik
siyaset üzerindeki saldırılar ortada. Binlerce tutuklu var. Bütün belediye
eşbaşkanları görevden alındı ve tutuklandı. Şu anda dünyada hiçbir ülkede
olmadığı kadar kadın siyasetçi tutukludur. Bu kadar kadın siyasetçinin
tutuklandığı bir yerde bir barış süreci, bir çözüm gelişebilir mi? 12 Eylül
1980’de darbe geldiği zaman Kürt Özgürlük Hareketi'nin ve Kürtlerin kökünü
kazımak hedefleniyordu; bir kök kazıma saldırısı başlatılmıştı; şimdi de AKP-MHP
ittifakı böyle bir saldırı başlatmıştır. Hedef Kürtlerin iradesini kırmak,
sindirmek ve boyun eğdirmektir. Herhalde irade kırma, sindirme ve boyun
eğdirdikten sonra barış olmaz! Buna da teslimiyet derler. Teslimiyetin de barış
olmadığı açıktır. Tabii ki teslim olunursa ortalık süt liman olur, sessizlik
olur. Güçlünün Barışı denen Pax Romana olur. Bunun da barış olmadığı açıktır.
Bu açıdan adalet olmazsa, eşitlik olmazsa barış da olmaz.
Şimdi dünyada çeşitli çevreler “adalet yoksa barış da yok” diyorlar.
Kürdistan'da da adalet yok, bu ortamda nasıl barış olacak? Bu açıdan biz bir
barış sürecinin ancak direnişle, mücadeleyle gelişebileceğini düşünüyoruz. Eğer
güçlü bir direniş ortaya konulur, bu politikalar boşa çıkarılırsa, o zaman
demokratikleşmenin önü açılır. Barış demokratikleşmeyle gelir. Barışla
demokratikleşmenin arasında doğrudan bağ vardır. Türkiye'de demokratikleşme
olmadan barış olmaz. Şu anda da iktidarın demokratikleşme diye bir derdi
yoktur. Aksine daha fazla otoriter olma çabası içindedir. Zaten daha fazla
otoriter olacaklarını açıkça söylüyorlar. Türkiye'de savaş var, Ortadoğu'da
savaş var, bu ortamda otoriter olmak gerekiyor diyorlar.
Kürt Özgürlük Hareketi açısından Rojava ne kadar önemlidir?
Türklerin Minbic’i alması nelere yol açabilecek?
Bildiğimiz kadarıyla Suriye'de 2,5 milyondan fazla Kürt
bulunmaktadır. Sadece Rojavayê Kurdîstan’da değil, Halep’te, Şam’da, Rakka’da
önemli bir Kürt nüfusu bulunmaktadır. Bu bakımdan Kürtlerin Suriye siyaseti
içinde etkili olma imkanları, potansiyeli vardır. Kürtler açısından Rojava’nın
önemi her şeyden önce Kürtlerin kendi kimliği ve kültürüyle varlıklarını
sürdürmeleridir. Kürtler Türkiye ve diğer ülkelerde olduğu gibi Suriye'de de
inkar ediliyordu, soykırıma uğratılıyordu. Belki Suriye’deki Kürt düşmanlığı,
Kürt karşıtlığı Türkiye'deki gibi yoktu. Hatta Türkiye, Suriye, Irak, İran
kıyaslaması yapılacaksa Kürtlere karşı en yumuşak yaklaşım gösteren ülke
Suriye’ydi. Ama orada da Kürtlerin varlığı kabul edilmiyordu. Diliyle,
kültürüyle, kimliğiyle yaşaması kabul edilmiyordu. Kürtler orada da zamana
yayılmış bir soykırım süreci içindeydiler. Bu açıdan orada da Kürtler her zaman
özgür ve demokratik yaşam özlemi içinde olmuşlardır. Belki Suriye'de isyan
yapmamışlardır, bir silahlı mücadele yürütmemişlerdir. Daha çok kendi
dillerini, kültürlerini yaşatarak bir direniş ortaya koymuşlardır. Ama
Kürdistan'ın tüm diğer parçalarındaki özgürlük ve demokrasi mücadelesine destek
vermişlerdir. Özellikle Bakurê Kurdîstan'daki mücadeleye verdikleri destek
çarpıcıdır. Bu aslında kendilerinin de özgür ve demokratik yaşama kavuşma
özlemlerinin dışa vurumudur. Yurtseverliklerinin gelişkin olduğunun ifadesidir.
Bu da Suriye içinde de kendi kimliği ve diliyle yaşamak istediklerini
göstermektedir. Bu açıdan Suriye'deki krizden sonra, kendi örgütlülüklerini
oluşturmaları, askeri güçlerini oluşturmaları, bir demokratik devrim
gerçekleştirmeleri söz konusu olmuştur. Hatta Suriye'deki altüst oluşta tek
demokratik karakterde kendini örgütleyen, değiştiren, böylelikle Suriye'nin demokratikleşmesine
temel olacak alan Rojavayê Kurdîstan olmuştur.
Rojava’da Araplarla, Süryanilerle, Türkmenlerle, Çeçenlerle
kardeşlik içinde yaşamayı hedefleyen bir siyasal sistem, bir toplumsal yaşam
ortaya çıkmıştır. Bu yönüyle Suriye'de Kürtlerin artık eski sistemi kabul
etmeleri mümkün değildir. Eski yaşama dönmek istemezler. Ayrı devlet hedefleri
yoktur; tamamen Suriye'nin demokratikleşmesini hedefliyorlar. Önder Apo’nun
görüşleri de bu çerçevededir. Önder Apo da Suriye'nin demokratikleşmesi içinde
Rojava Kürtlerinin özgür ve demokratik yaşama kavuşmalarını istiyor. Demokratik
Kuzey Suriye Federasyonu içinde Kürtlerin demokratik özerklikle kendi
kimliğini, dilini ve kültürünü yaşamasını ve özyönetime kavuşmalarını istiyor.
Önder Apo Rojava Kürtlerine Suriye’nin birliği içinde sorunları çözmesi
perspektifini vermiştir. Suriye'nin geneli için politika üretmeleri, Suriye'nin
demokratikleşmesi için mücadele etmeleri ve bu çerçevede de sorunu çözmeleri
gerektiği perspektifini verdi. Önderlik Demokratik Kuzey Suriye Federasyonu
içinde her bölgenin kendi özerkliğini yaşamasını hedefleyen bir demokratik
Suriye'yi Rojava Devrimcilerinin önüne koydu.
KÜRTLERİN ÖZGÜR YAŞAMI ORTADOĞU’NUN DEMOKRATİKLEŞMESİYLE
GÜVENCEYE ALINIR
Rojava önemlidir; hem Rojava’daki Kürtler açısından, hem de
bizim açımızdan önemlidir. Çünkü Kürt halkının özgür ve demokratik yaşamı esas
olarak Ortadoğu'nun demokratikleşmesiyle güvenceye alınabilir. Kürtlerin özgür
ve demokratik yaşamının güvencesi herhangi şu dış güç, bu dış güç değildir. Ortadoğu
demokratikleştikçe, bölgedeki ülkeler demokratikleştikçe, Kürtlerin özgür ve
demokratik yaşamı güvenceye alınacaktır. Bu açıdan Suriye'nin demokratikleşmesi
bizim açımızdan önemlidir. Suriye'nin demokratikleşmesi sadece Suriye'nin
demokratikleşmesi anlamına gelmez. Demokratik Suriye bütün Ortadoğu'nun
demokratikleşmesinde bir rol oynar. Hatta domino etkisi yapar. Suriye'de de bir
demokratikleşme gelişirse bu Türkiye'yi etkiler, Irak'ı etkiler, bütün
Ortadoğu'yu etkiler. Bu açıdan Rojava’daki demokratik devrime dayalı, Önderlik
çizgisindeki Demokratik Ulus anlayışına dayalı bir demokratik Suriye'nin
varlığını biz önemli görüyoruz.
Öte yandan Rojava bizim açımızdan Önderliğin 20 yıl kaldığı,
çalıştığı, emek verdiği bir yerdir. Önderliğimizin çizgisinin, düşüncesinin en
iyi pratikleşeceği alandır. Rojava halkı Önderliği tanıyor. Önderlik Rojava
halkıyla iç içe yaşadı. Bu yönüyle Önderliğin düşüncelerinin, çizgisinin
Rojava’da pratikleşmesi çok önemli olacaktır. Hem Önderliğin verdiği emeğe bir
karşılık olacaktır, hem de tüm Ortadoğu ve dünya için Önderlik çizgisinin
pratikleştiği bir örnek, bir model olacaktır. Önderlik çizgisinin neyi ifade
ettiği, somut olarak neyi öngördüğü, nasıl bir çizgi olduğunu sadece Suriye
değil, bütün Ortadoğu halkları görecektir, dünya görecektir.
Öte yandan Önder Apo'nun Suriye Arap halkıyla iyi bir ilişki
kurduğunu düşünüyoruz. Arap halkları içinde Önder Apo'yu en iyi anlayan Suriye
Araplarıdır. Yine Suriye'deki birçok aydın, yazar, siyasetçi, bürokrat Önder
Apo'yu yakından tanımıştır. Bu açıdan Suriye'de Kürt sorununun çözümü böyle bir
tarihsel temele dayanabilir. Önder Apo'nun hem devlet içinde, hem toplum
içinde, hem de aydınlar içinde yarattığı etki Rojava Devriminin Suriye'nin
demokratikleşmesine temel olabilecek bir zemin olacaktır. Biz bu açıdan da
Rojava Devrimini önemli görüyoruz. Rojava Devriminin başarma imkanları
Suriye’de vardır. Çünkü Araplar da Kürtleri tanıyorlar. Rojava Devrimini
gördüler, pratiğini gördüler. Herkes Önder Apo çizgisinin neyi amaçladığını
biliyor. Devlet değil, halkların kardeşliğine dayalı bir demokratik sistem
hedefliyor.
Önder Apo'nun Arap halklarıyla ilişkisi her zaman iyi
olmuştur. Ortadoğu'da uygarlıkların gelişiminde, Ortadoğu'da birçok değerin
ortaya çıkmasında Arapların büyük rolü olduğunu bilmektedir. Bu yönüyle Önder
Apo her zaman Kürtlerle Arap halklarının ilişkilerinin Ortadoğu'da çok önemli
sonuçlar ortaya çıkaracağını düşünmüştür. Çünkü 20. yüzyılda Ortadoğu'da en
fazla ötelenen iki halk olmuştur. Biri Kürtler, diğeri Araplar! Kürtler çok
fazla ezilmiştir, ama Araplar da son iki yüzyılda çok fazla ötelenmişledir.
Ortadoğu'da bu kadar değer yaratacak, Ortadoğu'daki gelişen uygarlıklara büyük
katkıda bulunacak, kültürel değerlere büyük katkıda bulunacak, İslam
uygarlığında temel rolü olacak, ama bu kadar ötelenecek, örselenecek! İşte bu
açıdan son yüzyılda çok fazla ezilen, ötelenen, örselenen iki halkın, Kürtlerle
Araların en iyi biçimde buluşacağı, birbirini anlayacağı yer de Suriye’dir. Bu
açıdan biz Rojava Devrimini Suriye'de demokratikleşmenin temeli olması, bu
yönüyle Kürtlerle bütün Arap dünyası arasında bir köprü olması çerçevesinde çok
değerli görüyoruz. Biz Rojava Devrimini Kürtler ve Arap dünyası arasındaki iyi
bir ilişki, iyi bir köprü olarak değerlendiriyoruz. Bu açıdan da başarısını
gerçekten çok önemsiyoruz.
TÜRK DEVLETİNİN MİNBİC’E SALDIRMASI DEMOKRASİ GÜÇLERİNE
SALDIRIDIR
Türk güçlerinin Minbic’i alması çok ciddi sorunlar ortaya
çıkarır. Minbic niye ve kimden alınmıştır? IŞİD’ten alınmıştır. Minbic yüzlerce
şehit verilerek, binden fazla yaralı verilerek IŞİD’ten alınacak, ama
Türkiye'ye, Türkiye'nin çetelerine teslim edilecek! Böyle bir şey olabilir mi?
Minbic Minbiclilerin olacaktır, demokrasi güçlerinin olacaktır. Türk devleti
Minbic’i oradaki demokratik güçlerden alıp kendisi gibi demokratik olmayan
otoriter, despotik çete güçlerine teslim etmek istiyor. Orayı zaten Minbicliler
yönetiyor. Şu anda Minbiclilerin özyönetimi var. Minbic askeri güçleri var, ama
bunlar demokratik güçlerdir. Demokratik oldukları için de demokratik Suriye
güçleriyle ittifak içindedirler, Rojava Devrimiyle ilişki içindedirler. Şu anda
Türkiye Minbic’teki demokratik güçleri tasfiye etmek istiyor; oradaki
demokratik güçleri ezip orayı kendi çetelerine teslim etmek istiyor. Sorun
budur. Demokrasi güçleri ile demokrasi karşıtları arasındaki mücadeledir. Çünkü
Türkiye Suriye'nin demokratikleşmesini istemiyor; Suriye'nin
demokratikleşmesini kendisi için tehlikeli görüyor. Minbic’te demokratik bir
yönetim olursa bunun Rojava Devrimcileriyle de ilişkileri demokratik temelde
olursa Türkiye'nin güneyinde demokratik zihniyetli bir yapılanma ortaya
çıkacak. Bu, Suriye'nin demokratikleşmesine temel olacak. Türkiye Suriye'nin
demokratikleşmesine karşıdır. Suriye demokratikleştiği zaman Kürt sorunu
çözülecek. Demokratik Suriye Türkiye'yi korkutuyor. Suriye demokratikleşip Kürt
sorununu çözerse kendisine örnek olacağını düşünüyor. Bu bakımdan Suriye'nin
demokratikleşmesini istemiyor. Zaten başından beri düşündüğü; hemen Esad rejimi
devrilsin, yerine başka bir otoriter rejim oluşsun; Kürtlere hak tanınmasın! Bu
nedenle rejimin erkenden devrilmesini istiyordu. Suriye'nin iç işlerine
fazlasıyla müdahale etmesinin nedeni, rejimin erkenden devrilip Kürtlerin
yararlanamayacağı bir siyasal sistem kurma amaçlıydı. Bu bakımdan rejimin bir
an önce yıkılıp, yerine otoriter bir rejim kurularak Kürtleri ezmesini
hedefliyordu. Bunun için bu kadar Suriye'ye daldı. Yani demokrasi düşmanıdır,
Kürt düşmanıdır.
Minbic demokrasi güçlerinden temizlenmek isteniyor. Çünkü
demokrasi güçleri Minbic’te Kürt dostudur. Bu nedenle Türk devleti Efrin’le
Kobanê arasına demokrasi güçlerinin hakim olmasını istemiyor. Arap, Çeçen,
Türkmen, demokratik güçlerin hakim olmasını istemiyor. Şehba alanında Araplar
var, Kürtler var, Çeçenler var, Türkmenler var, bunlar ortak demokratik yönetim
olursa, bu Kürtlerle dost bir yönetim olacaktır, Efrin’le dost bir yönetim
olacaktır, Kobanê kantonuyla dost bir yönetim olacaktır. Böylelikle bir
Demokratik Kuzey Suriye Federasyonu oluşacaktır. Yoksa Kürtlerin Minbic’i Kürtleştirmesi
ya da Arapların oldukları yerleri boşaltması gibi bir amacı yoktur. Kürtlerin
tekçi olmayan demokratik ulus anlayışı vardır. Kürtlerin zihniyeti, her yerin
oranın halkı tarafından yönetilmesi ve yönetimin demokratik olmasıdır.
Birilerinin gelip orayı yönetmesi değildir. Bu açıdan Türk devletinin Minbic’e
saldırması sadece Minbic’e değil, tüm demokrasi güçlerine saldırıdır. Rojava
Devrimine saldırıdır, Suriye Demokratik Güçlerine saldırıdır, Suriye'ye
saldırıdır.
Türkiye Suriye'de işgalci bir güçtür. Türkiye ile ilişkide
olan çeteler öyle Suriye'nin bir iç gücü olmaktan çıkmıştır; bir dış gücün
işbirlikçileri haline gelmişlerdir. Bu yönüyle Türk devletinin Minbic’e
müdahalesi Türk devletiyle bütün demokrasi güçlerinin, Rojava Devrimcilerinin
ve Suriyeli tüm yurtsever demokratların savaşı anlamına gelecektir. Türk
devletinin Minbic’i alması, demokrasi karşıtı güçlerin güçlenmesi demektir,
demokrasi karşıtlığı demektir; demokrasi güçlerine savaş açmak demektir. Bunun
için tabii ki Minbic askeri güçleri de, Minbic halkı da, Çeçenler de,
Türkmenler de, Araplar da, Kürtler de, Suriye'de demokrasi isteyen herkes de
böyle bir işgal girişime karşı çıkacak ve direnecektir. Minbic IŞİD’ten niye
alındı? Minbic IŞİD’ten alınıp Türkiye'ye teslim edilmek için mi alındı? Minbic
IŞİD’ten, Türkiye'nin çetelerine teslim edilmek için mi alındı? Bu gerçekten
akıl almayacak bir şeydir. Çünkü orası yüzlerce şehit, binlerce yaralı
verilerek alınmıştır. Alınırken ABD de işin içindedir. ABD kendisinin de içinde
olduğu askeri güçlerle birlikte Minbic’i alacak, ondan sonra da Türkiye'ye
teslim edecek! Bunu kim kabul eder? ABD
de kabul etmez. Zaten orayı Minbicliler, Minbic Askeri Meclisi yönetiyor.
Kürtler yönetmiyor.
TÜRKLERİN MİNBİC’E SALDIRMASI TÜM SİYASİ HESAPLARI ALT ÜST EDER
Türk devletinin amacı Minbic’i Arapların yönetmesi değildir,
demokratik güçlerin yönetmesi onu korkutuyor. Çünkü demokrasi güçleri Kürtlerin
dostudur. Türkiye'de de demokrasi güçleri Kürtlerin dostudur, Irak'ta da, her
yerde de demokrasi güçleri Kürtlerin dostudur. Bu açıdan Minbic’e saldırılması
bir savaşa yol açar; savaşın Türk devletiyle süreklileşmesi anlamına gelir.
Türk güçlerinin Minbic’e saldırması Kürtlerin mevcut durumda Rakka’ya
yürümesini bırakıp tümüyle Türk devletiyle savaşa girmesi anlamına gelir. Bu da
Rakka operasyonunu sabote etmek anlamına gelir. ABD'nin böyle bir Türkiye ile
Rakka operasyonu yapması düşünülemez. Türk devletinin Minbic’e girmesine,
Suriye'ye çok fazla müdahale etmesine Rusya da karşıdır, ABD de karşıdır. Kürt
güçlerini zayıflatmak aslında IŞİD'i güçlendirmektir. IŞİD'i şu anda esas
olarak zayıflatan şu bu askeri güç değildir; Kürtlerin demokratik karakteridir,
demokratik toplum gücüdür; Araplarla kurduğu ilişkilerdir. Kürtleri tasfiye
etmek, Arapları IŞİD’e teslim etmektir. Arapları bu çetelere teslim etmek
anlamına gelir. Çünkü şu anda Demokratik Kuzey Suriye Federasyonu içinde
Kürtlerle Araplar yarı yarıya gelmiştir. Hol’dür, Şedadê’dir buralar Araptır.
Yine Girê Sipî’de nüfusun önemli bir bölümü Arap’tır. Hesekê’de Arap nüfusu
önemli düzeyde vardır. Buralarda Kürtlerle Araplar demokratik temelde bir
siyasal, sosyal yaşam kurmuşlardır. Kürtlere saldırmak bu demokratik sistemin
dağıtılıp oraların kendi çetelerine ya da IŞİD'e, şuna buna teslim edilmesi
anlamına gelmektedir. Herhalde bunu Rusya da kendi çıkarına görmüyor, ABD de
kendi çıkarına görmüyor, hiç kimse de kendi çıkarına görmüyor. Kürtlere
saldırının Türkiye dışında hiç kimseye bir çıkarı yoktur.
Türk devleti herkese benim gibi Kürt düşmanı olun dayatması
yapıyor. Niye herkes Türkiye gibi Kürt düşmanı olsun? Bütün dünyaya Kürt
düşmanlığını dayatıyor. Benimle dost olacaksanız Kürt düşmanı olacaksınız
diyor. Böyle olamaz. Türk devleti bu politikayı bırakmazsa, benimle dost olmak
için Kürtlerle düşman olacaksınız derse, dostlarıyla da her zaman sorunlar
yaşar. Çünkü herkes neden Türk devleti gibi Kürtlerle düşman olsun, Kürt
soykırımına ortak olsun? Zaten defalarca çağrı yaptık, hiç kimse Türk
devletinin soykırım politikalarına ortak olmamalıdır. Kim Türk devletinin soykırım
politikasına ortak olursa o tarih karşısında suçlu duruma düşer. Zaten Ermeni
soykırımına göz yumdular, bir de Kürt soykırımına göz yumarlarsa, bu soykırımda
Türk devleti kadar onlar da suçlu olurlar.
Türk güçlerinin Minbic’e saldırması bütün siyasi durumu
altüst eder. Türk devleti bir dış güçtür, Kürtler bir iç güçtür. Bir dış gücün
bu kadar Suriye siyaseti içine girmesi sorunları çok karmaşık ve içinden
çıkılmaz hale getirir. ABD ve Rusya da birer dış güçtürler, ama onların
pozisyonu biraz daha farklı. Zaten büyük devletler olarak Suriye'de,
Ortadoğu'da etkili olmaya çalışıyorlar. Ama bunun içine bir de bölgesel dış güç
girerse Suriye'de ne Rusya işin içinden çıkabilir, ne ABD, ne rejim. Hiç kimse
işin içinden çıkamaz. Bu açıdan bir dış güç olan Türk devletinin Suriye
içlerine bu kadar müdahalesi hiç kimsenin çıkarına değildir.
Kürtler ise bir iç güçtür, iç dinamiktir. İç dinamik olduğu
için onların varlığı, durumu sorunların çözümüne katkı sunar. Suriye'nin
demokratikleşmesine katkı sunar. Bir iç güç olarak istikrar etkeni olurlar.
Nitekim Rojava Devrimi şimdiye kadar böyle olmuştur. Demokratik bir iç güç
olarak Rojava bir istikrar vahası olmuştur. Bunu herkes görüyor. Bu açıdan Türk
devletinin Minbic’e girmesi Suriye'deki siyasi dengeleri altüst eder,
karmakarışık ve içinden çıkılmaz hale getirir. Buna da hem Kürtleri, hem de
demokrasi güçleri direnir. Suriye'de her şeyin altüst olmasını istemeyenler
varsa, onların da Türk güçlerinin Minbic’e saldırılarına göz yummamaları
gerekir. Türk devletinin Minbic’e saldırısına göz yumanlar en başta da kendi
politikalarını boşa çıkarırlar. Rusya da boşa çıkar, ABD de, herkes de boşa
çıkar. Bu gerçekliğin herkes tarafından bilinmesi gerekmektedir.
Demokratik Suriye Güçleri Türk devletinin Minbic’e
girmesinin ne anlama geldiğini bilmektedir. Bu bakımdan demokratik güçler buna
karşı direnecektir, Kürtler de Minbic demokrasi güçleriyle, Minbic askeri
meclisiyle dayanışma içinde onlara destek verecektir. Çünkü Türkiye bir işgalci
güçtür. IŞİD’ten kurtarılmış, şimdi gelmiş IŞİD’in yerine Türk devleti girmek
istiyor. IŞİD’in yerine çetelerini sokmak istiyor. Kim bunu kabul eder?
Minbicliler ve demokrasi güçleri o kadar şehit vermiş! Bu bakımdan Minbic
askeri meclisi de, demokrasi güçleri de ve dostları Kürtler de böyle bir işgal
girişimine karşı sonuna kadar direnirler.
Şengal’deki son durumu nasıl değerlendiriyorsunuz. Mevcut
durumdan kim sorumludur?
Şengal’deki durumu anlamak açısından IŞİD’in saldırısından
bu zamana kadar geçen süreci ele almak gerekiyor. Şengal'e 3 Ağustos 2014’te
IŞİD saldırdığında KDP orayı direnmeden bıraktı. Bunun sonucu Êzidîler soykırım
tehlikesiyle karşı karşıya kaldılar. Halbuki bunu önceden gören Hareketimiz
KDP'ye başvurdu, biz oraya gerilla yerleştirelim, bir saldırı karşısında
birlikte direnelim denildi, ama KDP ‘gerek yok, bizim güçlerimiz var’ diyerek
reddetti. Buna rağmen Hareketimiz 12 kişilik bir takım gönderdi. KDP bunları da
engelledi. Üçünü tutukladı. Ama IŞİD geldiğinde KDP direnmedi. Êzidîler
soykırımla karşı karşıya kaldı. Yüz binlerce Êzidî IŞİD soykırımından kurtulmak
için yalın ayak, dağ taş yollara, dağlara vurdu. Buna karşı gerillalar
stratejik yerleri tutarak soykırımı engellediler. YPG-YPJ ve HPG gerillaları
bir koridor açarak Êzidîleri oradan çıkardı. IŞİD'e karşı da savaş yürütülerek
IŞİD’in Şengal’i tümden işgal etmesinin önüne geçildi.
Binlerce kadın, çocuk IŞİD'e esir oldu; binlercesi
katledildi. Êzidîler böyle bir travma yaşadılar. 73. Ferman yaşadılar. Yok
olmayla karşılaştılar. Şengal'de yok olmak demek Êzidîlerin yok olması
demektir. Şengal'de yok olan Êzidîlik, her yerde yok olma anlamına gelir.
Êzidîliği var eden Şengal'dir. Bu açıdan IŞİD saldırısı karşısında KDP'nin
direnmemesinin ortaya çıkardığı sonuçlar doğru görülmelidir. Buna karşı
Êzidîler ne tutum takınacaktı? PKK ne tutum takınacaktı? Biz Êzidîlere karşı
tarihi bir sorumluluk içindeyiz. Önderlik 2007’de de, 600-700 kişinin öldüğü
saldırıdan önce de, ‘Êzidîlerin durumu tehlikededir, güvenliğini alın’ demişti.
2014 3 Ağustos IŞİD saldırısından önce de Önder Apo uyardı; ‘Êzidîlerin
güvenliğini alın’ dedi. Bunun için biz KDP'ye başvurduk, ama KDP güvenliğini
almadı. Biz Êzidîlere karşı tarihi sorumluluk içerisindeyiz. Êzidîler tarihin
insanlığa ve Kürtlere bıraktığı bir mirastır. Biz Êzidîlere sahip çıkmazsak kime
sahip çıkacağız? Êzidîlere sahip çıkmayan bir siyasi güç kendine de insanlığa
da sahip çıkamaz. Bu bakımdan biz Şengal’e sahip çıktık, Êzidîlere sahip
çıktık, onlara yardımcı olduk, onların özyönetim ve öz savunmasının
oluşturulmasına yardımcı olduk. Onların öz savunasına yardımcı olmak, onların
özyönetiminin oluşmasına yardımcı olmak yanlış mıdır? Evet, onları öz savunma
ve özyönetim gücü haline getirdik. YBŞ diye askeri bir güç ortaya çıktı,
meclislerini kurdular; kendi kendilerini yönetiyorlar. Bu tarihi
sorumluluğumuzdu. Kendi öz savunmalarını yapsınlar, kendi özyönetimlerine sahip
olsunlar ki bir daha soykırım olmasın, saldırı olduğu zaman dirensinler!
Eğer Êzidîlerin öz savunması, özyönetimleri olsaydı IŞİD
geldiğinde böyle kaçarlar mıydı? Êzidîler son neferlerine kadar Şengal'de
direnirlerdi. Şengal’i bırakmazlardı. Ama KDP bıraktı. KDP siyasi nedenlerle
bıraktı. IŞİD’le savaş yapmak istemedi. Bunun için Şengal Êzidîlerini kurban
yaptı. Şimdi bu gerçeklik ortadayken bizim onların öz savunmalarına yardımcı
olmamız, özyönetimlerini yaratmamız, Şengal'de özerk bir sistem kurmaları için
destek sunmamız kadar doğru, haklı ve meşru bir şey olabilir mi? Bu bir
insanlık görevidir. Vicdani ve ahlaki görevdir. Bunun alkışlanması ve
desteklenmesi gerekir.
Şengal'de IŞİD’lilere direndiniz, Êzidîleri soykırımdan
kurtardınız, artık sizlerin işi bitti, bırakın gidin denilebilir mi?
Şengallilerin özyönetime ve öz savunmaya kavuşması lazım, kendi kendilerini
savunmaları lazım. Bir daha fermana uğramamak için kendi özerk sistemlerine
kavuşmaları lazım. Bunu sağlamadan bırakmak Êzidîlere, tarihe, insanlığa karşı
bir sorumsuzluk olur. Hatta ihanet olur. KDP de 3 Ağustos’taki tutumu nedeniyle
Êzidîlere karşı tarihi bir sorumluluk altına girmiştir. Bu sorumluluk nasıl
yerine getirilecek? Bir daha gelip eskisi gibi hakim olmayla olabilir mi?
“Otoriter, merkezi yönetim olacak, ben hakim olacağım” diyor. 3 Ağustos’ta
ortaya çıkan yetersizliğe böyle mi yaklaşılır? KDP'nin 3 Ağustos’ta içine
düştüğü yetersizlikten sonra yapması gereken Êzidîlerin öz savunmasını ve
özyönetime kavuşmasını istemek olmalıdır. Bu da demokratik ve özerk bir statüye
kavuşmalarıdır. Ancak bunu savunursa KDP bir özeleştiri vermiş olur. Bir
yanlıştan dönmüş olur. Hem bu duruma düşeceksiniz, hem de gelip 3 Ağustos’tan
önceki gibi hakim olacaksınız! Bu ahlaki ve vicdani bir durum olabilir mi? Biz
buna karşıyız. Bizim amacımız Şengal'de hakim olmak değildir. Şengal’e PKK
hareketi hakim olsun gibi bir yaklaşımımız yoktur. Şengal Şengallilerin
olmalıdır, Şengalliler yönetmelidir, Şengalliler savunmalıdır. Şengal
demokratik bir özyönetime kavuşmalıdır. Demokratik bir özerklik olmalıdır.
Böyle bir özerk yaşam içinde de tüm farklı siyasi güçler siyasi çalışma
yapabilir. Demokratik özerkliğin olduğu yerde hiç kimsenin siyasi çalışma
yapmasından korkulmaz.
Ama KDP böyle bir demokratik yaklaşım göstermedi. Biz
KDP’yle görüşmeler yaptık; gelin Şengal'in özyönetimi, öz savunmasına birlikte
destek olalım; oradaki Êzidîlerin hepsi bir araya gelsin, kendi
özyönetimlerini, kendi öz savunmalarını kursunlar dedik. Kendi öz savunmalarını
ve özyönetimlerini oluşturduktan sonra da Güney Kürdistan federasyonuna da
bağlı olabilirler, dedik. Oradaki Êzidîlerin örgütlenip kendi öz savunmalarını
yapmaları, kendi özyönetimlerine kavuşmaları ve kendi kararlarını kendi
vermelerini istedik. Buna da KDP, YNK, PKK ve tüm siyasi güçler yardımcı olsun
dedik.
Bütün Kürtlerin, Êzidîlerin özerkliğine, özyönetimine yardım
etme sorumluluğu var. Sadece Kürtlerin de değil Birleşmiş Milletlerin de,
Avrupa Birliğinin de bütün uluslararası güçlerin de böyle bir sorumluluğu var.
Êzidîler 73 ferman yaşamışlardır. En son ferman da bütün dünyanın gözü önünde
olmuştur. Bundan sonra eskisi gibi olabilir mi? Demokrasi demek farklılıkların
özgünlüğünün özerkliği demektir. Bu farklılık var. Bu farklı bölge, farklı
kimlik özerk olmasın mı? Bu demokrasinin gereğidir. Demokrat olan herkesin bunu
savunması gerekir. Kim orada demokratik özerkliği kabul etmiyor, ben gidip
hakim olacağım –bu ister Irak olsun, ister Başurê Kurdîstan federasyonu olsun-
diyorsa demokratik değildir, kabul edilmemelidir. Bu tutum farklı kimliklerin
özgünlüğünü tanımama olur; demokrasi karşıtlığı olur. Özcesi 3 Ağustos öncesine
dönülmesini istemek doğru değildir.
KDP şimdi oraya askeri güç göndermiş, “ben 3 Ağustos öncesi
gibi hakim olacağım” diyor. Biz bunu kabul edemeyiz. Bunu kabul etmek Êzidîlere
karşı ahlaksızlık, sorumsuzluk ve vicdansızlık olur. KDP orada hakim olsa
kendisi gibi düşünmeyenlere baskı yapacak. Kendisi gibi düşünmeyen Kürtleri
tasfiye edecek. Biz diyoruz ki, Êzidîler içindeki her türlü eğilim bir araya
gelsin, meclisi olsun, özyönetimleri olsun. Bu meclisler içinde KDP'ye yakın olanlar
olabilir, YNK'ye yakın olanlar olabilir, PKK'ye yakın olanlar olabilir. Ortak
bir yönetim olsun; ama birisi gelsin oraya, ben hakim olacağım demesin. KDP
şimdi “ben geleceğim oraya hakim olacağım, her şey benim dediğim gibi olacak”
diyor. Bu doğru bir yaklaşım değildir. Sorun buradan çıkıyor. Bu açıdan KDP'nin
Şengal sorununa daha sağduyulu yaklaşması lazım, daha sorumlu yaklaşması lazım.
3 Ağustos’ta orayı bırakmasının bir yanlışlık olduğunu görmesi gerekiyor.
Kendileri yanlışlık olduğunu kabul ediyorlar, o zaman bu yanlışın düzelmesi
gerekiyor. Bu yanlışı düzeltmek de 3 Ağustos öncesi durumu istemekle olmaz. KDP
IŞİD’le kavga etmediği, savaşmak istemediği için Şengal’i bıraktı. Ama
yanlıştı. Şimdi KDP’nin bu yanlışlık karşısında politika değişikliği yapması
gerekiyor. Ancak politika değişikliği yapmıyor. 3 Ağustos’tan önceki gibi ben
oraya hakim olayım diyor. Bunu da Êzidîler kabul etmiyor. 73 fermandan geçmiş,
artık Êzidîlerin durumunun değişmesi gerekir. Bu ağır travmadan, fermandan
sonra Şengal’in durumunda bir değişiklik olmayacak mı? Bu hangi ahlaka, hangi
vicdana, hangi siyasete sığabilir?
ŞENGAL’DEKİ OLUMSUZLUKLARIN SORUMLUSU KDP’DİR
Gerilla Şengal’e gittiği zaman peşmerge de yoktu, KDP de
yoktu. Biz hiçbir yeri işgal etmedik, hiç kimsenin elinden bir yer almadık.
IŞİD'e karşı savaşıldı, şehit verildi. Şengal’de ortaya çıkan olumsuzlukların
sorumlusu KDP’dir. Şimdi de 3 Ağustos 2014’te hiçbir şey olmamış gibi bir
dayatma yapıyor. Müzakereyle, görüşmelerle, uzlaşmayla sorunu çözme yaklaşımı
yok. “Orası bana aittir, ben yöneteceğim, çıkacaksın” diyor. Bunu en fazla kim
istiyor? Türk devleti istiyor. Türk devleti dayatıyor. Kontra güçleri Türk
devleti dayattığı Şengal’e sürdü. Bu kontra güçlerle Xanesor’u işgal etmek
istiyorlar. Bunu yaratan KDP’dir. Oraya askeri güç yığan KDP’dir. Hem de Türk
devletiyle görüşmelerden sonra! Halbuki Şengal konusunda biz kendileriyle
görüşmeler yapıyoruz, uzlaşmayla sorunları çözelim diyoruz, onun tartışmalarını
yapıyoruz, ama bu ciddiye alınmıyor, Türk devletiyle yapılan görüşmelerde
ortaklaşılan plan devreye konuluyor. Şengal’e saldırı böyle gerçekleşiyor.
Kesinlikle bu olumsuz duruma yol açan KDP’dir, düzeltmesi gereken de KDP’dir.
Onlar peşmerge de değildir; eğitilmiş paralı askerlerdir. Rojava Devrimi
düşmanı güçlerdir. Bu açıdan bu kontra güçlerini hemen geriye çekmesi
gerekiyor.
Şengal’deki sorunların bir ulusal birlik içinde bütün Kürt
örgütlerinin katılımıyla, ortak bir anlayışla çözülmesi gerekiyor. Biz ille de
bizim dediğimiz gibi olsun dayatması yapmıyoruz. Ama KDP de bizim dediğimiz
gibi olsun diyemez. Oraya özgün yaklaşmamız lazım, herhangi bir yere yaklaşır
gibi yaklaşmamamız lazım. Êzidîler farklı bir kimliktir, farklı bir kültürdür.
Evet, Kürt’tür ama inançları nedeniyle hep baskı görmüşler, zulüm görmüşler,
yok olmayla karşı karşıya gelmişler. Bu durumda demokratik, insani, ahlaki,
vicdani bir yaklaşım gösterilerek Êzidîlerin bir daha bu duruma düşmemesi için
yeni bir siyasal anlayışa, yeni bir yaklaşıma ihtiyaç yok mudur? Biz var
olduğunu düşünüyoruz, böyle yaklaşıyoruz; bundan sonraki yaklaşımımız da bu
çerçevede olacaktır.
Sosyal Medya’da Şengal’deki aşiret liderlerinin PKK’ye
Şengal’i terk etme çağrıları dolaşıyor. PKK bu çağrılara nasıl cevap verecek?
Şengal’deki bazı aşiret liderlerinin bu çağrıları KDP'nin
yönlendirmesiyle yapılan çağrılardır. KDP hala Şengal’de, Başurê Kurdîstan’da
otoriter bir yaklaşım içindedir. Êzidîlerin kutsal yeri olan Laleş KDP
denetiminde olan Şêxan’dadır. KDP siyasi baskı yaparak, maddi imkanlarını
kullanarak bazı aşiret liderlerine ya da din adamlarına böyle çağrı yaptırıyor.
Biz bunların kendi iradeleriyle bu çağrıları yaptığını düşünmüyoruz. KDP ile
aralarını bozmamak, KDP'nin baskısıyla karşılaşmamak ve KDP'nin sunduğu
imkanlardan yararlanmak için bu tür çağrıları yapıyorlar. Bunlar Êzidîlerin
iradesini ortaya koyan çağrılar değildir. Özgür iradeyle yapılan çağrılar
değildir. KDP hala otoriter hegemonik yaklaşımla insanları korkutuyor, baskı
kuruyor. Bulundukları alanda KDP hala tehdit ve şantaj gücüdür. Maddi imkanları
da var. Bütün bunlar dikkate alındığında bu çağrıların hangi saiklerle
yapıldığını biliyoruz. Êzidîler içinde özgür bir seçim olsa KDP'nin yaklaşımını
benimseyen yüzde on bile çıkmaz. Êzidîlerin yüzde 90’ı KDP'nin bu yaklaşımına
karşı çıkar. Şengal’de Êzidîleri IŞİD'e bırakan, binlerce kadının IŞİD'in eline
geçmesi durumuna yol açan, binlerce insanın öldürülmesine yol açan KDP'ye hangi
Êzidî onay verir, destek verir? İnsanda bir mantık vardır, herkes mantığını
kullansın. Bizim Êzidîler için önerdiğimiz nedir, KDP'nin Êzidîler için
önerdiği nedir?
Biz Êzidîleri yönetmek istemiyoruz, onlar kendi kendilerini
yönetsinler, Şengal’e hakim olsunlar, özerklik olsun diyoruz. Peki, KDP ne
istiyor? KDP Êzidîler üzerinde hegemonya olmak ve otorite kurmak istiyor. Hangi
Êzidî gerçekten KDP'nin bu yaklaşımını kabul eder? Bu açıdan biz bu çağrıları
ciddiye almıyoruz. Neden yapıldığını biliyoruz. KDP'nin karakterini Êzidîler de
herkes de biliyor. KDP korkuyla, baskıyla aşiretleri de yönetmek istiyor,
siyasi güçleri de kontrol altına almak istiyor. Ama bunun zamanı geçmiştir.
Zaten bundan dolayı Başurê Kurdîstan’daki sorunları çözemiyor.
Biz bu çağrıların Êzidî aşiret liderlerinin kendi özgür
iradesi olduğunu düşünmüyoruz, inanmıyoruz, kabul etmiyoruz. Êzidîler için
gerekirse bir referandum da yapılabilir. Êzidîler ne istiyor? Êzidîlerin önüne
çeşitli seçenekler konulabilir. Kaldı ki Şengal’de YBŞ var, meclisleri var,
özyönetim var. Gerilla sadece onlara destek sunuyor. Şengal üzerinde hala IŞİD
tehlikesi bitmiş değildir. IŞİD hala Musul’dan çıkarılmış değildir. Musul’daki
IŞİD en başta da Şengal’i tehdit ediyor demektir. Bunu Êzidîler bilmiyor mu?
Peki, IŞİD saldırdığında, ya da herhangi bir durumda KDP'nin direneceğini kim
garanti verir? Bu açıdan gerillalar IŞİD’in hala varlığının sürdüğü ortamda
Şengal’in kendi özyönetimini, öz savunmasını sağlamadığı bir ortamda sadece
Êzidîlerin öz savunmasını desteklemek için oradadır. Bizim yaklaşımımız budur.
Bu açıdan biz o tür çağrıları ciddiye almıyoruz.
O aşiret liderlerinin KDP'ye çağrı yapıp “bu iş savaşla hal
olmaz” demesi gerekir. Şengal’e ağır silahlarla işgale gidenler peşmerge de
değildir. Biz KDP'nin yetiştirdiği Rojavalı beslemelere peşmerge demiyoruz.
Kontradır onlar. Rojava Devrimine karşı yetiştirilmiş kontralardır, karşı devrimcilerdir.
Peşmergeyle alakaları yoktur. Bu açıdan aşiret liderleri eğer bir çağrı yapmak
istiyorlarsa bu kontraların Şengal’den geri çekilmesi çağrısı yapmalıdırlar.
Şengal’deki aşiret liderleri gerçekten doğru yaklaşacaklarsa, Êzidîlerin
sorunlarını kendileri çözmesi gerektiğini söylemelidirler. Êzidîlerin öz
savunmasını ve özyönetimini savunmalıdırlar. Şengal Êzidîlere aittir
demelidirler. Şengal’i Êzidîler savunacak, Êzidîler kendi kendilerini yönetecek
demelidirler. Bir Êzidî’nin söylemesi gerekenler bunlardır.
KCK ve Bölgesel Kürt Yönetimi arasındaki birliği engelleyen
en temel faktör nedir?
Biz KCK ve Bölgesel Kürt Yönetimi arasındaki Birliği
engelleyen en temel faktörün Türk devleti olduğunu düşünüyoruz. Kuşkusuz başka
güçler de var, ama Türk devleti mevcut konjonktürde fazlasıyla KDP'yi tahrik
eden, körükleyen, yönlendiren bir güç haline gelmiştir. Özellikle Türk devleti
KDP'nin PKK kaygısını, korkusunu değerlendirerek bu zayıf yerinden tutarak, PKK
korkusunu işleyerek ilişkileri zehirlemektedir. En temel faktör budur.
Kuşkusuz KDP ile PKK arasında ideolojik ve siyasi
farklılıklar vardır. Bizim özgürlükçü demokratik bir çizgimiz var. İktidarcı
devletçi anlayışa sahip değiliz, demokrasiden yanayız. Biz Kürtlerin esas
olarak örgütlü demokratik topluma dayalı özgürlükçü bir sistemle özgür ve
demokratik yaşama kavuşacağına inanıyoruz. Bu açıdan da bölge ülkelerinin de
demokratikleşmesini esas alıyoruz. Kürdistan'da da merkezi yönetimin değil de
demokratik konfederalizme dayalı yerellerin güç olduğu, yerel demokrasinin
olduğu bir demokratik ülke arzuluyoruz. Türkiye'yi, Suriye'yi, Irak'ı, İran’ı
bu temelde demokratik dönüşüme uğratma mücadelesi veriyoruz. Bulunduğumuz yerde
bu yönlü bir demokratikleşmenin gelişmesi için sorumluluk üstleniyoruz.
Kürdistan'da da bulunduğumuz her yerde de demokratik bir yaklaşım içindeyiz.
Biz Bakurê Kurdîstan'da da belirli bölgelerin özyönetiminin olduğu,
özerkliğinin olduğu demokratik bir yönetimi savunuyoruz. Örneğin Dersim
Kürt’tür, ama Alevidir, lehçe olarak Dimilki Kürtçesini konuşmaktadırlar. Biz
oranın Kürdistan içinde özerkliği olan bir bölge olması gerektiğini
düşünüyoruz. Kürdistan içinde, ama özgünlüğü ve özerkliği olan bir bölge
olmasından yanayız. Yine Bakurê Kürdistan’da üç dört böyle özgünlüğü olan özerk
bölgeler olabilir. Genel Kürdistan özerkliği içinde de yerellerin özerkliğinin,
yerel demokrasinin olduğu bir sistemden yanayız. Bu ideolojik ve siyasi
yaklaşımımız da KDP ile aramızda sorunlar çıkarmaktadır. Şengal’de aramızda
sorun çıkmasının kaynağı da bu yaklaşımın farklılığından ileri gelmektedir.
KDP her yere hakim olmak istiyor. Mesela Rojava’da bir
devrim oldu, “orada devrim yoktur” dedi. Oraya hakim olmak istiyor, “orayı da
bana teslim edin” diyor. Halbuki orada Önder Apo'nun yirmi yıllık çalışması
var, Kürt Özgürlük Hareketinden etkilenme var, önemli bir taban var. Halkın
çoğunluğu Rojava Devrimcilerinin yanında yer almaktadır. KDP'ye yakın kesimler
de var, ama devrimi gerçekleştirenler Önder Apo çizgisindeki güçler olmuştur.
Bunları tanıma, bunları tanıma temelinde demokrasi içinde yer edinme yerine, o
devrimi tanımama, bu devrimi dış güçlerin desteğiyle, komplolarla ele geçirme
yaklaşımı var. Bu kabul edilebilir bir şey değildir. KDP diyor “ben gidip hakim
olayım!” KDP'ye bağlı güçler Türk devletiyle, başka güçlerle ilişki kurup
oradaki devrimi boğup kendileri hakim olmak istiyorlar. Bu kabul edilebilir mi?
Biz diyoruz herkes Rojava’da olabilir. Demokratik bir sistem içinde herkes
örgütlensin, herkes sistem içinde yerini alsın; çoğulcu bir sistem olsun, her
siyasi parti örgütlensin! Ama KDP'ye bağlı siyasi kesimler “biz devrimi
tanımıyoruz, orada çalışma mı yürüteceğiz, kimseden izin almayız” diyor. Bir
dernek bile bir yerden izin alır. Partiler izin alırlar. Ama bunlar “yok, biz
hiçbir yerden izin almayız, tanımayız” diyorlar. Yani devrimi meşru
görmüyorlar. O zaman sorunlar çıkıyor. Biz, KDP'ye de sorunları oradaki
devrimcilerle çözün diyoruz. Biz Rojava Devrimine dayatma yapıp ille de şöyle
olsun diyemeyiz. Çünkü emek vermişler, can vermişler, kan vermişler, devrim
gerçekleştirmişler. Bu yönüyle Rojava’daki devrim de KDP ile aramızda belirli
sorunlar ortaya çıkmasını beraberinde getirdi. Ama orada bir dayatma oldu.
Şimdi biz kalkıp Rojava Devrimine “siz oradaki dayatmayı kabul edin, devrimi
başka güçlere teslim edin” diyemeyiz. Desek de kimse bizi dinlemez.
Şöyle bir şey olabilir mi? Orada bir devrim oluyor, oradaki
bazıları kaçıp Başurê Kurdistan’a gidiyorlar, KDP onları örgütlüyor,
silahlandırıyor. Sonra da bunları dayatmayla Rojava’ya gönderecek! Böyle bir
şey olabilir mi? Dünyada böyle bir yöntem var mıdır? PYD, YPG orada örgütlendi,
orada güç oldular. Şimdi dışarıdan örgütlenen güçleri oraya sokup orada
provokasyon yaratıp iç savaş çıkarılmak isteniyor. Onu da Rojava Devrimcileri
kabul etmedi. Bunu da KDP sorun yapmaktadır.
Başurê Kurdîstan’da KDP ile diğer partiler arasında sorunlar
oluyor. Biz kesinlikle karışmıyoruz. Ama KDP sanki o partilerle biz KDP'yi
kavga ettiriyoruz gibi yansıtıyor. Kesinlikle öyle bir durum söz konusu
değildir. Bizim YNK'nin, Goran’ın, İslami hareketlerin KDP ile kavga etsinler,
biz de bu durumdan yararlanalım gibi bir yaklaşımımız yoktur. Böyle bir
yaklaşım içinde olmadık. Aksine KDP baskıyla her türlü yol ve yöntemi deneyerek
Başurê Kurdîstan’daki siyasi güçleri baskı altına alıp onları etkisizleştirmek
istiyor. Bu da KDP ile o güçler arasında
sorunlar çıkarıyor. Biz her zaman KDP dahil bütün Kürt siyasi partilerinin bir
ulusal kongre, ulusal birlik içinde ortak politika yürütmelerini, en azından
ortak diplomasi ve ortak savunma yürütmeleri gerektiği çağrısında yaptık.
TEK SORUN TÜRK DEVLETİNİN KIŞKIRTMALARIDIR
Temel sorun, Türk devletinin kışkırtmalarıdır. Son yıllarda
KDP-Türkiye ilişkilerinin sıklaşması doğrudan bizimle KDP arasında gerilim
olarak yansımaktadır. Rojava konusunda da KDP ile Türk devleti ortak
davranıyor. Türk devleti Rojava Devrimini boğmak istiyor, KDP de “devrim
olmamıştır, ben tanımam” diyor. Bunlar tabii ki sorunlara yol açıyor.
En temel sorunlardan biri de PKK'nin son yıllarda sadece
Bakurê Kurdîstan'da değil, Kürdistan'ın tüm parçalarında gelişme göstermesidir.
Önderlik çizgisi sadece siyasi bir çizgi değildir. Bir ideolojik çizgi olduğu
gibi, farklı bir siyasi ve toplumsal yaşam öngörüyor. Önderlik çizgisi Bakurê
Kurdîstan'da gelişti, Rojava’da gelişti. Rojhilat’ta da önemli bir etkisi
bulunmaktadır. Şengal’de KDP direnmedi, PKK gitti müdahale yaptı; bunun Başurê
Kurdîstan toplumu ve tüm Kürtler üzerinde olumlu etkisi oldu. Hatta dünyada
olumlu etkisi oldu. IŞİD saldırdı, Hewler neredeyse boşalıyordu. Gerillalar
Maxmur’da müdahale etti, Hewler’in kapısını kapattı. Bu nedenle Barzani
Maxmur’a gidip gerillaların minderine oturup teşekkür etti. IŞİD Kerkük’e
saldırmak istedi, gerilla müdahale etti. Oradaki peşmergelerle birlikte IŞİD’e
karşı direndi. Bunların hepsinin belli düzeyde toplum üzerinde etkisi oluyor.
Yine Önder Apo'nun kadın özgürlük çizgisi sadece Kürdistan'da değil, Ortadoğu
ve dünyada kadınları ve toplumları etkilemektedir. KDP PKK'nin tüm bu olumlu
etkilerinden ve gelişmesinden rahatsızlık duymaktadır. Bu doğru bir yaklaşım
değildir. Demokratik olmak lazım. Herkes kendi siyasi, ideolojik gücüyle
çalışma yapabilir, gelişirse gelişir, gelişmezse gelişmez. Böyle yaklaşmak
lazım. Yoksa güce dayanarak bir Kürt gücünü tasfiye etme yaklaşımı doğru bir
yaklaşım değildir. KDP şimdi Türkiye'ye dayanarak her yerde güçlenmiş PKK'yi
tasfiye etmek istiyor. Bir Kürt partisinin böyle yaklaşımlarının olmaması
gerekir. Eğer biz herhangi bir güce dayanarak KDP'yi tasfiye etme gibi bir
tutum içine girersek bütün Kürtler bize karşı çıkmaz mı? Ama KDP Türkiye'ye
dayanarak bizi tasfiye etmek istiyor, bu kabul edilebilir mi?
Biz sorunların KDP'nin yanlış yaklaşımlarından
kaynaklandığını düşünüyoruz. Aslında bütün sorunları ulusal kongre içinde
çözmek istiyoruz. Çünkü KDP de Kürdistan'da önemli bir güçtür. Bu bakımdan
bizim KDP'yi tasfiye etmek gibi bir yaklaşımımız olamaz. Böyle bir yaklaşım
ciddi sorun yaratmaktır. Ancak KDP PKK'yi tasfiye etmek için şu güçle, bu güçle
ilişkili olursa bu da ciddi bir sorun yaratmak anlamına gelir. Biz bu açıdan
sorunların çözümü ve ulusal birlik için ulusal kongre toplanmalıdır yaklaşımı
içindeyiz. Her yerde olduğu gibi sorunlar diyalogla çözülmelidir. Biz KDP ile
de sorunları diyalog içinde çözmek istiyoruz. Bizim ille de KDP ile kavga etme
yaklaşımımız yoktur. KDP geldi Şengal’de dayatma yaptı. Biz bu dayatmayı kabul
edemeyiz. Dayatmalar değil, görüşmelerle sorunlar çözülmelidir. Bu bakımdan
Şengal’deki o güçler çekilmelidir. KDP ile PKK her sorunu tartışarak bir çözüm
yolu bulabilir. Yeter ki ille de bizim dediğimiz olsun dayatması olmasın.
ANF
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.com - www.lekolin.org - www.lekolin.net –
www.lekolin.info -www.navendalekolin.com -http://kursam.org/index.html-
http://kursam.net/index.html